Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Şarlken ve Kanuni Mısır, Suriye ve Hicaz'ın ani fethi sonrası Osmanlı sultanları “Hâdimü'l-Haremeyni's-Şerefeyn” gibi dini unvanları ön plana çıkarip İslam dünyasının liderliğine soyunurken, Şarlken'in şahsındabirçok toprağın birleşmesi, Hıristiyan dünyasını (Universitas Christiana) tek bir hükümdar altında bir araya getirme projeleriniortaya çıkardı. On altıncı yüzyılın yaygın kıyametçi düşünceakımları her iki hükümdarın da Kıyamet'ten önce gelecek sondünya hükümdarı olduğu yönünde inançları da beslemişti. Hicri 1000 yılının yaklaşmasının da etkisiyle, Osmanlı entelektüelleri Sultan Süleyman'ı İslam dünyasının “müceddidi” olarak lanse etmeye başlamışlardı. Özellikle saltanatının ilk yirmi yılında, Süleyman yaklaşan Kıyamet'ten önce Hak Din'i yayacak ve tümdünyayı yönetecek hükümdar (“sâhibkırân-ı 'alempenâh/sâhibkırân-ı rub'-ı meskûn” ) olarak görülüyordu. Şarlken ile olan rekabeti de bu şekilde değerlendirilmeliydi; onu mağlup edip İslam'ımuzaffer kılacak olan Mehdi (“Mehdi-yi sâhib-zamân/Mehdi-yi âhirü’z-zamân") Osmanlı hanedanının bu onuncu sultanındanbaşkası olamazdı.Şarlken'in Şansölyesi (Grand Chancelier) Gattinara da efendisi için benzer bir “evrensel hükümdarlık” (monarchia universalis) modeli çizmekteydi. Buna göre, Mesih İsa'nın bin yıl sürecek imparatorluğundan önce gelecek ve Kudüs'ü tekrar fethedecek hükümdar Şarlken'den başkası değildi. Onun imparator olarak seçilmesi, sacrum imperium, yani Kutsal İmparatorluk'un ihyası anlamına gelmekteydi.İkili arasındaki bu rekabet yazışmalarda da kendini göstermekteydi. Unvanları arasında “Kudüs kralı”nı da geçiren Şarlken'e,Süleyman “İspanya kralı” diyerek ve onun imparatorluk unvanınıreddederek karşılık veriyordu. '' İki hükümdar arasındaki rekabetinsembolik bir boyutu da vardı. 1530'da Bolonya’daki taç giyme töreninden önce, Şarlken şehre zafer takları altında, askeri müziklerlegirmiş ve yapılan kutlamalar sırasında halk “Sezar, Sezar, imparator, imparator” diye kendisine tezahürat yapmıştı. Roma askerigeçitlerine benzeyen bu törene Osmanlıların cevabı, 1532 seferi sırasında ordu Belgrad'dayken verildi. Süleyman'ın on bir sene öncefethettiği şehirde yapılan bu askeri geçit, Şarlken’inkine benzer birsembolizm kullanmaktaydı. Belgrad sokaklarında zafer taklarının(li archi triomphal) kurulduğu, askeri müziklerin çalındığı (suonide instrumenti diversi) bu töreni dönemin haber bültenlerinden biri eski Roma'daki askeri geçitlerle (secondo le antiquità de Romani) karşılaştıracaktır.'' Dört kolonlu altın bir tahtta oturan SultanSüleyman'ın kafasında bati stilinde, dört katlı, eşsiz mücevherlebezeli bir taç bulunmaktaydı [Resim 15); bu tacı Sadrazam İbrahim Paşa Venedikli kuyumculara 115.000 duka gibi astronomikbir rakam karşılığında yaptırmıştı. Kıdemli bir beylerbeyinin 1milyon akçe aldığı ve senelik nakit bütçesi 200 milyon akçe civarında olan bir imparatorlukta, toplam 6 