Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

256 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
23 saatte okudu
İlber Ortaylı’nın en iyi ve rahat okunan eserlerinden birisiyle karşınızdayız. Bugün farklı olarak uzun bir inceleme yapmak ve kitaptaki karakterler hakkında tek tek bahsetmek istiyorum. İlk bölüm Tarihten Portreler adıyla yayımlanmış olup Julius Caesar’dan Grigori Rasputin’e kadar yazılmış. İkinci bölüm Türkiye’den Portreler adı altında Kazım Karabekir’den başlayarak kitabın sonuna yani Nazan Ölçer’e kadar ilerliyor. Tabi bu ilerlemenin en güzel noktası ise kullanılan dilin çok ağır olmaması ve okuyucuyu kesinlikle yormaması. Julius Caesar: Tarihin en çok tanınan, silinmez denen karakteridir. Kitaba uygun gideceğimi şimdiden belirteyim. Doğumundan, strateji uzmanlığından (ki en çok bu yönü ünlüdür) ve adına verilen ‘Temmuz’ ayından bahsediyoruz. Ayrıca Temmuz’un Türkçe olarak Yeraltı Tanrısı Dammuz’dan geldiğinden bahsediyoruz. Ayrıca onun ünvanı olan Caesar’ı Fatih Sultan Mehmet’in de ‘Kayzer-i Rum’ adıyla kullandığını anlatıyor. İmparator Augustus: Tahmin edileceği gibi ‘Ağustos’ ayının sahibidir. Senatoya bir başkan atanmasının adeta mucidi, kendisini iç harbin ortasında bulan, aynı zamanda Sezar’ın intikamını alan, yönetim konusundaki dahiliği ile tam 58 yıl iktidarda kalan birisi. Sezar ve İskender gibi büyük bir komutan yahut kanun koyucu olmasa da bu iki özelliğin harmanı olarak senato onun adını yılın bir ayına tahsis etti. Fatih Sultan Mehmed: Beklenenin aksine farklı bir yerden giriş yapıyoruz ki, İlber Ortaylı okuma sebebim budur zaten. Tarih yazıcılığının Osmanlı’da zayıf olduğunu, doğumunu, Hristiyan olduğu iddialarını, Rönesansın renkli bir kişiliği olduğu; iki kıtanın, iki denizin ve iki medeniyetin de hükümdarı olan aydın kişiliği anlatılıyor. Yavuz Sultan Selim ve V. Şarl: Künyesi, soyunun nereden geldiği, şair karakteri, hakim olduğu diller, Doğu Anadolu bölgesinde yaptıklarından dolayı suçlanması ve bu bölgenin o zaman dahi karışık bir coğrafya olduğu üzerine konuşuyoruz. Onun vefatında ise doğan Şarl ve onunla parlak bir İstikbal yakalayan İspanya’ya kısa bir değinme var. Ayrıca kendisi bir Alman. V. Şarl: Kanuni’nin ne kadar başını ağrıttığından, İspanya’nın durumundan, Kanuni’den, Barbaros Hayrettin Paşa’dan bahsettikçe açılıyoruz. Kanuni Sultan Süleyman: Bir cihan padişahı, Türklerin Kanuni’si; dünyanın ise Muhteşem Süleyman dediği Osmanlı tarihinin bu müthiş askerini okumak beni çok mutlu etti. Adeta dahileri yanına topladığı, yükselme döneminin en iyi adamlarını (Sokullu Mehmet Paşa, Ebussuud Efendi, Kemal Paşazade, Taşköprülüzade, Mimar Sinan ve niceleri) barındıran muazzam bir devir. Büyük dedesi, dedesi, babası gibi o da sarayın dışında, seferde, ordusunun başında vefat etti. Allah rahmet eylesin. Mimar Sinan ve Devri: İmparatorluğun en parlak devrinin mimarı, Türk ve Türkiye sanatının 1 numarası, her eseri gidip görülesi bu zeki insanın Ayasofya’nın restorasyonundan Süleymaniye Camiine, Haseki, Selimiye, Mihrimah Sultan, Şehzade, Cihangir gibi camiilerimizin de yapımında bizzat adı bulunan, birçok eser inşa eden birisi. Evliya Çelebi: Peygamber Efendimiz’i (s.a.s) rüyasında görüp ‘Şefaat ya Resulallah diyeceğine Seyahat ya