Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

MlŞA VE LENA Mişa benim çocukluğumun ilk yıllarından itibaren okul arkadaşım olan Lenayla evlendi. Lena, Mişayla l 970lerin sonlarında, her ikisi de üniversitedeyken dünya evine girdi. O sıralarda Mişa, daha Yabancı Diller Enstitüsünde öğrenciyken Almancadan çeviriler yapan, film seslendiren ve geleceği çok parlak görünen, çok akıllı, yetenekli bir çocuktu . Mezun olduğu zaman çok sayıda çekici iş teklifleri aldı ve bu pek sık görülen bir durum değildi. Mişa, özellikle Sovyet döneminin sonlarına doğru çok prestijli hale gelen Dışişleri Bakanlığında bir işe girdi. Aile bağlantıları olmayan bir gencin bizim dışişleri bakanlığımız gibi kapalı kuruma girmesi olağanüstü bir durumdur. Mişanın bu türden bağlantıları yoktu. Kendi halinde bir temizlik işçisi olan büyükannesi tarafından büyütülmüştü. Annesi, daha henüz on dört yaşındayken, bir beyin tümörü yüzünden aniden ölüvermişti. Babası öksüz kalan aileyi anında terk etti ve başka bir kadınla kaçtı. Mişa böylelikle Dışişleri Bakanlığında çalışmaya başladı. İkimiz Çok iyi arkadaştık. Birlikte pikniğe gider, ormanda bir kamp ateşi üzerinde ızgara kebap yapar ve çok eğlenirdik. Lenayla ben birbirimize çok yakındık, Mişa da arkadaş olma konusunda çok istekliydi. ilişkimizin temelini oluşturan şey benim iki küçük çocuğumdu . Mişa ziyarete geldiğinde gözlerini onlardan alamazdı. Ne kadar saçma şeyler yaparlarsa yapsınlar onları keyifle seyreder, onlarla konuşur ve saatlerce onlarla oyun oynardı. Bütün arkadaşlarımız Mişanın çocuk sahibi olmayı ne kadar çok istediğini bilirdi. Zihni hep bununla meşguldü, ancak Lena yetenekli bir dilbilimciydi. Tezini yazıyordu ve psikoloji fakültesinden mezun olana kadar çocuk sahibi olmayı düşünmüyordu. Bunun sonucunda Mişa çok sinirli bir insan haline gelmişti. Çocuk sahibi olmamalarıyla ilgili olarak yavaş yavaş bir kompleks geliştirmeye başladı. Kendisine acı çektirmeye ve çevresindekilere, en çok da Lenaya ıstırap vermeye başladı. Buna karşılık Lena sert yapılı bir insandı; bir kez bir konuda karar verdiğinde hiçbir şey onu yolundan döndüremezdi. Tezini yapıp mezun olacak ve ancak ondan sonra hamile kalacaktı. Bu konuda kararı kesindi. Mişa buna, kendisini içkiye vererek tepki gösterdi. Yaşadığı hayal kırıklığına dayanabildiği kadar dayandıysa da bir noktada yörüngesini kaybetti. llk başlarda çok fazla içmiyordu, insanlar bu haline gülüyorlar ve onu kızdırıyorlardı, ancak daha sonralan nöbetleri birkaç güne yayılmaya başladı. Daha sonra her nöbette haftalar boyunca içer oldu . Lena belki de planlarından vazgeçmesi ve tezini tamamlamaması gerektiğini düşündü, ancak sürekli olarak sarhoş gezen bir adamla nasıl çocuk sahibi olabilirsiniz ki? Ardından yeni zamanlar, Gorbaçov, Yeltsin geldi ve Mişanın kronik alkol düşkünlüğü yüzünden işten çıkarılmamasının tek sebebi (komünistlerin iktidarda oldukları dönemde olsaydı derhal işten çıkarılırdı) etrafta yerine konulacak kimsenin olmamasıydı. Dışişleri Bakanlığı personelinden dil bilen ve Demir Perdenin öteki tarafında görev deneyimi olanlar ağırlıklarınca altın değerindeydiler. Bu insanlar, ticari şirketlerde ve sayılan hızla artan yabancı şirketlerin şubelerinde çalışmak üzere, personelinin maaşlarını bile zorlukla ödeyen Dışişleri Bakanlığını terk ettiler. Rus pazarına ilk girenler Almanlar olmasına ve bununla birlikte Almancadan çeviri yapabilen çevirmenlerin en çok aranılan insanlar haline gelmelerine karşın Mişa hiç iş teklifi almadı. Mişanın Dışişleri Bakanlığındaki günleri de sayılıydı ve en sonunda işten çıkarıldı. 