Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

255 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
3 günde okudu
Vaat edilen o ülke neredeydi?
Koestler’in bu “karanlık” romanı, Komünist Parti’nin üst düzey yetkililerinden birinin gözünden Lenin sonrası Rusya’sını ve komünist ideolojinin geldiği yeri sorgular. 20. yüzyılın en ünlü politik romanlarından ve “hapishane edebiyatı”nın önemli eserlerinden biri olarak kabul edilen roman, Koestler’e -ki Koestler Macar asıllı, komünist bir İngiliz olması hasebiyle zaten kendi başına yeterince dikkat çekici- ününü kazandırmış. Eski bir komünist parti üyesi olan kahramanı Rubashov’u merkeze alan roman, 1930ların sonlarında Stalin yönetimi altındaki Rusya’yı anlatıyor bize. Roman boyunca Rubashov’un zihnindeyiz, fiziki olarak da onunla birlikte hapishanedeyiz. Az sayıdaki fiziksel temas ve sohbetin dışında, çoğunlukla Rubashov’un kafasının içinde dolaşıyor; düşünceleri, devrime ilişkin anıları, pişmanlıkları, komünist ideolojisi arasında geziyoruz. Rubashov Bolşevik devrimini yapan kilit ekipten biridir. Büyük lider Lenin ve ekibinin yer aldığı bu resim tüm roman boyunca gözünün önünden geçer Rubashov’un; resimde bu adamların her birinin başının üstünde bir numara vardır. “Lider” Lenin erken yaşta ölmüş, “1 Numara” (tabii ki Stalin) başa geçmiştir. Resimde birçok boşluk vardır artık; zira bir çok yol arkadaşı, yoldaş, giderek artan fikir anlaşmazlıkları nedeniyle kurban edilmiştir. Rubashov uzun zamandır sıranın kendine yaklaşmakta olduğunun ayrımındadır; liderliği eline alan bu sessiz bakışlı adamın ülkeyi işkenceleri ve sürgünleri ile kan kusturduğunu bilir. Ama onun da kafası karışıktır. İnsanların kendi kendini yönetemeyeceğine, hatta demokrasiyi anlayıp uygulayamayacağına o da yürekten inanır. Halk henüz çok cahildir; akıllanana ve eğitilene kadar fikrini söylemesine izin verilmesi rejimi başlamadan bitirir. Bu konuda sorgu yargıcı Gletkin’in verdiği örnek, ortak zihniyetlerini göstermesi bakımından çok çarpıcıdır: “Avrupa’nın en büyük demir-döküm tesislerinden biri bizim köye kuruldu.” der Gletkin. “Burada çalışanlar benim köylülerim. Avrupa’nın yüzlerce yıl gerisindeyiz biz, hızlanıp teknolojide onları geçmemiz lazım. Kurallara aykırı şekilde fırının boşaltılması arasında geçen 15 dakikayı fırsat bilip köşeye kıvrılıp uyuyan bu cahil adamları kurşuna dizmezsek, işe geç gelenleri ömür boyu açlığa mahkum etmezsek nasıl gelişiriz, nasıl yakalarız Avrupa’yı?”. Rubashov da çok farklı düşünmez aslında; ona göre de toplumdur önemli olan, bireyin önemli yoktur. Korku İmparatorluğu gereklidir; zira varılacak sonuç kullanılan tüm yolları haklı kılar. Nitekim tüm bu ilkeler uyarınca kendi de benzer yargılamalar yapmış, toplum ve parti yararını düşünerek iftiralar ve infazlar organize etmiştir. Onu şimdi hapishaneye düşüren, giderek büyük liderin yolundan sapıldığına dair kuşkularıdır; “1 Numara”nın diktasının sosyal devlet idealini lekelediğini düşünmektedir, ama bunu engellemek için harekete geçme enerjisini bulamadan hapse tıkılmıştır. Hapishanede kendi geçmişi ve inancı ile yüzleşir Rubashov; “Vatana ihanet” suçlamalarına karşı kendini savunmayı düşünürken aslında “1 Numara”nın kendinin ve kendi gibilerin açtığı yoldan ilerlediğini şaşkınlıkla fark eder. “Parti”yi yüceltirken bireyi ezdiklerini, “ideal”i korumak uğruna korku imparatorluğu kurduklarını, totaliter eğitim sistemi ile gerçeklerden kopuk bir gençlik yetiştirdiklerini, “cennet”i vaat ederken insanların hayallerini dahi çaldıklarını fark eder. Kafasında yazdığı savunmanın bir önemi yoktur; zira konu “vatan” olunca kendisi gerçekten suçsuz mudur? “Bu yığınlara, bu halka daha ne olacaktı? Çölde ilerleyen bir kervana koşulmuşlardı kırk yıldır, tehditler, vaatlerle itilip kakılarak, hayali korkular, hayali ödüllerle kandırılarak. Ama vaat edilen ülke neredeydi?” Koestler’i yıllar önce “Ölüm Cezası Üzerine Düşünceler” ile tanımıştım. “Gün Ortasında Karanlık” adı gibi karanlık bir roman; hem rejim hem de kişisel inançlar üzerinden uzun bir iç hesaplaşmayı içeriyor. Ben keyifle okudum; Pınar Kür’ün çevirisini de çok başarılı buldum.
Gün Ortasında Karanlık
Gün Ortasında KaranlıkArthur Koestler · İletişim Yayınevi · 2019416 okunma
·
135 görüntüleme
Seda okurunun profil resmi
Eline emeğine sağlık
AkilliBidik
AkilliBidik
.Kitap ilgi çekiciymiş. Pınar Kür çevirileri ni ben de çok beğeniyorum, Bir Jack London bir de Nabokov çevirisi okumuştum hatırladığım kadarıyla, çok iyiydi. Ben esaret romanlarını çok severim, hapishane olsun, akıl hastanesi olsun... Guguk Kuşu vardır mesela, ikisini de kapsar, okumadıysan ısrarla öneriyorum, hem şahane filmini hem de kitabını.
AkilliBidik okurunun profil resmi
Teşekkürler @seda_bera Guguk kuşunu seyrettim, ama okumadım. Mükemmel bir film gerçekten de...
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.