Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

XIX. yy. ikinci yarısında çarlar ve hükümetleri, eritme/ asimilasyon politikasını geçmişteki bazı başarılarına dayanarak, "hedefe daha çabuk" ulaşmak yolunda inatla ve daha sıkı bir programla devam ettirme zaruretini duymuşlardır. Bunun sonucu olarak 1864 yılında faaliyete geçen "Rus Öğretmen Okulları" ve Kazan İlahiyat Fakültesi kapılarını Türk çocuklarına açtı. Rus maarifi tamamen art niyetli bu okullara her türlü imkan ve tahsisatı sağlamış, mahalli Türk okullarına daha evvelden yapışmakta olan gayet az bir yardımı da tamamen keserek bu okulların imkansızlıklardan kapanmaları için ellerinden gelen bütün yolları denemişlerdir. Rus maarifinin maksadı ortadaydı; Rusya, Türkler'i, çocuklarını ya hiçbir geliri ve eğiticiliği bulunmayan mahalli eski okullara zeka ve kabiliyetlerini körletmek pahasına da olsa gönderecekler, ya da Rus terbiyesi alarak Ruslaşmalarını temin etmek için her türlü imkanlara sahip Rus okullarını tercih edeceklerdi. Rus misyonerleri neticeden ümitliydiler, Türk çocukları açmış oldukları okullara koşacaklar, kısa bir zamanda Rus kültürüne tamamiyle vakıf olarak Rus terbiyesini alacaklar, mezun oldukları andan itibaren memleketlerindeki okullarda Türk çocuklarının körpe dimağlarına Rus sempatizanlığı ve Rus kültürünü aşılayacaklardı. Böylece onların talebeleri de Rus okullarına koşacaklar, kısa bir zaman içinde Rusya Türkleri milli benliklerini kaybederek Ruslaşacaklardı. Rus maarifinin ve misyonerlerin bütün faaliyet ve ümitleri kısa bir zaman içinde Rusya Türkleri tarafından akamete uğratıldı. Rusya Türkleri; çocuklarım, Türk okullarında Rus kültür ve terbiyesini veren hoca olarak görmektense; cehaleti ve sefaleti perçinlemekten başka elinden bir şey gelmeyen hoca olmalarını tercih ederek medreselere gönderdiler. Rusya Türkleri'nin bu kararlı tutumu; her türlü yokluk ve sefalete rağmen milli benliklerini her şeyden üstün tuttuklarına dair önemli bir belgedir. Rusya Türkleri arasında bu direnişin sonucu olarak görülen ortak özellik, "cehalet, gerilik, sefalet, aşırı taassup ve sefalet" idi. Gerçi bu durumun Rusya Türkleri'nin kaderi üzerinde az da olsa bir faydası olmadığı inkâr edilemez. Rusya Türkleri arasında oldukça önemli bir yer tutan softalar, her yeniliğe olduğu gibi, bazı Rus reformlarına da karşı çıkmışlar, tamamen art niyetli olan bu gibi Rus teşebbüslerini kısmen de olsa akamete uğratmaya muvaffak olmuşlardır. Biraz da bu durumun tesiri ile Rusya Türkleri, erimekten, Ruslaşmaktan kurtulmuşlardır. Her şeye rağmen Rusya Türkleri'nin, bugünkü mevcudiyetlerini, bu dar görüşlü softalara değil, hayatlarının sonuna kadar Rusya Türkleri'nin kurtuluşu için mücadele eden sayılı birkaç Türkçü evladına borçlu olduğunu unutmamak gerekir. Bilhassa XIX. yy.