1996 yılının sonlarında, Aralık ayında 30 derece civarında buzun olduğu bir sırada , gece geç bir saatte biri evimin kapısını çaldı. Gelen Lenaydı, paltosunun altında sadece geceliği vardı. Bir insan kışın Moskova'da bu şekilde giyinerek dolaşmaz, hele hele bu insan her zaman giyimine dikkat eden Lena gibi bir kadınsa asla böyle davranmaz. Lena sakin yapılı, iyi yetiştirilmiş ve akıllı bir genç kadındı. Ne var ki şu anda karşımda , sanki gidecek yeri olmayan, bütünüyle yoksul bir insan gibi, tek ayağı çıplak bir halde dururken, diğer ayağındaki bağcıkları yarısına kadar bağlanmış botun üst kısmı rüzgarda bir bayrak gibi çırpınıyordu Arkadaşım buz yarılıp çok soğuk suyun içine düşmüş ve az önce dışarı çıkarılmış bir insan gibi titriyordu . Bir şeyler ödünü patlatmıştı ve geçirdiği şok onu mantığına dayanmadan hareket etmesine yol açmıştı. Her zamankinden çok farklı bir haldeydi; anlaşıldığı kadarıyla nerede olduğunun ya da çevresinde kimlerin olduğunun bilincine varmadan, üst üste defalarca, yüksek sesle hıçkıra hıçkıra, "Mişa, Mişa," diye tekrarlayıp durdu. Çocuklar uyanmışlar ve sessizce odalarından dışarı çıkmışlardı. Lenanın yanında durmuş, bir anlam veremedikleri bu ıstırap karşısında ona merak içinde bakıyorlardı. Lena en sonunda onları fark etti, kendisini toparladı, bir bardak suyla birlikte bir sakinleştirici aldı ve neler olduğunu anlatmaya koyuldu. Mişa üç gece üst üste eve gelmemişti. Lena onun geri dönmesini gerçekten de beklemiyordu. Mişanın içki nöbetlerine ve eve gelmeyişine alıştığı için yatmaya gitti. Sabah erkenden enstitüye gitmesi gerekiyordu. Aniden Mişa çıkageldi. Bu tuhaf bir durumdu. Bu kez Mişa kapıdan dosdoğru içeri girdi ve sokaktan içeri girdiği şekilde, kışlık paltosu ve kirli ayakkabılarıyla, yıkanmamış ve kokar bir halde yatak odasına ulaştı, tehditkar bir sessizlik içinde Lenanın başında durdu yarı karanlıkta gözlerini üzerine dikti. Siyah gözleri doğal olmayan biçimde ışıldıyordu ve yanaklarından gümüşi bir parlaklık yayılıyordu. Bir zamanlar yakışıklı olan yüzü, buruşuklar içinde anormal bir şekil almıştı. Lena yorganı başına çekip hiçbir şey söylemedi. Yolun başındaki bir alkolikle yaşamanın verdiği acı deneyimden, bir şey söylemenin anlamı olmadığını biliyordu. Bir alkolikle konuşmaya çalıştığınızda, görünüşün aksine, gerçekte duyma yetisini yitirmiş bir insanla konuşuyor olursunuz. Yapmanız gereken tek şey, o uyuyana kadar beklemektir. Ne var ki, Mişa yatağa daha da yaklaştı ve şöyle dedi: "işte bu... Bütün bunlar senin suçun . . . içiyor olmam . . . ve şimdi seni öldüreceğim. " Lena, Mişanın sesinde kuşkuya yer bırakmayan bir kararlılık ifadesi duydu. Yataktan fırladı ve odanın