milyon akçeye denkgelen bu miktarın ne kadar yüksek olduğu ve ödemeyi yapmakzorunda olan Defterdar Mahmud'un neden şikâyet ettiği kolaycaanlaşılabilir. İtinayla hazırlanmış ritüellerle bezeli bu tören, İslamsiyasi kültürüne ve Osmanlı emperyal gramerine yabancı bir dilkullanmaktaydı; demek ki amaç, Batı ya kendi lisanıyla meydanokumaktı. Törene katılan Avusturya elçileri dillerini yutmakla kalmayacak, bu ilginç olay, Avrupa'da da geniş yankı uyandıracaktı.Kısacası, Doğu nun imparatorunun Batı'nın imparatoruna cevabıyerine ulaşmıştı.1520'lere gelindiğinde, doğuda Osmanlılar, batıda da Habsburglar cihanşumul bir imparatorluk hayalleri kurmaya başladılar. Memlük topraklarını ele geçiren ve Anadolu'daki Osmanlı topraklarını tehlikeye atan Safevi tehdidini bertaraf eden Selim, saltanatının son yıllarında gözlerini batıya doğru çevirmişti bile.Ancak erken ölümü olası bir Rodos seferinin önüne geçmişti.1520 yılında tahta geçen Süleyman, sancaktan gelen şehzadeleri hükümdarlıklarının ilk yıllarında bekleyen bir problemle karşı karşıyaydı. Yeni bir sultan tahta cülus ettiğinde, sancağından getirdiği adamlarıyla, saray ve devlette köşeleri tutmuş“müesses nizamın temsilcileri” arasında bir rekabet yaşanırdı. Enkızışmışı 1566'da II. Selim'in cülusunda yaşanan bu sıkıntılarıaşmak için, sultanlar sefer yapıp rüştlerini ispatlama yoluna giderlerdi. II. Mehmed'in İstanbul'u fethedip babasının veziriazami Çandarlı’yı idam ettirmesi, III. Mehmed'in Eğri Seferi ve II.Osman'ın Hotin Seferi hep bu kapsamda değerlendirilebilir.Babasının adamlarını tasfiye etmek ve kendi politikasınıizlemek isteyen Süleyman, hemen fetihlere girişti. İlk olarak,Orta Avrupa'nın anahtarı sayılabilecek Belgrad kalesi fethedilecek (1521), bunu korsanlıkla uğraşan Saint-Jean şövalyelerinin konuşlandığı Rodos (1522) izleyecekti. Fatih'in alamadığı iki stratejik mevkii fethederek saltanatına hızlı bir başlangıç yapan Sultan Süleyman, elde ettiği prestiji babasının adamlarını tasfiye etmekte kullanacaktı. Bütün teamüllerin aksine, 1523 yılında veziriazamlığa daha önce hiçbir idari tecrübesi olmayan has odabaşısı İbrahim'i atayarak bir nevi darbe yapmış ve Enderun kökenli paşalara gücün kendisinde olduğunu göstermiştir.Veziriazamlığı hakkı olarak gören İkinci Vezir Ahmed Paşa nın önce Mısır’a tayinini istemesi, ardından da Osmanlı egemenliğinin daha yerleşmediği bu zengin vilayette isyan bayrağıaçması, Süleyman'ın fetihlerine birkaç yıl ara vermesine yol açtı.Ancak, Belgrad'ın düşmesiyle artık Orta Avrupa'nın kapıları açılmıştı. II. Murad döneminden beri Osmanlıların yenişemediği Macaristan Krallığı, genç ve tecrübesiz bir kral ve aristokratik hiziplerin elinde güçsüz düşmüştü; meşhur Hunyadi Yanos'unoğlu Matthias Corvinus'un kudretli devletinden eser kalmamıştı.Osmanlı orduları 1526 yılında Macar ordularını Mohaç Meydan Muharebesi’nde ağır bir yenilgiye uğratacak ve genç kral Layoş muharebe meydanında ölecekti.Böylece, Osmanlı