Mehmet Salpa...
Belki hoş geldin ama hiç hoş bulmadın..
Şahvelet Çavuş’u bulamadın.
İncir kuşlarını, kumruları yok edeni bulamadın.
Kitapları yakan, türküleri, kol kola gezmeyi yasaklayanı bulamadın..
.
Ne buldun peki İstanbul’da?
Kuru ekmeğini yerken ‘görene ayıp olmasın’ diye bir arabanın arkasına sığındığında tekme tokat dayak buldun. Çünkü senin mazlum duruşun, kimsesizliğini, çaresizliğini veriyordu ele ve onların egoları, seni suçlu yapmaya yetti. Sadece seni mi? Yoldaşın, yolda rehberlik edenin Kıvırcık’ı da..
.
İşte böyle. Selimiye Üçlemesinin ikinci kitabı Salpa’da tekrar Yılmaz Güney’in o harika Anadolu insanı betimlemesine, saflığına, iyiliğine, doğruluğuna şahit oldum. Konya’dan İstanbul’a büyük umutlarla giden iki yoldaşın zorlu hem de çok zorlu yaşam sürecine üzülerek eşlik ettim. Şimdi üçlemenin son kitabında beni nelerin beklediğini çok merak ediyorum.
Yılmaz Güney iyi ki yazmış.