Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Cerbe, Malta ve İnebahtı 1550'lerde Batı Akdeniz'de rüşdünü ispatlayan Osmanlı donanması, 1560'da Cerbe'de Medinaceli dükü komutasındaki Habsburg donanmasını ağır bir yenilgiye uğratacaktı. Aslında PrevezeMuharebesi'nden çok daha ağır kayıplara yol açan bu zaferin30hakettiği ilgiyi ne dönemin vakanüvislerinden ne de modern tarihçilerden görmemesi ilginç bir noktadır. Ancak 1561, 1562,1563 ve 1564 yıllarında İtalya'daki Habsburg yöneticilerinin olasi bir Osmanlı saldırısı karşısında sergiledikleri paniği, FernandBraudel'in kaleminden okumak mümkündür. Ancak beklenen sefer bir türlü gelmemiş, Cerbe fatihi PiyalePaşa donanmasını Batı Akdeniz'e ancak 1565 yılında getirmiştir.1564 yılında Avusturya ile başlayan savaşın Habsburgları tekrar hedef haline getirmesi beklenirken, donanmanın rotasi SaintJean şövalyelerinin üssü Malta adası olmuştur.Turgud Reis'in şehit olduğu zorlu bir kuşatmanın ardından geri çekilmek zorunda kalan Osmanlı donanması, bir sene sonra Doğu Akdeniz'de Sakız’ı ele geçirmenin ve 1568'de Pulya kıyılarını yağmalamanındışında pek bir faaliyet göstermeyecek ve sessiz kalacaktır. Bu esnada, 46 yıllık bir saltanatın ardından Kanuni Sultan Süleyman, Hakk'ın rahmetine kavuşmuş ve yerini daha babası hayattayken kardeşiyle yaptığı taht kavgasından galip çıkmayı başarmışolan II. Selim'e bırakmıştı. 1568 yılında Viyana ile anlaşan Selim,gözlerini tekrar Akdeniz'e çevirmekte gecikmeyecekti. Osmanlısularının çok içlerinde kalan Venedik'e bağlı Kibris adasını fethetmek, daha önce de akıllara gelmiştir. Zaten, ileriki bölümlerde deda görüleceği gibi, 1560'lı yılların sonlarından itibaren Osmanlıajanları ada üzerine istihbari bilgiler toplamaya başlamışlardı bile.Kibris Savaşı'nın arka planında Veziriazam Sokollu MehmedPaşa ile rakipleri Lala Mustafa, Piyale ve Pertev paşalarla, Yahudisiyaset simsarı Yasef Nasi'nin rekabeti bulunmaktadır. Sadrazamakarşı güç kazanmak isteyen bu hizip, Selim'i ikna etmeyi başaracak ve 1570 yılında adanın işgaline başlanacaktır. Ancak, olaylar Sokollu'nun korktuğu gibi gelişecek ve bu saldırı Hıristiyandünyasını birleştirecekti. Papa V. Pius'un önderliğinde kurulanKutsal İttifak ve Venedik, Habsburg, Cenova, Malta ve Floransa kadırgalarından oluşan müttefik Hıristiyan donanması, bir türlütoplanıp yelken açamadığı için Kıbrıs'ın düşmesini önleyemeyecekti; ancak savaşın ikinci yılında Osmanlı donanmasını neredeyse tamamen yok etmeyi başaracaktı.Paniğe kapılan İstanbul, savaştan kadırgalarıyla sağ salim kurtulmayı başaran Cezayir Beylerbeyi Uluc Ali'yi kapudan-1 deryaatayarak ve hummalı bir gemi inşasına girişerek önlemler almaya çalıştı. 1572 yılında aceleyle inşa edilmiş ve eksikleri olan birdonanma ile denize açılan Uluc Ali tecrübesini konuşturmuş vetaktiksel harekâtlarla açık savaşa girmeyi reddetmişti. Böylece zaman kazanmış ve müttefikler arasındaki ihtilafların gün yüzüne ve uluslararası bir mahiyet kazanmaktadır. Fransa'da Habsburgçıkarlarını korumak ve Protestan Huguenot'lara karşı Katolik İttifakı'na (La Ligue catholique) sürekli para aktarmak gerekmektedir. Ayrıca, kuzeyde etkinliğini arttıran İngiltere de pasifize edilememektedir; İspanyol donanmasının 1588 yılındaki çıkarmaharekâtı tam bir fiyaskoya dönüşmüştür. İşte bu ahval ve şeraitiçinde Akdeniz'de bir savaş biraz lüks kaçmaktadır.