Resulallah’ dediği için birçok nükteye konu olan ancak gezdiği ve gördüğü şeyleri ( bazen ne kadar abartılı olsa da) yazan ve birçok dönemin aydınlanmasında onun eserine başvurulan tarihimizin büyüklerinden. Ayrıca onun ne kadar hoşsohbet biri olduğunu tahmin edebilirsiniz çünkü tam bir savaş zamanında, Türk yurdundan geleceksiniz her yere gideceksiniz ve kimse size zarar vermeyecek. Demek ki oldukça ama oldukça güzel sohbeti olan, insanlarla iyi geçinen biri olduğunu düşünmekte bir beis yok. Şimdi bile birine selam vermeye, gülümsemeye korkuyoruz acaba kavga mı çıkar diye. Bu yüzden kendisine ve eserine saygı duymamak elde değil. Kösem Sultan: Osmanlı tarihinin ilginç portrelerinden, aynı zamanda kadın hakimiyetinin sembol isimlerinden birisi olarak tarih bazı dizilerdeki gibi Hürrem Sultan’ı değil Kösem Sultan’ı yazacak. Nereden geldiği, ne yaptığı, nasıl yükseldiği, hayatı, padişahı ve dolayısıyla da devlet yönetimi, orduyu elinde tutmayı başarması gibi konular inceleniyor. Ayrıca bu bölümün sonunda İlber Ortaylı hocamız, tarihte kadının tesirinin çok abartıldığı görüşünde ki ben buna pek katılamayacağım, üzgünüm hocam. Prens Eugen: Osmanlı’yı yenilgiye uğratabilen tek Avusturyalı olarak hocamızın defterinde kendisine yer bulan Eugen, kim ve nereli olduğu incelenerek bize anlatılıyor. Ayrıca Barok devrinin de askeri, ilmi ve kültürel anlayışının en seçkin temsilcisi olduğuna değiniliyor. III. Selim: Reformcu, çağdaş, kendini kapıların ardına kapatmayan bir padişah mı arıyorsunuz? Doğru adrese geldiniz. Batı tarzı kurulan ordu, ordunun masrafları için kurulan hazine İrad-ı Cedid, askeri okullarda ilk kez yabancı dil -Fransızca- eğitimi ki ayrıca ilk resmi yabancı dildir. İlk devlet matbaasının kuruluşu ve son olarak da yerli ticareti korumak için Avrupalıların ülke içi ticaret yapmalarını yasaklamasını sayabiliriz onun yaptıklarında. Ludwig Van Beethoven: Bir Osmanlı tarihi yerine genel bir tarihten tekrar gittiğimizi hatırlatarak başlamak isterim. Bütün zamanların en çok sevilen ve dinlenen yazarı desek abartmış olur muyuz? Sanmıyorum. Çariçe II. Katerina: Az önce neden İlber hocamızın görüşüne katılmadığımın adeta kanıtı Katerina’dır. Alman ortamında yetişen, mükemmel Fransızca bilen, çok fazla kitap okuyan, dönem siyasetini iyi bilen, en şatafatlısı da sanırım 34 yıl tahtta kalmasıdır. Osmanlı İmparatorluğuna da oldukça zarar veren birisidir. Kavalalı Mehmet Ali Paşa: Modern Mısır’ın kurucusudur. Matbaa bile Osmanlı’dan önce oraya gelmiş, birçok eser orada basılmıştır. Osmanlı’ya birçok sorun çıkarmış ancak icraat olarak çok başarılı bir insan olduğunu inkar etmek, haksızlık olur. Şair Puşkin: Rusya’nın en büyük şairi, dramaturgu, romancısı ve üslubuyla tarih yazımına yön veren insanı. Eşi Natalya’nın kızı ise Tolstoy’u etkileyip yazdığı Anna Karenina romanının ilhamı olarak kullandığı bilinmektedir. Amadeo Preziosi: Bir ressam olan Preziosi, bir İtalyan olup resimlediği çerçevenin iyi bir parçası olmayı da başarmıştır. Zaten İtalyanlar, Fatih Sultan Mehmet ile birlikte ülkemize gelmişlerdir. Ressamın bir korsan olarak başladıktan sonra İstanbul’a gelmesiyle 19. yüzyılın en renkli ressamı da ortaya çıkmış oldu. 1867’de ise Paris uluslararası sergisine Osmanlı-Türk ressamı