ve Habsburglar ilk kez direkt olarak karşıkarşıya gelmişti. İmparatorluğunun büyük bir kısmı Batı Avrupa'dakalan Şarlken, Avusturya topraklarının idaresini kardeşi Ferdinandabırakmıştı. Gözü hep Venüs'ün vereceği krallıklarda olan Habsburg ailesi Bohemya ve Macaristan'ı yöneten Jagellonlarla da evlilik yapmayı ihmal etmemişlerdi. Ferdinand Macar prensesi Anna ile evlenirken, kızkardeşi Maria da Layoş ile dünya evine girmişti.Layoş'un Mohaç Muharebesi'nde hayatını kaybetmesi, Osmanlıları aslında sıkıntıya sokmuştu; zira bu ölüm Layoş'un kızkardeşiyle evli olan Ferdinand'ın Macar topraklarında hak iddia edebilmesine yol açtı. Ancak 1505 yılında Macar soylularının yabancı bir prensin kral olamayacağı yönünde aldığı karar ve Erdel Bani Zápolya Yanoş'un etrafında oluşan muhalefet halkasısayesinde, Osmanlılar Habsburgların topraklarını genişletmesini engelleyebildi. Klasik Osmanlı savunma hattı Tuna Nehri'ni takip etmekteydi; başkentten uzaktaki Macar topraklarını direktidare etmek bu sistemin kökten değişmesini ve lojistik zorlukları göze almayı gerektirmekteydi. Osmanlılar, önce bölgeyi bir beylerbeylik şeklinde örgütlemektense, kendilerine tâbi birtampon bölge olarak kontrol etmek istediler. Sultan SüleymanMacar aristokratları tarafından olarak 1526 Kasımı’nda seçilen Zápolya'yı kral olarak tanıyacak ve Ferdinand'a karşı kullanmayaçalışacaktı. Ferdinandın 1527'de ve 1528'de Zápolya'yı iki kezmağlup etmesi ve Budin’i fethetmesi, Osmanlıların 1529 seferineçıkmasına yol açtı. Viyana kuşatmasıyla sonuçlanan bu sefer esnasında, Kanuni Macar başkentinde Aziz Stefan'ın kutsal tacınıZápolya'ya bizzat kendi eliyle giydirdi.Süleyman'ın orduları karşısına çıkmaya cesaret edemeyen Habsburglar, kış yaklaşıp Osmanlı orduları geri döner dönmez, Macaristan üzerinde baskıya devam ediyorlardı. Ferdinandın1531'de Budin'i tekrar kuşatmasına karşılık olarak, 1532'de birkez daha Avusturya üzerine yürümek zorunda kalacaklardı. Gerek 1529 Viyana Kuşatması’nda, gerekse 1532 “Alaman Seferi’nde Şarlken ve Ferdinand'ın Osmanlılarla meydan muharebesinegirmekten kaçınması ve her iki seferin de stratejik bir kazanımgetirmemesi, doğuya sefer yapma hayalleri kuran İstanbul'u barışın faziletine inandırdı. Viyana ile İstanbul'un 1533'te anlaşmasinin ardından, Bohemya Krallığı ve kuzeybatı Macaristan'dakibazı topraklar Ferdinand'ın elinde kalırken, Zápolya Osmanlıharacgüzarı olarak Macaristan'ı yönetecekti. Osmanlılara ise güneyde, Tuna ile Sava etrafındaki topraklar kalmıştı; burası Siremsancağı olarak örgütlenecekti.Barışı tekrar bozan Osmanlı haraçgüzarı gibi davranmayanZápolya nın Ferdinand ile anlaşması ve vasiyetinde topraklarınıHabsburglara bırakmasıydı. Macaristan kralının ölümü (1540)üzerine Osmanlılar bölgeye bir sefer daha düzenlemeye ve burasini Budin beylerbeyliği olarak merkezi idareye bağlamaya kararvermişti. Zápolya'nın bebek yaşındaki oğlu Yanos ve annesi Izabela Jagiellonka da ailenin esas toprakları