içinde koşmaya başladı. Mişa, onu önce balkonda sıkıştırdı. Lena onun kendisini yakalayacağını düşündü, ancak sarhoşlar hantal olurlar ve Lena, Mişanın elinden kurtulmayı başardı, sokak kapısına varınca, aceleyle üzerine giyecek bir şeyler aldı ve karda en yakın sığınılacak yere, benim daireme doğru koşmaya başladı. Bu olayın ardından boşandılar. Aşırı duygusal bir doğaya sahip olmamalarına karşın, her ikisi de mutfağıma gelip hıçkıra hıçkıra ağladılar ve bana birbirlerini ne kadar çok sevdiklerini, ancak bir daha asla birlikte yaşayamayacaklarını anlattılar. Ben Mişayla görüşmeyi sürdürdüm, ancak gittikçe daha seyrek olarak. Ara sıra, daha çok da para istemek için uğruyordu, çünkü içmeye devam ediyordu ve fena halde içiyordu. Geçimini sağlamak için yaptığı tek şey zaman zaman aldığı çeviri işleriydi. Ayık kafayla yaptığı ender ziyaretlerinde bana içkiyi bırakmaya ve yeni bir hayata başlamaya çalıştığını söyledi. Ortodoks Hıristiyanlığa merak salmıştı, dini kitaplar okuyordu , vaftiz olmuştu , günah çıkarmaya ve iletişim kurmaya gittiği, güven duyduğu bir papaz bulmuştu ve bununla teselli buluyordu. Manevi kurtuluşun mümkün olduğuna ikna olmuştu . Buna karşılık, Mişanın dış görünüşü kurtuluş yolunda ilerleyen bir insanınkine benzemiyordu . Kötü durumdaydı, saçları yağlı ve dağınıktı. Üzerinde kendisine çok kısa gelen, yıpranmış ve elden düşme olduğu her halinden belli siyah bir palto vardı ve nerede yaşadığını sorduğumda, hiç kimsenin kendisini anlamadığını ve hiç kimsenin seni anlamazken bir yerde yaşamanın son derece güç oiduğuna dair anlamsız laflar etti. Yeltsin döneminde bu çok olağanüstü ya da şaşırtıcı bir manzara değildi. işini kaybetmiş ve yeni gerçeklik içinde kendisine bir yer bulamayarak kendini içkiye vermiş, cebinde beş kuruş parası olmayan, çok sayıda iyi eğitimli insan, saygıdeğer vatandaş, sokaklarda amaçsızca gezinip duruyorlardı. Yaygın tatminsizlik, işsizlik ve çok sayıda insanın Sovyet döneminde sahip oldukları işlerini kaybetmeleriyle oluşan bu elverişli ortamda Ortodoksluk moda hale geldi; işini, eşini ve varoluş sebebini kaybeden herkes, gerçekten inanan insanlar olmamalarına karşın, kiliselere koştular. Dolayısıyla, Mişa bu yolda ilerleyen çok sayıdaki insandan biri gibi görünüyordu. Bir keresinde beni görmeye geldi, ayıktı ve neşesi yerindeydi; benden kendisini tebrik etmemi istedi. Evvelsi gün bir oğlan babası olmuştu. Ona bu habere ne kadar çok sevindiğimizi söyledik: en azından rüyası gerçek olmuştu. Buna karşılık, bir sebepten dolayı Mişa umduğumuz gibi mutluluktan havalarda uçmuyordu. Çocuğun adını Nikita koymuştu . Çok önceleri, Mişa hala Lenayla evliyken, sık sık derin düşüncelere dalar ve bir oğlu olursa adını Nikita koyacağını söylerdi. İhtiyatlı bir biçimde, "Nikitanın annesi kim?" diye sordum. "Genç bir kız," diye cevap verdi. "Onunla birlikte mi yaşıyorsun? Evlendiniz mi yoksa evlenecek misiniz? " "Hayır. Annesiyle babası beni sevmiyorlar. " "O halde bir daire kirala ve orada oğlunla birlikte yaşa. Bu çok önemli. " "Ama hiç param yok. " "Öyleyse para kazanmaya başla. " " Canım istemiyor ve yapamam da. Yapamam işte . . . bunu yapamam." Mişa konuşmayı burada kesti. . Aradan bir yıldan fazla süre geçti. Yeltsin iktidarı bıraktı, Putini halefi olarak atadı. Sonra, ikinci Çeçenistan Savaşı başladı. Putin sürekli televizyondaydı. Kah bir askeri uçağın pilotluğunu yaparken, kah Çeçenistanda talimatlar verirken görünüyordu. Sonucu önceden belli olan seçimler yaklaşmaktaydı. Lena bir gece geç vakitte bana telefon etti. Bir şarkıcının konser sonrasındaki sesini andıran, neredeyse onu tanımayacağım kadar boğuk bir sesle, "Ne olmuş, biliyor musun?" dedi. "Az önce telefonda söylediler. Mişa birlikte yaşadığı kadını öldürmüş. Kadının ilk evliliğinden, on dört yaşında bir oğlu varmış. Bu olay olduğu sırada çocuk evdeymiş. Mişa sarhoş olmuş. Görünüşe göre kadın ondan yaşça daha büyükmüş, haline acımış ve kendisini o derece yalnız hissetmemesi için onunla beraber içmiş. Her neyse, dün, Mişanm eline bir bıçak geçirip, kadına, daha önce bana söylemiş olduğu sözleri söylediği, Seni öldüreceğim, dediği sırada, birlikte içki içiyorlarmış. " Lena birden ağlamaya başladı. "Öldürülen kişi ben de olabilirdim," dedi. "Hatırlıyor musun? Hepiniz beni boşanmamam için ikna etmeye çalışıyordunuz. Sen, Mişanın kendisini toplayabileceğini, tedaviye ihtiyacı olduğunu söylemiştin. Fakat o beni de öldürmüş olabilirdi. " Mahkeme, özellikle yaşam öyküsü anlatıldıktan sonra, Mişaya yumuşak davrandı. Dört buçuk yıl hapse mahkum edildi. Bir cinayet için bu gerçekten uzun bir süre değil. Mahkeme Mişanın akli dengesinin yerinde olmadığına ya da alkolizmine karşın zihinsel sebeplerle azaltılan sorumluluğun geçerli sayılmadığına karar verdi. Mişa, Mordovyada, ormanın derinliklerindeki bir çalışma kampına gönderildi. Altı ay sonra, kampın komutanı, Lenayı, şimdi yeni eşi ve en sonunda sahip olduğu oğluyla birlikte yaşadığı dairesinde ziyaret etmek üzere Moskovaya geldi. Kamp komutanı dünya üzerindeki en parlak zekaya sahip insanlardan biri değildi muhakkak, fakat belli ki yumuşak yürekli bir insandı. Lenayı ziyaret etmeye kendisi karar vermişti. İşin başında olan kişi olarak, Mişadan boşanmış olmasına karşın Lenayı bulmanın ve ona Mikaelinin (komutan Mişadan bu şekilde söz ederek Lenanın yeni kocasını dehşete düşürmüştü) bugüne kadar gördüğü en iyi, en okur-yazar ve kamptaki en çalışkan mahkum olduğunu söylemenin görevi olduğunu düşünmüştü. Pedagojik bir yaklaşıma sahip olduğu belli olan kamp komutanı, Mişayı mahkumların kütüphanesinin sorumlusu yapmıştı ve Mişa da kütüphaneyi baştan aşağı yeniden düzenlemişti. Mişa çok okuyor, diğer mahkumlarla bir psikolog gibi ilgileniyordu. Mişa, dikenli tellerle çevrili kamp alanının içine, kendi başına ahşap bir kilise inşa etmişti ve keşiş olmaya hazırlanıyordu. Seçmiş olduğu bu yolda kendisine rehberlik etmeleri için bir manastırla yazışıyordu. Kamp komutanı, Lenaya, kampındaki katillere, tecavüzcülere ve eski suçlulara tek iyiliğin keşişlerden geldiğini gördüğünden, Mişanın keşişlikle ilgili eğilimlerine destek verdiğini de söyledi. Mişanın ricası üzerine, Moskova Patrikhanesinin dükkanından bir kilise duvar tabanlığı satın alacak ve bunu kampa geri götürecekti. Komutan