olarak katılmıştır. Daha çok İstanbul halkını, çarşılarını ve mezarlıkları resmetmesiyle bilinir ki o dönem mezarlarımız halen oldukça ilgi konusudur. Leo Tolstoy: Rus köylüsünün dili dersek kimse karşı çıkmaz sanırım. Okuttuğu binlerce çocuk, öğrettiği zanaat ve dünyanın kirliğine karşı dik bir duruş. Bunların yanında Anna Karenina romanına dair uzun bir tahlil ve son. II. Abdülhamid: Tarihte en çok tartışılan insanlardan birisi hatta belki de en çok tartışılan insan. İlber Ortaylı’nın bu insana olan sevgisini biliyoruz. Benim de oldukça beğendiğim bir şahsiyet tabi. Doğumu, çocukluğu, ailesi, erken dönem hayatı (bu tabir de Mısır krallarını tarif etmeye kullanılır da neyse) bizlere aktarılıyor. Özellikle Alaturka yerine Alafranga müziğe düşkün olması beni oldukça şaşırttı diyebilirim. Arap harfleri yerine Latin Alfabesi istemesi de onun ileri görüşlü yönünü kanıtlar nitelikte sanki. Birçok yönü anlatırken benim aklımda kalansa uyguladığı Denge Politikası oldu diyebilirim. Onu tahttan indirenlere karşı bile kötü olmadığı, yalnızca Talat Paşa’yı hiçbir zaman yanına kabul etmediği bilinir. V. Mehmed Reşad: Dile kolay tam 9 yıl Osmanlı’yı yöneten bu sevimli ama içe dönük padişah, içe dönük ve sadece sembolik bir isim olarak değerlendirilmelidir. Vahdettin de bu kategoriye girer. Abdülhamid sonrası 2 padişaha da sembolik olarak bakmak en doğrusudur ki Mustafa Kemal de gerekeni yapmıştır. Bazı gericiler gibi devleti kapattı vs demek asla doğru bir yaklaşım değildir. Bunu da kesinlikle kınıyoruz. Grigori Rasputin: Sarayın ‘Dokunulmaz’ lakaplı, cahil ama kuvvetli sezgileri olan adamı. Keşişin öleceği günden, katillerine; kanlı bir savaş yerine barışın Rusya için daha iyi olacağına dair söylemleri adeta 1922’de yaşananlarının kanıtı niteliğindedir. Kazım Karabekir: Aydın bir subay, parlak bir komutan olan Kazım Karabekir; gerek askerliği gerekse yazdığı eserleriyle döneminin yalnızca bir ‘Komutanı’ değil aydın bir kişiliğidir de. Onu sevmeyen daha doğrusu askere soğuk bakan kesim ise Mustafa Kemal Atatürk ile arasındaki siyasi görüş ayrılıklarını dillendirirler. Biri silahlar bırakılsın dediğinde Kazım Karabekir silahını bırakmamış ve Mustafa Kemal’in en büyük destekçisi olmuştur. İdealist ve idealleri uğrunda can vermeye hazır insanlardan arkadaşlarınız varsa, aranız ne kadar iyi olsa da birçok görüş ayrılığı yaşadığınızı fark edeceğiniz malumdur. Tarihi büyüklere hakaret (ve küfür) acziyettir. Mehmet Akif Ersoy: Milli şairimiz Mehmet Akif, her zaman saygı duyduğum, ilkokul yıllarından beri her Cuma okuduğumuz, her maçımızda bile okunan İstiklal Marşı’mızın yazarı, şair ve düşünür. Gençlerin ‘nereye olursa olsun’ diyerek kaçtıkları bir dönemde Mehmet Akifler’e hepimiz muhtacız. Osman Ertuğrul Efendi: Sanılanın aksine Osmanlı içinde de çağdaş insanlar oldukça boldur. Bunlardan birisi de Cumhuriyet için söylediği “Bizim aile için büyük zorluklar doğurdu ama Türkiye için hayırlı bir değişimdir.” sözüyle hatırlanan Osman Ertuğrul Efendi’dir. Renkli kişiliği, mizahi kimliğiyle tanınır. Vatandaşlıktan çıkarıldıktan sonra hiçbir ülke vatandaşlığını kabul etmeyip (bir dönem Arnavutluk kralı verse de II. Dünya Savaşı sonrası bunu bırakmıştır) Recep Tayyip Erdoğan tarafından Türk kimliğini yeniden