ın ikinci yarısında Rusya'da Türk Milli- Kurtuluş ve Türk Kültür hareketlerinin en önemli liderleri, Şeyh Bahaeddin İşan, Kazanlı Bahaeddin Mercanî, Hüseyin Feyzhanî, Abdülkayyum Nasırî, Hasan Bey Zerdabî gibi aydın Türkler'di. Bunlardan Bahaeddin îşan, Rusya Türkleri arasında pek çok taraftar ve müridi olan Veysi Tarikatının şeyhi idi. O sıralarda Veysi ve Nakşibendi tarikatlarının ana hedef ve prensibi; Rusya Türkleri'ne dinle birlikte "Milliyetçilik" aşılamak ve kafir Rus'un boyunduruğundan kurtulmak idi. işte Bahaeddin İşan bu kutsal davanın öncülerindendi ve Ruslar tarafından "deli" denilerek zindanda şehit edilmiştir. Bu sıralarda Rusya'daki Türk basını ise hemen hemen yok denecek kadar zayıf bir durumdaydı. Sadece "Ekinci", "Keşkül", "Ziya", gibi birkaç gazete ve dergi kör topal çıkmaya çalışıyordu. Çok mutedil ve ihtiyatlı oluşları ile dikkati çeken bu gazete ve dergiler, faaliyetleri ve ihtiva ettikleri yazılar itibariyle Rusya Türkleri'nin sesi olabilmekten çok uzakta kalıyorlardı. Bir yandan sefalet ve gerilik, diğer yandan maarifsizlik ve matbuatsızlık, topyekûn sürgün ve katliamlar; Osmanlı toprakları ile komşu olan Rusya'nın Türk bölgelerinden "ak toprağa" göçlere sebep olmuştur. XIX. yy.ın ikinci yarısında, Kırım'dan, Kafkasya'dan, Azerbaycan'dan göç eden Türkler'in sayısının milyonları bulmasına, göç ederken yollarda canlarını kaybeden Türkler'in sayısının yüzbinleri geçmesine rağmen, daha yüzbinlerce Türk hâlâ göçe hazırlanıyordu. İşte XIX.yüzyılın ikinci yarısında gözler önüne serilen belgeleri ile sabit bir tablo: Sibirya'nın uçsuz bucaksız buzlu çöllerinde kökleri ile sökülen bir ağaç gibi terk edilmiş, ölüme mahkûm yüzbinlerce Türk... Sibirya'nın uçsuz bucaksız buzlu çöllerinde yaşlı gözleri ile anasını, babasını arayan, aç, susuz, yarı donmuş çocuklar; ailesini arayan bedbaht analar, babalar, gözlerinde vatan hasretinin sembolü olan donmuş gözyaşı damlacığı ile son nefesini veren ihtiyarlar; üst üste istif edilmiş donmuş cesetler; gözyaşları ile çözülen buzlar; sadece feryatların, iniltilerin, hıçkırıkların ebedi destanının yazıldığı o menhus diyarlar; Karadeniz'in azgın dalgaları arasında dağılan çürük teknelerde boğulan onbinlerce göçmen; namusları uğruna genç canlarına kıyan kızlar; kurşuna dizilen, zindanlarda çürüyen Türkler, ölüm, açlık, soğuk, sefalet, gerilik, gözyaşı, kan, ıztırap; şanlı bir ırkın evlatlarının yürekler acısı yaşantısı... Mahvedilmek, ortadan kaldırılmak istenen bir milletin ızdırabı.. Türk olmanın cezasını çeken YASLI, YARALI, ESİR TÜRKLER'in hazin hayat hikayesi. .. Bir "GÜNEŞ" bekleyen masum insanlar... Güneş... Bir "Güneş"ti beklenen TURAN'ın ufuklarında. 1851 yılında bu güneş küçük Kırım'ın mütevazı bir Türk köyünde doğdu. O güneşe İsmail adını Gaspıralı lâkabını verdiler. XIX. yüzyılın ikinci yarısında, çok geniş bir sahaya yayılmış olup, uzun bir zamandan beri "Birlik" kuramamış olarak birbirinden habersiz yaşayan Türk milletini "boyculuk" zihniyetinden; "BÜTÜN TÜRKLÜK" kavramına yükselten büyük Türk fikir ve aksiyon adamı, 1851 yılında Bahçesaray şehrine yakın bir mesafede olan Avcıköy'de doğdu. Babası Mustafa Ağa, Gaspıra köyünden olduğu için Gaspıralı anlamına gelen "Gaspirinski" lâkabını aldı. Gaspıralı İsmail Bey, henüz üç yaşında iken Sivastopol harbinin başlaması üzerine Mustafa Ağa, ailesini Bahçesaray'a