Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Sonya ona hızlı bir göz attı. Mutsuz bir insana karşı duyduğu o heyecanlı ilk acıma duygusundan sonra, yeniden korkunç cinayet düşüncesiyle sarsıldı. Raskolnikov’un konuşma tonundaki değişme, ona bir anda cinayeti ve katili hatırlatmıştı. Şaşkınlıkla bakıyordu ona. Bu iş niçin olmuştu, nasıl olmuştu, daha hiçbir şey bilmiyordu. Bu sorular şu anda birdenbire bilincinde çakıvermişti. Ama hemen sonra, yeniden kuşkulanmaya başladı, inanamıyordu bir türlü: “O mu katil! Olacak şey mi bu!..” — Ne oluyor? Neredeyim ben? –diye bağırdı birden; hâlâ kendisine gelememiş gibi büyük bir şaşkınlık içindeydi.– Hem... sizin gibi birisi nasıl böyle bir şey yapabilir?.. Niçin yaptınız bunu? Raskolnikov can sıkıntısıyla ve bitkin bir şekilde: — Niçin olacak, soymak için. Yeter artık Sonya! –dedi. Sonya sersemlemiş gibiydi, ama birden: — Aç mı kalmıştın! –diye bağırdı.– Sen... sen bunu annene yardım etmek için yaptın, öyle değil mi? Raskolnikov yüzünü öte yana çevirdi, başını önüne eğdi: — Hayır Sonya, hayır, –diye mırıldandı.– Aç olduğum söylenemez... Evet, gerçekten de anneme yardım etmek istemiştim, ama... tam bu da değil. Bana acı çektirme Sonya! Sonya’nın elleri yanına düştü. — Bütün bunlar gerçek olabilir mi? Tanrım; bu nasıl gerçek böyle! Böyle bir gerçeğe kim inanır? Hem çıkarıp cebinizdeki parayı son kuruşuna kadar başkalarına verin, hem de para için birini öldürün! Bir an sustu, sonra: — Ah, yoksa... yoksa Katerina İvanovna’ya verdiğiniz o paralar da... Tanrım, yoksa o paralar da... –diye bağırdı. Raskolnikov onun sözünü keserek: — Hayır Sonya... –dedi.– O paralar, o paralar değil. İçin rahat olsun! Bir tüccar aracılığıyla annemin gönderdiği paralar onlar. Hastalandığım gün elime geçmiş, aynı gün de Katerina İvanovna’ya vermiştim. Razumihin tanıktır... Paraları da benim adıma o almıştı tüccardan... Benimdi o paralar, benim, kendi paralarım... Sonya gözlerini dört açmış onu dinliyor, olanca çabasıyla bir şeyler anlamaya çalışıyordu. Raskolnikov dalgın dalgın: — O paralara gelince... –diye ekledi,– aslında para olup olmadığını da bilmiyorum ya; çünkü o sırada kocakarının boynundan içi tıka basa dolu bir para kesesi almıştım, ama içine bakmamıştım, fırsat olmamıştı... sonra zincir, kol düğmesi gibi bazı şeyler de vardı... para kesesiyle birlikte bunların hepsini ertesi sabah, “V...” Caddesi’nde daha önce hiç bilmediğim bir avluda, bir taşın altına gizledim... Şimdi de orada duruyorlar... Sonya kulak kesilmiş dinliyordu. Raskolnikov’un son sözlerinde bir umut ışığı görerek: — Bu işi... soymak için yaptığınızı söylüyorsunuz, ama hiçbir şey almamışsınız!.. –dedi. Raskolnikov yine dalgın dalgın: — Biliyorum... Daha bu paraları alıp almamaya karar vermedim, –diye mırıldandı; sonra birden kendine geldi, hafifçe gülümseyerek,– Amma aptalca şeyler söylüyorum,öyle değil mi? –dedi. Sonya’nın aklından, “Sakın deli olmasın?” düşüncesi geçti, ama hemen kovdu bu düşünceyi kafasından; burada başka birşey vardı. Kendisi hiçbir şey anlamıyordu. Raskolnikov birden coşarak: — Biliyor musun, Sonya, –dedi,– eğer aç olduğum için çalsaydım bu paraları... –sözcüklerin üzerine basarak devam etti.– Şu anda mutlu olurdum! Bunu bilmiş ol! Biraz sonra umutsuzluk içinde: — Ama bütün bunlardan sana ne! –diye sürdürdü sözlerini.– Şu anda yaptığım şeyin aptalca olduğunu söylüyorsun, bundan sana ne? Bana karşı elde ettiğin bu aptalca zaferden sana ne? Ah Sonya, ben sana bunları söylemek için mi geldim? Sonya yine bir şeyler söylemek istedi, ama konuşmaktan vazgeçti. — Dün seni benimle birlikte gelmen için çağırmamın tek nedeni, senden başka kimsemin olmayışıydı. Sonya ürkek ürkek: — Nereye çağırmıştın? –diye sordu. Raskolnikov acı acı gülümseyerek: — Korkma, hırsızlığa; cinayet işlemeye değil, –dedi.