olan Erdel'e gönderilmişti. Genç prens ve annesi burayı Osmanlı haracgüzarı olarakyönetecekti.Böylece Budin etrafında bir Osmanlı Macaristan'ı oluşur veErdel Prensliği de İstanbul'un egemenliğine girerken, batıda dasular isinmaktaydı. Tek bir hükümdarın birkaç yıl içinde Şarlman'dan (Fr. Charlemagne, Lat. Carolus Magnus, Alm. Karolder Größe) sonra Avrupa'nın gördüğü en büyük imparatorluğutesis etmesi, hemen her taraftan Habsburg topraklarıyla sarılmışolan Fransa'nın ve Hıristiyanlık üzerindeki hakimiyetinin sarsilacağını düşünen Papa'nın gözünü korkutmuştu. Fransa Kralı I.François hemen harekete geçmesi gerektiğini düşünerek Şarlken'e saldırmaktan geri durmadı. Ancak işler beklendiği gibi gitmeyecek, François 1525 yılında Pavia Muharebesi'nde Şarlken'e esirdüşecekti. Bunun üzerine kralın annesi Savoylu Louise de çareyi Kanuni Sultan Süleyman'a mektup yazıp yardım istemekte bulacaktı. Kanuni'nin bu isteğe olumlu yanıt verdiğini BibliothequeNationale'deki bir mektuptan biliyoruz. 1526'da imzalananMadrid Anlaşması ile Habsburglara birçok taviz vermek zorundakalan François, ne verdiği sözleri tutacak ne de Şarlken’in yoluna taş koymaktan geri kalacaktı. Üstüne üstlük, Papa'dan resmen Rex Christianissimus yani Çok Hıristiyan kral unvanı alan Fransakrallarına yakışmayacak bir şekilde Osmanlılarla ittifak yapmaktan geri kalmayacaktı."Fransızlar "kafir" Türklerle yaptıkları bu ittifakı gizlemekiçin çok yoğun çaba sarf etmek zorunda kaldılar. 1535 yılındansonra İstanbul'da sürekli mukim bir Fransız elçisinin bulunmasıbunu daha da zorlaştırmıştı. Habsburgların Hıristiyan dünyasınıbirleştirme siyasetlerine engel olmak isteyen Osmanlılar, Protestanların ardından kendilerine ikinci bir müttefik buldukları için memnunlardı. Bu politika dahilinde, Protestan prensler ve İngiliz kralı ile beraber, İmparator aleyhine bir ittifak kurması içinFrançois’ye 100.000 altın borç dahi vereceklerdi.Osmanlıların ana hedefi Macaristan iken, Fransızlar ittifakınhedefinin Güney İtalya olmasını istemekteydi. Anjou düklerininNapoli ve Sicilya'daki haklarını bahane ederek birçok kez Alpler'iaşan ve “ordularını Rubikon'un ötesine süren” (trans Rubiconemduxit exercitum) Fransızlar, en son 1527 yılında Habsburgları neredeyse Napoli'den atmayı başarmışlardı. Ancak amiralleri Andrea Doria’nın taraf değiştirmesi ve ordudaki hastalıkların artmasıFransız ordularının başarısız olmasına ve Paris’in hayallerinin birkez daha suya düşmesine yol açacaktı.Osmanlılar ile Habsburgların Macaristan ovalarından sonraki ikinci savaş alanı Akdeniz olacaktı. Bahr-ı Sefid'in bir anda emperyal bir rekabetin merkezi olması, Mağrib'teki Müslüman korsanların İstanbul ile ittifak yapmasının bir sonucuydu. Mağrib'e göç eden Oruç, Hızır, Sinan ve Aydın Reis gibi Doğu Akdeniz kökenli korsanlar karşısında Habsburg savunma sistemleri yetersiz kalmaktaydı. Bunlardan Oruç ve Hızır (Barbaros kardeşler) 1513 yılında20 önce Cerbe'de üs tutacak, daha sonra iseTunus sultanının emrine girip Halku'l-Vad limanına yerleşeceklerdi. 