Saraybosna Marlborosu, Miljenko Jergoviç’in dilimize çevrilmiş tek eseri. Bu cümleyi üzülerek yazıyorum, çünkü yazarın dilini çok ama çok beğendim, ki bunda çevirmenin de payı olduğuna eminim fakat yine de her cümlesi ile beni içine çeken kalemin farklı bir kitabını daha okumak isterdim. Belki ilerleyen zamanlarda bunun için bir fırsat doğar, umarım.
Gelelim inceleme yazımızın özüne yani kitabın içeriğine. Sitede yazılan çoğu incelemenin aksine ben kitabı hüzünlü ve içine taş oturmuş bir şekilde bitirdim. Ve yine bana göre bu kitap içindeki bütün öyküleriyle tam bir “Saraybosna” kitabı olmuş.
Bosna denildiği zaman çoğunlukla aklımıza katliam görüntüleri, tecavüzler, şiddete uğrayan insanlar gelir. Fakat bu kitapta bunlara tam olarak yer verilmeden yok edilen bir şehir ve o şehrin içinde bulunanlar anlatılabilmiş. Solan bir kaktüs, aldatılan bir eş, düşman olan ama savaşın pişmanlığını yaşayan komşular, gözü arkada evini terk etmek zorunda kalanlar… Belki de bu anlatım tarzı yüzünden çoğu kişide “adı Saraybosna ama kendisi değil” hayal kırıklığını oluşturmuştur.
Hâlbuki ben, herkesin aksine tam da böyle bir anlatım kullandığı için Saraybosna kitabı olduğunu düşünüyorum. Çünkü Bosnalılar, onları öldürmek isteyenlere rağmen yaşamayı ve buna duydukları isteği asla bırakmamışlardı. Bosna ile alakalı izlediğim her filmde ve okuduğum her yazıda insanların her şeye rağmen yaşamaya dair olan umutları vurgulanırdı. Açıkçası bu vurgulamayı kitabın birçok öyküsünde bulabildim. Her kaybedişte yola devam edildiği öykünün ucunda ya da kıyısında sezdirilmişti. Çevrelerini saran katliama rağmen Saraybosna için kurulan şu cümle gibi; “Bana, dünyayı üç kez dolaştıktan sonra kuşatılmış Saraybosna'ya geldiğim için pişman olup olmadığımı sordu, ben ise ona Saraybosna'ya gelmediğimi, Saraybosna'da doğduğumu ve Tanrı'nın bana başka bir yerde ölmeyi nasip etmemesini dilediğimi söyledim.” (108)
Aslında kitap için Bosna’yı Bosna yapan her şeyle yok edilmeye çalışıldığı anlatılıyor diyebilirim. Başta insanları olmak üzere şehirleri, binaları ve tarihleri… Yıllar boyunca biriktirilen metinlerin kısa bir süre içerisinde alev alıp toz olarak Saraybosna’ya yağması gibi.
Kısacası bu kitaptaki öykülerde çevrelerini saran katliama rağmen anı biriktirmiş insanların acıları, öfkeleri, üzüntüleri, arkadaşlıkları, ihanetleri ve pişmanlıkları olduğu gibi doğal bir anlatımla verilmeye çalışılmış. Eğer belgesel niteliğinde bir Bosna kitabı okumak istiyorsanız bu kitap kesinlikle size göre değil. Fakat Bosna’ya ve Bosnalılara farklı bir anlatım tarzıyla bakmak isterseniz gönül rahatlığıyla bu kitabı size önerebilirim.
İncelememi kitabın içinde bana en çok hüzün veren cümle ile bitiriyorum: "Saraybosna olduğu yerde duruyor ama artık biz orada yokuz." (s.160)