almıştır. Neslişah Sultan: 3 yaşında dönüşü olmayan bir pasaportla sürgüne gönderilmiştir. Sanırım Osmanlı düşmanlığı yapanlar 3 yaşındaki bir kızımızı da kötülemezler, o kadar da değildir. Murat Bardakçı’nın Neslişah kitabı 400 sayfalık arşiv belgesi, mektup, hatırat ve resimlerle hem onu hem de o dönemi en iyi anlatan eserlerden biridir. Tavsiyesini de verelim. İhsan Doğramacı: Bir tıp adamı, tıpa ömrünü adamış bir adam. Hacettepe ve Bilkent üniversiteleri onun mirasıdır. Kurucu bir kişilik olması ona İlber Ortaylı’nın defterinde yer vermiştir. Semiha Berksoy: Kuşağının ilginç sanatçılarından birisidir. Herkes tahsil olarak tıp, kimya ve edebiyat alırken o müziğe dönelmiştir. Kariyeri Atatürk sayesinde ve onun önünde başladığı için kendini her zaman Cumhuriyete borçlu hissetmiş ve ayrıca biraz da magazin verelim. Nazım Hikmet’e çok büyük bir aşk duymaktadır. Sevil Yurdakul: Yurtdışı eğitimi almış, eğitimi sonrası çok aranmış, heyecanlı, hatırlı ve en önemlisi de bütün eğitimine rağmen ülkesini bırakıp gitmek, yani açık söylemek gerekirse bol para kazanmak yerine kendisini bu ülkeye adamıştır. Bülent Ecevit: Ah, bizim mazlum insanımız. Ah, bizim çalıp çırpmayan, kiminin ‘EZİK’ diye tabir etmekten bile UTANMADIĞI, Utanmazların arasında geçen yıllara rağmen hem sağın hem solun sevdiği ve anlaşabildiği yegane birisi. Bir şair, edebiyatçı. En son ve gerçek ‘Demokrat’ ve ruhu şad olsun. Nejat Göyünç: Tam bir Üsküdarlı (bu önemli) ve bir tarih eğitmeni. Her tarihçinin araştırması gereken, günümüz tarihçilerinin çoğu gibi at gözlüğünü takıp ilerleyen birisi değil renkli bir kişilik. Cenazesinde bile her kesimden insanın bulunması, hizipçilik yani birilerin olmaya taraf tutup bölücülük yapmadığın ve böyle olmadığı zamanda da bir insanın sevilebileceğinin, belki de daha çok sevilebileceğinin adeta bir kanıtıdır. Oktay Aslanapa: İstanbul Edebiyat Fakültesinden, Sanat Tarihçisi olarak çıkmıştır. Sürekli araştırması ve adeta okumaz araştırmazsa bunalıma giren insan tipidir. Onun derdini en iyi şu cümle özetler sanırım: Ulus tarihi önünde huşu ile eğilip, maziye şükran, sadakat ve gelecek nesillere emanet endişesiyle çalışmak. Halil İnalcık: Allah rahmet eylesin, Türkiyemizin tarih hocasıdır kendisi. Onun 1 tane bile eserini okumayıp, tarihçiyim diye gezinen var mıdır? İnanıyorum ki vardır. İlk kuşak öğrencilerinden ve merak edilen dönemi yaşayan son insanlardan olduğu için her eserinde bir fayda bulmak, her eserinden geniş tahliller çıkarmak mümkündür. Mekanı cennet olsun. Ekrem Akurgal: Arkeoloji denince aklımıza gelebilecek en iyi isimlerden biridir. Onun tarzı çok sevilir çünkü Arkeoloji ve Arkeologlar dünyasında tartışmalı sorunları betimleyici, ıspatlayıcı ve can alıcı noktalarını mutlaka bir hükme bağlamasıyla tanınır ve İlber Ortaylı onu dinlemenin kendisini çok etkilediği belirtir. Süreyya Faruki: Bir öğretmen nasıl olmalı sorusunun cevabını veriyor. Hukuk tarihi metinleriyle alakalı etkileyici bir dersini İlber hocamız tam 1 saat dinlemiş. Latife Uşaklıgil: Böyle dediğimizde tanınması güç oluyor. Biz Latife Hanım diyelim, daha iyi anlaşılır. Ben de daha önceden belirtmiştim, kendisini sevmem ve hazzetmem. Ben Fikriye Hanım tarafını tutanlardanım. Özellikle açılmayan ve açılması