1510 yılından beri Habsburglara tâbi olan Cezayir lideriSelim el-Tumi, 1516 yılında iki kardeşi şehre davet etmişti. Firsatçıve kurnaz biraderler daveti kabul etmekle kalmadılar, şehirdeki hizipleşmeyi lehlerine kullanıp Selim'i öldürdüler. Bundanböyle sıradan korsan değillerdi, kendilerine ait korunaklı bir limanları vardı.Artık Cezayir'in hakimi olan iki kardeş, karşılarında Habsburgları buldu. Granada nın düşmesi (1492), Müslümanlara karşıverilen savaşın Kuzey Afrika'ya kaymasına neden olmuştu. Meliliye (1496), Mersü'l-Kebir (1505), Penon de Velez (1508), Oran(1509), Becaye (1510) ve Trablus (1510) gibi stratejik şehirlerbirer birer İspanyolların eline düşmüştü. Cezayir de 1510 yılından beri İspanyolların egemenliğini tanımıştı. Selim el-Tumi'ninoğlu Yahya'nın Habsburglardan yardım istemesi sonucu, 1516yılında Cezayir'i kuşatmak için bir donanma yollandı; ancak bukuşatma başarısız oldu.Saldırma artık Barbaros kardeşlere geçmişti. Önce Milyana ve Tenes’i, ardından da Tilamsan’ı ele geçiren Oruç’un,1518 yılında Habsburglara karşı savaşırken ölmesi Hayreddin'i sırası zor durumda bıraktı. İspanyol donanmasının Cezayir önündebir kez daha başarısız olması (1519) bile Hayreddin'in geri çekilmesini engelleyemedi. 1520'de Cezayir'i boşaltıp Cicel'e çekilentecrübeli korsan, bu sırada elçiler yollayıp İstanbul'la arasını sicak tutmayı da akıl etmişti.Habsburgların İtalya ve Almanya'daki sıkıntılar yüzündenKuzey Afrika’yı boşlamasından yararlanan Hayreddin, toparlanmayı başaracaktı. 1521 yılında El-Kul ve 1522 yılında Kusantinave Annaba'yı ele geçirdikten sonra, 1525'te daha güçlü bir şekilde Cezayir'e döndü; artık kendine ait bir korsan krallığı vardı. Dörtsene sonra Cezayir limanının karşısındaki kayalıkta (Penon deArgel) bulunan İspanyol hisarını ele geçirmesiyle, İspanyollarınson direncini de kırdı. Artık şehrin ve bölgenin tartışmasız hakimiydi.Hayreddin'in bu başarıları, bölgede bağımsız olarak hareketeden Sinan ve Aydın Reis gibi korsanların da onun liderliğinitanımasına yol açtı Bu liderliği pekiştiren başka bir hadise deİbrahim Paşa'nın Hayreddin'i İstanbul'a çağırıp 1534 yılında kapudan-ı derya olarak ataması olmuştu . Habsburgların 1532 yılında rahatlıkla Mora’nın önemli limanları Koron, Patras ve İnebahtı'yı ele geçirmesi, Osmanlı donanmasının yetersiz kaldığını göstermişti. Dönemin vezirlerinden Lütfi Paşa'nın yıllar sonra kaleme aldığı ifadeler Osmanlı başkentindekihayal kırıklığını çok güzel ifade etmektedir: "Lâkin baş ve bugolan kimesne harábat ehli ve şâribü'l-hamr (meyhane müdavimive şarap içen) olub gemilerin tedarikin idemeyüb hamåkatından(ahmaklığından) gemileri bozub kendü İslâmbola dönmüş idi.Ana binâen kâfir dahî meydanı hâlî bulub bu hâdiseleri itdi.” Hayreddin ve arkadaşlarının tecrübelerinden yararlanarak esnek bir politika güden Osmanlılar, savaşı Batı Akdeniz'e taşımayı da