İkinci olarak, Osmanlılar zaten Cerbe Muharebesi’nden beriAkdeniz'de saldırgan bir siyaset izlememişlerdir. Cerbe'nin semeresini toplamamakta israr etmişler, Malta'dan sonra büyük birsefer için gene beş yıl beklemişlerdir. 1577 yılında başlayan veon üç yıl sürecek olan Osmanlı-Safevi savaşı da bütçeye büyükbir yük getirecektir. Peru'nun Potosí madenlerinden gelen gümüşün Avrupa'yı işgal etmesi ve enflasyonist dalgalar yaratması,1584 tağşişi ile Osmanlı ekonomisinin bozulmasına ve başkentte sürekli isyan çıkmasına neden olacaktır. Bu şartlar altında Osmanlılar, ne aktif bir Fas politikası izleyebilirler ne de Felipe'nin1580'de Portekiz tahtını ele geçirmesine engel olabilirlerdi.Bu siyasi ve ekonomik sıkıntılara teknolojik gelişmeler de eklenmelidir. Amerikalı bahriye tarihçisi John Guilmartin'in debelirttiği gibi, yüzyılın ortasından itibaren kadırgalar büyümeye başlamıştır; bu da kürekçi sayısını arttırmakta ve kadırganınharekât kapasitesini azaltmaktadır. Lojistik sıkıntıları artan kadırgalar ihtiyaçlarını karşılamak için artık daha sık karaya adam indireceklerdir; bu da büyük donanmaların uzaklarda operasyonyapmasını engellemektedir. Guilmartin'in deyimiyle “stratejik bir staz” olan bu durum, Osmanlıların Batıya donanma yollamasını zorlaştırmıştır; 1550'li yıllar artık geride kalmıştır.İşte bu şartların da etkisiyle, Madrid ile İstanbul arasında1578 yılında başlayan ateşkes görüşmeleri, 1581 yılında sonuçlanmıştır. Bu anlaşmanın yapılması sırasında iki hanedan arasinda Şarlken ve Kanuni rekabetinden beri süregelen takaddumyani öncelik yarışının önemli bir rol oynadığını da belirtelim.Savaştan bitkin düşmüş her iki taraf da barışı arzulamakta, ancakmüzakereleri başlatan taraf olmak istememektedir. Zira "kafir"lesavaştan vazgeçmek bir prestij kaybıdır; ayrıca ilk barışı isteyentaraf güçsüz gözükecektir. Osmanlıların Avrupa'ya elçi göndermemelerinin bir nedeni de, sultanlarını evrenin merkezinde gören bir dünya anlayışıdır. Buna göre, dünyanın bütün hükümdarları, İstanbul'a, yani Güneş Işıksel'in deyimiyle "kozmogratbir sultan"a36 elçi gönderebilir ve onun dostluğunu talep edebilirdi. Şüphesiz böyle bir prestij kaybını göze almak istemeyen II.Felipe’nin imdadına, canını kurtarmak için yalan söyleyen birsabotajcı yetişmiştir. Osmanlılar tarafından yakalanan Habsburgcasusu Martin de Acuna, II. Felipe tarafından gelen bir elçi olduğunu söyleyecek ve İstanbul'daki istasyon şefi Aurelio Santa Croce ve Divan-ı Hümayun tercümanı Hürrem Bey'in de yardımıyla hazırlanan sahte belgelerle Sokollu'yu kandırmayı başaracaktı.Osmanlılar, De Acuna'yı kralına geri gönderecek, II. Felipe debuna gayrı resmi bir elçi göndermekle mukabele edecekti. Kırk ay süren zorlu müzakerelerin sonunda 1581 Şubat'ında imzalanan anlaşma iki hükümdar yapılan resmi bir barış anlaşmasıdeğil, resmi bir vasfı olmayan bir elçi ile Osmanlı sadrazamı arasında imzalanmış üç yıllık bir ateşkes olarak formüle edilmişti.Böylece Felipe onurunu kurtarmış, Osmanlılar da gönül rahatlığıyla doğu sınırına konsantre olabilmişl1590'da Osmanlıların Safeviler ile barış anlaşması imzalaması, kısa bir süre için de olsa Akdeniz'de suların tekrar isınmasına yol açacaktı. Madrid ile İstanbul arasında 1581'de imzalananateşkes, 1584 yılında yenilenmiş; ancak 1587'deki görüşmelerçıkmaza girmişti. Bu sırada yeniden şekillenen uluslararası konjonktür, Osmanlıların Habsburgları bir kez daha köşeye sıkıştırmasına yardım edebilirdi. Fransa'da Madrid'in desteklediği Katolikler ile