yerleştirdi. Gaspıralı İsmail Bey, kendisi için pek büyük mana ifade eden bu şehirde on yaşına kadar kaldı. İlk alfabeyi bu şehirde Hacı İsmail Efendi'den öğrenmiş, çok sevdiği dadısından milli hikaye ve masalları yine bu şehirde dinlemiştir. Temiz sokakları, hansarayları, sıcakkanlı müşfik insanları ve tabii güzellikleri ile Bahçesaray, Gaspıralı İsmail Bey'in körpe dimağına öylesine nüfuz etmişti ki, son nefesini verinceye kadar Bahçesaray'dan tamamen uzaklaşmayı düşünmemişti bile. On yaşında iken Akmescit Jimnazına giren Gaspıralı İsmail Bey, iki yıl burada okuduktan sora Varonej şehrindeki askerî okula, oradan da nakil yolu ile Moskova Askerî Lisesi'ne girmiştir. [Voronej, Rusya'nın Merkez Rusya Federal Bölgesi'nde Don Nehri'nin kollarından Voronej Nehri'nin kenarında bulunan şehir. Voronej Oblastı'nın merkezidir. Şehrin nüfusu 2014 yıl itibarıyla 1.014.610'dir.] Gaspıralı İsmail Bey'in genç ruhunda ilk isyan fırtınası Moskova'da iken kopmuştur. O sıralarda Moskova, Panslavist cereyanların merkezi durumunda bulunuyordu. Türklük aleyhine düzenlenen bütün komplolar, bu şehirde planlanıyor ve icra edilmesi için Petersburg'a gönderiliyordu. Çar II. Aleksandr, Rusya'yı Panslavistler'in arzularına göre idare etmekteydi. Her yerde olduğu gibi Moskova'da da hor görülen Türkler'in aleyhinde söylenen sözler, Gaspıralı İsmail Bey'in milli gururunu incitiyor, "Milliyetçilik" duygusunu kamçılıyordu. Yusuf Akçura; "Gaspıralı İsmail Bey, ilk milli hissi, milli şuuru Moskova'da iken duymuştur." demektedir. Moskova'nın bu havası, talebe olarak bulunan Türkler'in birbirlerine olan yakınlaşmalarını sağlamıştır. Gaspıralı İsmail Bey de bu arada aslen Kırım Türkleri'nden olup Litvanya'da yaşayan Mustafa Mirza Davudoviç ile candan dost ve arkadaş olmuştur. {Kırımlı olup Litvanya'da yaşayan Mustafa Mirza Davidoviç ile İsmail Bey Gaspıralı can dostuydu. Litvanya Tatar sülalesinden gelen Davidoviç Moskova'da okul bitirdikten sonra 1867 yılında Kırım'a yerleşti. Gaspıralı İsmail Bey'in ruhunda kopan bu ilk isyan fırtınası; pazar günlerini aralarında geçirdiği "Moskovskiye vedomosti (Московские ведомости) " gazetesinin şoven muharriri Prof. Mihail İvan Katkof'un ailesinden duydukları ile Türk ırkçılığına dönüşmüştür. Bütün bunlar İsmail Bey'e onda her şeyden önce kendi Türk milliyetçilik hissini uyandıran Rus kültürünü ve Rus aydınlarının ideolojik akımlarını tanımak için fırsat vermişti. Gaspıralı İsmail Bey'in genç ruhunda Türklük gurur ve şuurunun ilk uyanışı, onun gençlik heyecanı ile birleşerek henüz 16 yaşında iken Türklük uğruna ölüme atılacak dereceye gelmesini sağlamıştır. Gaspıralı İsmail Bey, 6. sınıfa geçtiğinde Mihail İvan Katkof'un, Girit'te Rum isyanı münasebetiyle Türkler aleyhine yazmış olduğu heyecanlı makaleler, İsmail Bey ve arkadaşı Mustafa Mirza Davudoviç'i öylesine coşturmuştu ki, öylesine galeyana getirmişti ki, tatilde ailelerinin yanına döneceklerine Girit'te katliama uğrayan Türkler'e yardıma gitmeye karar verdiler. Yola çıkan iki arkadaş, Volga ve Don nehirleri üzerinden 45 gün kürek çekerek