başardılar. Hayreddin önce 1534 yılında Habsburg müttefiki Tunus'u fethedecek, ancak bir yıl sonra bizzat imparatorunkatıldığı bir kuşatmadan donanmayı ve canını zor kurtaracaktı.Osmanlıların 1537 yılında Korfu'yu kuşatması karşısında oluşanVenedik-Habsburg ittifakıyla denizlerde mücadele etmeyi başaran Barbaros, 1538 yılında Preveze'de akıllı bir bekle-gör stratejisi izleyerek mühim bir galibiyet alacak ve Doğu Akdeniz'dekiOsmanlı hakimiyetini pekiştirecekti.Mağripli korsanlarla donanmasını güçlendiren Osmanlılar,Fransızlarla yaptıkları ittifak doğrultusunda Güney İtalya'ya dagözlerini dikmişlerdi. 1537 yılında Venedik'e ait Korfu adasınınkuşatılması, böyle bir seferin ilk ayağı olarak görülmelidir; zatenaynı sene Barbaros, karşı kıyıdaki Otranto'yu da yağmalayacaktır.Donanmanın Hıristiyan sularındaki faaliyetleri artık Adriyatik'lesınırlı kalmayacaktır; yüzyılın ortasından itibaren Tiren, Liguryave Balear denizlerinde harekâtlara girişmeye, yani bizzat Habsburg kıyılarında kendini göstermeye başlayacaktır. 1543 yılındaÍtalya kıyılarını yağmaladıktan sonra Fransız kuvvetleriyle beraber Savoy düküne ait olan Nice kentini kuşatacak ve kışı FranSa’nın Toulon kentinde geçirecekti. 1550, 1552,1553, 1555 ve 1558 yıllarında tekrar bu kıyılara döndüğündeise, Habsburg hakimiyetine muhalif unsurlarla direkt ilişkileriçerisindeydi. Salerno Prensi Ferdinando Sanseverino'nun başıni çektiği muhalif asilzadelerle ittifak içinde Napoli Krallığı'ndaHabsburg aleyhtarı bir isyanı kışkırtmak için Osmanlı istihbaratı, yoğun çalışmalara girişmiştir. Ayrıca, Habsburgların baş müttefiği Cenova ya karşı Korsika'da başlayan isyanın lideri Sampieru Corso da İstanbul'a gelecek25 ve Osmanlı donanması Fransızlarında teşvikiyle adadaki isyana bizzat destek verecekti. İmparatorluklarının en önemli ikmal hattı olan BarselonaCenova hattını tehlikeye atan donanmanın bu faaliyetlerine karşi çaresiz kalan Habsburgların Batı Akdeniz'deki son kurşunu1541'de Cezayir'e karşı atılmıştı. Altı sene önce Tunus'ta olduğu gibi gene imparatorun bizzat katılımıyla gerçekleşen kuşatma, kötü hava şartlarıyla bir anda büyük bir bozguna dönüşecekve Yeniçağ komutanlarına mevsimsiz sefer yapmanın bedelininne kadar ağır olabileceğini gösterecekti. Bundan sonra yoğurduüfleyerek yiyecek Şarlken’in Kuzey Afrika'daki kuvvetleri savunmaya geçmiş ve Cezayir'in bölgedeki ağırlığı artmıştı. BeylerbeyiSalih Paşa komutasındaki orduların 1554'de Fas'ı işgal edip EbuHassun'u tahta çıkarması ve 1556'da Oran'ı kuşatması güç dengelerinin nasıl değiştiğinin en güzel göstergesidir.Dönemin yükselen bir başka korsanı da Turgud Reistir. 