Protestanlar arasında 1560'lardan beri bitmek bilmeyeniç savaş, 1589 yılında III. Henri'nin ölmesi ve Protestanların başıHenri de Navarre’ın IV. Henri olarak başa geçmesiyle daha dakızışmıştı. Her ne kadar Fransa kralı olsa da, kendisine direnenbaşkente giremeyen Henri, Madrid'i oyalayacak her projeye hazırdı. Aynı zamanda, 1580 yılında Aviz Hanedanı'nın son üyesinin ölmesiyle boş kalan Portekiz tacını II. Felipe’ye kaptıran gayrimeşru prens Dom António da dedesinin topraklarını tekrar elegeçirmek istemekteydi. Son olarak, İrlanda'ya çıkartma yapmakisteyen, ancak 1588 yılında başarısızlığa uğrayan İspanyol donanmasının aynı şeyi tekrar denemeyeceğinden emin olamayanİngiltere kraliçesi Elizabeth de, 1583 yılından beri İstanbul'dadaimi bir elçi bulundurmaktaydı.İşte, Elizabeth, IV. Henri ve Dom António ile İstanbul arasındaki olası bir ittifak, Madrid'i çok zor durumda bırakabilirdi. Buittifakın bir numaralı şartı Osmanlı donanmasının Batı Akdeniz'deboy göstermesiydi. Ancak, ne yazık ki İstanbul denizci, kürekçi vepara bulmakta zorlanacaktı. Akçenin neredeyse yüzde yüz değerkaybetmesine yol açan 1584 tağşişinin etkileri bir yana, uzun süredir denizde geniş çaplı bir operasyona girişilmemesi, donanmanın atıl kalmasına ve korsanların yavaş yavaş kendi yoluna gitmesine neden olmuştu. Veziriazam Koca Sinan Paşa nın III. Murada yazdığı telhisler durumu bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktaydı:“Evvelden korsan beğler ve reisler var idi, hidmet dahi bir hoşça görilürdi, ol beğler ve reisler sürilüb gitmekle deryâ hıfzına meşakkat çekilür.” Ayrıca, tecrübeli korsanlar Arnavud Memi ve Murad Reis, kendilerine önerilen sancakbeyliklerini reddetmişler ve “biz gece gündüz düşmen ile cenk eylemeğe öğrenmişüzdür, ol asıl yere varmazuz” diyerek hükümetin pasif politikasını eleştirmekten imtina etmemişlerdir. Durumun vehametinin farkında olan tecrübeli veziriazam, 1570'lerde 350 olan reis sayısının 70'e kadar indiğinden, bunların çoğunun da yaşlı ve işe yaramaz olduğundan (“kimi pîr ve kimi amel-mânde olmuşlardır”) yakınmaktadır. Tunus'tan Yemen'e, İran'dan Macaristan'a üç kıtada Osmanlı ordularını yönetmiş olan devrin belki de en tecrübeli komutanlarından biri olan Koca Sinan, çözüm olarak ortaya ilginç bir fikir atmıştır. Daha önce İnebahtı sonrası da gündeme gelen bu plana göre, vezir, beylerbeyi, sancakbeyi ve eyalet defterdarları gelirlerine göre kendi ceplerinden kadırga donatacaklar, karşılığında da kendilerine 1582'den bu yana toplanamayan (ve toplanması da pek mümkün olmayan) vergiler bağışlanacaktı. Bu vergiden muaf askerî kesimin örtülü bir şekilde vergilendirilmesi demekti. Birçok kişinin canını sıkan bu planın işe yaramadığını tahmin etmek çok da zor olmasa gerek. Zaten Sinan Paşa da 1582 yazında azledilecekti. Sonuçta, Osmanlı donanması batıya gidemeyecek ve Habsburg karşıtı ittifak atıl kalacaktır. 1593'te Osmanlıların Avusturya ile on üç yıl sürecek zorlu bir savaşa tutuşması, Akdeniz'in bir kez daha ikinci plana atılmasına yol açacaktı. Her ne kadar, Cigalazade Yusuf Sinan Paşa komutasındaki donanma Güney İtalya ve Sicilya kıyılarını yağmalayacaksa da, Napoli'de Habsburg karşıtı bir isyan çıkarmayı başaramayacaktı. Korsanlıkta mahareti nedeniyle kapudan yapılan Sinan, 1606 yılında İranlılar'a karşı savaşırken öldüğünde, Osmanlıların Akdeniz siyaseti de çoktan rafa kalkmıştı.
·
51 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.