sözlerini, örnek davranışlarından dolayı Mişanın cezasının kısaltılmasını isteyeceğine söz vererek sona erdirdi. Lenanın gözyaşları içinde olduğunu görerek, "Lena, yoksa bu haber karşısında memnun olmadınız mı? " diye sordu. Lena, "Korkuyorum," diyerek cevapladı adamı. "Korkmanıza gerek yok," diyerek karşılık verdi Mişanın komutanı da. "O çok değişti, artık tehlikeli biri değil. Artık içmiyor ve kimseyi de öldürmeyecek. En azından, ben öldürmeyeceğini düşünüyorum. " Kamp komutanı saçlarını düzeltti, çayını içti, avuçlarından ateş çıkartmak istermişçesine ellerini ovuşturdu ve şöyle dedi: "Gerçeği söylemek gerekirse, kamptan gideceği için üzülüyorum. " Bizler kendimizi olabilecek her türlü olaya karşı hazırlamaya başladık. Mişa her an Moskovada yeniden ortaya çıkabilirdi. Nitekim, 2001 yılında yeniden göründü. Birkaç hafta orada burada dolaştı, yine kalacağı bir yeri yoktu , Almancayı unutmuştu ve artık yeni hayata uyum sağlama becerisini bütünüyle yitirmişti. Onun uzun zamandır Moskovada yaşadığını biliyordum, nihayet bir gün rastlantıyla Tverskoy Bulvarında karşılaştık. Birbirimize rastladığımızda, bir zamanlar çok yakından tanıdığım yüz hatlarım zar zor çıkarabildim. Bir banka oturduk ve yaklaşık üç saat boyunca hiç ara vermeden konuştuk. O bana çocuklarımı sormadı, ben de ona oğlunu sormadım. Mişanın sadece biriyle konuşmaya, kendisini dinleyecek birine ihtiyacı vardı. Uzun uzun doğru manastırı seçmekle ilgili olarak konuştu . Karşımda duran adama dikkatle baktım. Eski Mişadan ya da gençliğindeki halinden geriye hemen hiçbir şey kalmamıştı. Gri, yaşlı ve çökmüş görünüyordu . Eskiden sahip olduğu yetenekleri tamamen kaybetmiş gibiydi. Geriye kalan sadece kadere karşı duyduğu hınç ve hapishanede edindiği argoydu. Buna ek olarak, Mişa bana hayatın anlamıyla ilgili olarak, zorlukla okuyabilenler için yazılan broşürlerde bulabileceğiniz türden bayağı saçmalıklar anlatıp durdu. Mordovyadaki kampta ne türden bir kütüphaneleri olduğunu düşünebiliyordum. "Bir iş buldun mu ? " "Nerede? Her yerde ücretler çok düşük ve karşılığında çok fazla şey bekliyorlar. " "Evet, ama şimdi hepimiz aynı durumdayız. Buna katlanmamız gerekiyor . . . " diye söze başladım. Mişa sözümü kesti. "Pekala, ben herkese benzemek istemiyorum." Bu konuda kesinlikle kararlıydı. "Manastırla ilişkilerin ne durumda? " "Şu anda beni kabul edebilecek durumda değiller. Sırada bekleyenler var ve bunun için bile araya nüfuzlu tanıdıklar sokmak gerekiyor. Bir çevren olması gerekiyor. Hapishaneye girmiş olmak işleri kolaylaştırmıyor." "Sanırım bu anlaşılabilir bir durum. Gerçekten de senin hapisten çıkmandan bu yana çok fazla zaman geçmedi. " Mişa, "işte ben bunu anlayamıyorum," diyerek saldırganlaştı. "Ne yapmayı planlıyorsun? " Arkasını işaret ederek, "Bu küçük kiliseye gideceğim," dedi; gerçekten de arkasında, uzun yıllar boyunca sapasağlam ayakta kalmış, Moskovanın en eski kiliselerinden biri duruyordu . "Beni bekçi olarak işe almalarını isteyeceğim. Bana bir manastıra girebilmem için özgeçmişimin gerekli puanı tutturması gerektiği söylendi. " Bu sözlerine ikimiz de güldük. Sadece SSCBde doğmuş ve