1540 yılında Cenovalılara esir düşen ve Osmanlı donanmasının 1543yılında Tiren Denizi'nde bitmesiyle salıverilen bu Türk korsan,modern tarihyazımı tarafından Barbaros Hayreddin'in halefigibi gösterilir. Ancak durum bu kadar basit değildir; 1545 yılında Ferdinand ve Şarlken ile ışan Osmanlılar, bu amansız korsanın Cerbe adasından gerçekleştirdiği akınlardan rahatsızlıklarını ifade etmişlerdir. Ancak gene de, Andrea Doria 1550 yılında Tunus yakınlarındaki al-Mahdiyya'yı alınca, Turgudayardım etmekten ve ateşkesi bozmaktan çekinmeyeceklerdir. Birsene sonra Osmanlı donanması önce Malta'nın yanındaki Gozzoadasını yağmalayacak, ardından da Trablus'u ele geçirecekti. ŞarIken, 1522'de Rodos'un düşmesiyle Avrupa'ya dönen Saint-Jean şövalyelerine Malta ile birlikte 1510 yılında İspanyol kontrolüne geçen Trablus'u da vermiştir. Ancak, bu bir ödülden çok sorumluluk gibidir ve tarikat elindeki kısıtlı imkânlarla bu çok uzaktaki limanı elinde tutmakta hep çok zorlanmıştır. 1551 yılında buranin düşmesi Malta'yı ve Habsburg Sicilyası’nı direkt tehlikeyeatacaktır. Osmanlılar, resmen değilse de fiilen donanmalarınınkomutasını teslim ettikleri?? Turgud Reis'i 1556'ya kadar buraya beylerbeyi olarak atamamakta direnecekler ve tecrübeli korsanakarşı güvensizliklerini belli edeceklerdir.Kuzey Afrika'da aradığını bulamayan, kıyılarını yağmalayankorsanları pasifize edemeyen ve burnunun dibindeki Osmanlıdonanmasına karşı çaresiz kalan imparatorun Avrupa'da da başıdertten kurtulmayacaktı. Fransa kralı François’nın engellemelerine Alman Protestanlarının muhalefeti de eklenince, Şarlken çokzor durumda kalmıştı. Habsburg mülkünden gelen asker ve gelirleri kullanarak Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nu merkezileştirme uğraşları 1552 yılında Metz’de uğradığı yenilgiyleson bulacaktı. 1555 yılında imzalanan Augsburg Barışı ile cuiusregio, eius religio (kimin mülküyse onun dini) prensibi benimsenmiş ve imparatorluk prens ve şehirlerinin Katoliklik ve Luthercilik arasında seçim yapıp bunu halka dayatmasına izin verilmişti. Kısacası, devletlerin merkezileşme ve homojenleşmesinin ilkadımlarının atıldığı bir dönemde imparatorluk adem-i merkeziyetçi bir yapıya mahkum kalmaya devam edecekti.Metz yenilgisinin ardından, Habsburg Hanedanı topraklarıni ikiye bölmek zorunda kalmıştı. 1531 yılında Romalıların krali (Lat. Romanorum Rex/Alm. Römisch-deutscher König) seçilenFerdinand'ın, ağabeyi Şarlken'den sonra imparator olması kesindi;ancak kendisinden sonra önce Romalıların kralı, sonra da imparator olacak kişi üzerinde anlaşma sağlanamamıştı. Bu makamaoğlu Felipe’yi uygun gören Şarlken’in bütün israrına rağmen, Ferdinand'ın oğlu Maximilian kendisiyle aynı yıl doğan kuzeninin önünü açmak istemiyordu. Bu da hanedan mülkünün ikiye bölünmesi demekti. 1556 yılında Avusturya, Macaristan, Bohemya, Stirya ve Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'ndaki diğertopraklar, Ferdinand ve Maximilian üzerinden hanedanın ikincilkoluna kalırken, İspanya, İtalya, Alçak Ülkeler ve Amerika'dakitopraklar da Şarlken'in oğlu II. Felipe'ye kalmıştı. Bundan sonra,Osmanlılar Balkanlar'da Maximilian ve oğullarıyla, Akdeniz'deise II. Felipe ile karşı karşıya geleceklerdi
·
153 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.