Kırım'a ulaşmışlar, buradan da Odesa'ya geçmişlerdir. Odesa'da pasaportsuz olarak gizlice bindikleri Türkiye'ye giden bir gemide yakalanmışlar, ailelerine teslim edilmişlerdir. Hamdullah Suphi Tanrıöver, Gaspıralı İsmail Bey'in Türklük için bu ilk atılışını şöyle anlatıyor: "Çocukluğunda Türkler'e yardım için evinden kaçmış, Volga üzerinde bir sandala binerek İstanbul yollarına çıkmıştı. Küçücük genç ruhunun Türk'e yardım için bu atılışını bütün ömründe en son nefesine kadar devam etti. Türk tarihinin duvarında İsmail Gaspirinski'nin kurtarmaya giden bu genç şekli ebedi kalacaktır. Yarının Turan şairleri milli beyitlerinde bu yolculuğu övünerek hatırlayacaklar; ressamlarımız, mekteplerde okuyan çocuklanmız için, baba ocaklarında gözlerini açan yavrularımız için onun resmini yapacaklar, yarınki genç analar çocuklarına bu yolculuğun hikayesini ilahi kudsî sesleri ile anlatacaklardır." Gaspıralı İsmail Bey'in bu gençlik çağları; Türklük uğruna yaptığı saf heyecan ve taşkınlıkları ile doludur. İsmail Bey'in gençlik devresinde tamamen hissiyatı ile yaptığı hareketler, ona genç yaşta, Rusya gibi koyu bir istibdadın hüküm sürdüğü bir ülkede "Tercüman" gibi bir gazetenin 35 yıl gibi uzun bir süre yaşaması için gerekli tecrübeyi ve ihtiyatı kazandırmıştır. Gaspıralı İsmail Bey'in genç ruhunda, ezilen Rusya Türkleri'ne yardım etme arzusu ağır basınca Moskova'ya tahsilini tamamlamak için gitmekten vazgeçmiş, sevdiği insanlar arasında bulunarak onlara hizmet etmeyi tercih etmiştir. 17 yaşında iken Mengli Giray Han'ın yaptırmış olduğu eski Zincirli Medresesi'ne Rusça öğretmeni olarak giren İsmail Bey, bir yıl sonra maaşı artırılarak Yalta'nın Dereköy okuluna tayin olunmuştur. Gaspıralı İsmail Bey, 1871 senesine kadar süren öğretmenlik hayatında talebelerine Rusça'dan ziyade Türkçe öğretmek için gayret sarf etmiştir. 1871 senesinde İsmail Bey'in tekrar İstanbul'a gitmek ve orada Türk subayı veya memuru olmak hevesi kabarır. Zaten akrabalarından biri İstanbul'da memurdur. İsmail Bey, İstanbul'da iyi bir memur olabilmek için Fransızca'ya vakıf olmak lüzumuna kanidir. Buna göre İstanbul'a Paris yolu ile gitmeyi yani Paris'te bir müddet kalıp Fransızca'yı adamakıllı öğrendikten sonra İstanbul'a gelmeyi kararlaştırır.7 Yanında az bir para olduğu halde Viyana, Münih, Stuttgart üzerinden acele bir seyirle Paris'e geçmiştir. Doğudan gelen bir yabancı için değil, yerliler için bile gayet çetin ve karışık olan Paris hayatında, henüz 21-22 yaşında bulunan İsmail Bey, yapayalnız, sırf kendi kuvveti ile iki sene geçinebilmiştir. Gaspıralı İsmail Bey, bu arada hem hayatını kazanabilmek, hem de Fransızca'sını ilerletmek gayesi ile Paris'te yaşayan meşhur Rus edibi İvan Turgenyev'in yanında sekreterlik ve bir ilan şirketinde tercümanlık yapmıştır. İsmail Bey'in Paris'ten en büyük istifadesi, Batı hayat medeniyetini olduğu gibi güzellik ve çirkinlikleri ile, iyilik ve kötülükleri ile öğrenmek ve bu hayatın binbir türlü mania ve müşkülatı ile cenkleşe cenkleşe yaşamak oldu.
·
139 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.