bilinçli hayatının yeterince uzun bir bölümünü bu ülkede geçirmiş biri, bunun, araya nüfuzlu birilerini sokup iş bulamadığında kullanılan tipik bir Sovyet yaklaşımı olduğunu bilir. Ve işte biz oturmuş, Sovyet tarzı hayatın gündelik gerçekliğinden fazlaca ayrılamayan manastırdan, inançtan, dinden, Kilisenin kurallarından söz ediyorduk. Bu duruma gülüyorduk. Mişa, "Yeni Rusyada Ortodoksluğun ve Sovyet hayatının yollarının aniden nasıl birleştiklerini görmek garip," dedi. Böbrek ya da kalp sorunu olduğuna işaret eden su toplamış gözkapaklarının altından, bana aniden o eski, neşeli, uyanık şakacı, centilmen Mişa baktı. "Elbette ki yolları birleşti. Katılmaya çalıştığın kilisenin, bir zamanlar kaçtığın Genç Komünistler Birliğinin yerel komitesine dönüşmüş olması yüzünden korku duymuyor musun? Sadece her şey yeni renklere boyandı, en sonunda manastıra girdiğinde hayal kırıklığına uğrayacaksın ve . . . " Sustum. Ne söyleyeceğimi bilemedim. "Sorunlarım yüzünden onları suçlayarak yine birilerini öldüreceğimi söyleyecektin, değil mi? " Tam da bunu söylemek üzere olmama karşın, "Hayır, elbette ki hayır," diyerek kekeledim. Anlaşıldığı kadarıyla ikimiz de aynı şeyleri düşünüyorduk. "Tam da bunu söyleyecektin. Buna cevaben, elbette sadece kendi adıma korktuğumu söyleyebilirim, ancak gidecek hiçbir yerim yok. Eğer burada kalırsam sonunda yeniden hapse gireceğim. Hapishane gibi sınırlandırılmış bir yerde kendimi daha iyi hissediyorum; manastır, çalışma kampı gibi bir yer, sadece gardiyanları farklı. Benim gözetim altında olmaya ihtiyacım var. Etrafımızdaki hayat tarzını görüp, kendimi kontrol etmem mümkün değil." "Peki, ne tür bir hayat tarzı bu? " "iyiliğe inanmayan, sinik bir hayat tarzı. Sinizme tahammül edemiyorum. içmeye de bu yüzden başladım. " "Öyleyse kadın arkadaşını neden öldürdün? O da iyiliğe inanmayan bir insan mıydı? " "Hayır, çok iyi bir insandı, onu neden öldürdüğümü hatırlayamıyorum. Sarhoştum. " "Yani, her halükarda bu dünyada durmayacaksın." "Hiçbir koşulda. Bu dünyaya katlanamıyorum. " Mişayla daha sonra yeniden karşılaşmadım, ancak bir manastıra girmeyi başaramadığını biliyorum. Bürokratik işlemler uzadıkça uzamış. Rusyada Ortodoks bürokrasi büyük ölçüde devlet bürokrasisine benzer, kendisini doğrudan etkilemeyen her şey karşısında kayıtsızdır. Mişa, Patrikhaneye gitti, onlara formları götürdü, bir kilisede bekçilik yaptı, fiilen bir kilisede yaşamaya başladı. Yavaş yavaş yeniden içer oldu. Para istemek için iki kez Lenalara gitti. llk seferinde Lena ona 100 ruble verdi, ikinci seferde para vermeyi reddetti. Lena bu konuda son derece haklıydı. O ve kocası, Mişaya istediği zaman sarhoş olabilmesini sağlamak için çalışmıyorlardı. Haklıydılar elbette. Ne var ki Mişa kendisini bir metro treninin altına attı. Biz bunu çok sonra, o da tesadüf sonucu öğrendik. Sonra da, tanıdığım en yetenekli Ruslardan biri olan Mişanın, evsiz ve sahipsiz biri olarak gömüldüğünü öğrendik. Daha doğrusu, onun küllerini gömmüşlerdi, çünkü bu durumdaki ölüleri yakıyorlar. Mezarının nerede olduğunu hiç kimse bilmiyor.
·
409 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.