istenmeyen, Atatürk hakkında çok gizli ve özel bilgileri içerdiği söylenerek spekülasyon yapılan bazı yazıları olduğu söylenir ama ne olursa olsun sevmiyorum seni be Latife Uşaklıgil. Bir türlü kanım ısınmadı ama sen de büyüğümüzsün, Atamıza eş oldun, saygı duyuyoruz. Kevork Pamukciyan: İstanbul efendilerindendir. Gerçek bir efendidir. Ailesindeki bir vefat üzerine taziyede bulunanlara bile üşenmemiş tek tek mektup yazmıştır. Yazmaya doyamayan birisidir, biz de okumaya doyamayan kişileriz. Güzel anlaşırız. Ayla Erduran: 1940’lı yılların parasız Cumhuriyetinin, çok zorlu şartlarda yetiştirdiği en ünlü virtüözlerdendir. Zaten o dönemin her zanaat ve sanatında ayakta kalmış, çabalamış, bir şekilde bir yerlere gelmiş insanlarını okudukça, öğrendikçe bu yıllar sadece BAHANELERE sığınanlara açıkçası gülüp geçiyorum. Recep Yazıcıoğlu: Ah, valim. Mekanın cennet olsun. Seni sevmemek, beğenmemek mümkün mü? İmkansızlıklardan imkan yapmak için çabalaması, bulunduğu devirde halkın çok sevdiği, bırakmak istemediği, Karadenizli bir aydın. Vali demek çok basit kalır onun yanında, ona Aydın demek daha iyi ve doğru bir tanım olur. Bulunduğu değil bulunmadığı toplumu dahi öyle bir etkilemiş ki biz zamanlar dizisi çekilmişti hatırlayalım. Sevgi Gönül: Hoşsohbet ve nüktedan bir kişiliğiyle tanınır. Ülkemizde ağır hastalıkla boğuştuğu dönem de dahil özel müzeciliğin öncüsü olmasıyla tanınır. Claude Cahen: Fransa’nın İslam Tarihi ve Türk Tarihi (Selçuklu) alanında yetiştirdiği Yahudi aslıllı bir aydındır. Bu kadar renkli bir kişiliğin eserlerlerinin de aynı şekil olduğunu tahmin edebiliriz. Yoksa İlber Ortaylı’nın defterinde ne işi var değil mi? Yahya Kemal: 1950’lerin dar imkanlı Türkiye’sinin şair ve fikir adamıdır. Ancak şunu belirtelim ki diğer akranlarının aksine o sahiplenilmiş, himaye görmüş, sefirlik ve milletvekilliği yaparak diğerlerine göre daha rahat yaşamıştır. Andreas Tietze: Türkoloji alanı uzmanıdır. Farkettiniz mi ya Doğu ya Batı hep bir Türkoloji uzmanı görüyoruz ama ortada yani bizim içimizden böyle birisi çıkmıyor. Çıktığında da Irkçı, Kafatascı gibi yaftalar yapıştırılıp sindiriliyor. Vay bunu yapanlar... Tietze’nin önemi ise İlber Ortaylı’ya yön veren, tevazu ve bilgisiyle hem öğreten hem de haddini bildiren kişi olması ve İlber Hoca’nın bunu itiraf etmesidir. Filiz Çağman: İlginç bir Müze müdürü olmasıyla tanınır. İlber Ortaylı’nın müze takıntısını ve verdiği önemi biliyoruz. Temizlik yapmak, yemek yapmak, araba sürmek gibi onun da Müze sevgisi bitmiyor. Türkler sergisiyle bilinir. Yaşadığım baş ağrısından ötürü devam ettiremiyorum artık gerçekten yoruluyorum ve kalan yani kitapta bahsedilen isimleri de yazıp bitirmek istiyorum. “Salim Şengil, Attila İlhan, Hüseyin Hatemi, Cemil Meriç, Omelyan Pritsak, Yılmaz Öztuna, Mübahat S. Kütükoğlu, İsmail Cem ,Mübeccel Belik Kıray, Irene Melikoff, Sedat Alp, Reşad Ekrem Koçu, Nurhan Atasoy, Gazne Soysal, Sevgi Gönül, Ali Alparslan, Özdemir Nutku, Nermin Abadan Unat, Füsun Akatlı, Nazan Ölçer.” Böylelikle güzel bir kitabı geride bıraktıki keyifli okumalar, mutlu sabahlar dilerim efendim..
Defterimden Portreler
Defterimden Portrelerİlber Ortaylı · Timaş Yayınları · 20171,657 okunma
·
1.857 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.