–Farklı insanlarız biz... Biliyor musun, Sonya, dün seni nereye çağırdığımı daha şimdi, şu anda anladım... Dün bilmiyordum bunu, nereye gideceğimizi ben de bilmiyordum. Bir tek şey için çağırdım seni, bir tek şey için geldim buraya. Beni bırakmaman için. Bırakmayacaksın değil mi Sonya? Sonya onun elini sıktı. Raskolnikov bir dakika kadar sonra, Sonya’ya sonsuz bir acıyla bakarak: — Niçin söyledim bunu ona, niçin? –diye bağırdı.– Niçin açtım? İşte benden açıklama bekliyorsun, Sonya... Oturuyor ve bekliyorsun... Oysa ne söyleyebilirim sana? Hiçbir şey anlamayacak, yalnızca acı çekeceksin... benim yüzümden!.. Bak işte ağlıyor ve beni kucaklıyorsun... Niçin kucaklıyorsun beni Sonya? Bu acıyı tek başıma çekemediğim ve “sen de acı çek ki, ben biraz hafifleyeyim” dediğim için mi? Böyle bir alçağı sevebilir misin sen? — Sanki sen acı çekmiyor musun? –diye bağırdı Sonya. Yine aynı duygu bir sel gibi boşaldı Raskolnikov’un yüreğine ve yine yüreğini bir an için yumuşattı. — Sonya ben kötü yürekli bir adamım, bunu unutma, pek çok şeyin açıklaması burada. Sana da kötü yürekli olduğum için geldim. Her şeye karşın buraya gelmeyebilecek insanlar da vardır. Bense... ödleğin ve alçağın biriyim! Ama... ne yapalım, öyle olayım! Bu değil sorun... Konuşmamız gerek, ama ben söze nasıl başlayacağımı bilemiyorum... Durdu, uzun uzun düşündü, sonra: — Dedim ya, farklı insanlarız biz! –diye bağırdı.–Birbirimizin dengi değiliz! Buraya geldiğim için de kendimi hiç, ama hiç bağışlamayacağım! — Hayır, hayır! –diye bağırdı Sonya.– Buraya gelmen,benim öğrenmem iyi oldu! Hem de çok iyi oldu! Raskolnikov ona acıyla baktı. — Gerçekten de ne olmuş sanki! –dedi, düşünüp taşınıp bir karar vermiş gibiydi.– Böyle oldu bu iş! Sorun şu. Bir Napolyon olmak istedim, onun için de öldürdüm... Nasıl,anladın mı? Sonya safça ve çekinerek: — Hayır, –dedi, sonra yalvarırcasına ekledi.– Yalnız, sen anlat! Ben anlarım... ben kendi kendime hepsini anlarım! — Anlar mısın? Pekala, görürüz!.. Sustu; uzunca bir süre düşündü. — Sorun şu, –dedi.– Bir gün kendime şöyle bir soru sordum: Eğer benim yerimde Napolyon olsaydı ve mesleki tırmanışına başlamak için önünde ne Toulon, ne Mısır, ne Mont Blanc’dan geçiş gibi güzel ve anıtsal şeyler değil de gülünç, zavallı bir kocakarı, üstelik de sandığındaki paraları çalmak için (mesleki tırmanış için, anlıyorsun ya?)öldürülmesi gereken bir tefeci kocakarı bulunsaydı ve başkaca da hiçbir çıkış yolu olmasaydı, acaba ne yapardı? Böylesine anıtsal olmaktan uzak, üstelik de... günah olan birşey yaptığı için acı duyar mıydı? Şunu hemen söyleyeyim ki, bu “sorun” üzerine çok, ama çok kafa yordum, öyle ki sonunda Napolyon’un bu işten acı duymak şöyle dursun, bu işin anıtsal bir iş olup olmadığı gibi bir konunun aklının köşesinden bile geçmeyeceğini, hatta... bu işin insana acı verebileceğini farkında bile olmayacağını anladım (nasılsa birdenbire anladım bunu) ve böyle düşündüğüm için müthiş utanç duydum... Önünde başka bir yol yoksa, hiç duraksamadan kadının işini bitiriverirdi Napolyon!.. Ben de... bunun üzerine düşünmekten vazgeçip... bu otoritenin örneğine uygun olarak... cinayeti işledim... Tümüyle anlattığım gibi oldu bu iş! Gülünç mü buluyorsun? Evet, Sonya, burada asıl gülünç olan; bu işin tam anlattığım gibi olmasıdır... Sonya anlattıklarını hiç de gülünç bulmamıştı. Daha da ürkmüş olarak ve zor duyulan bir sesle:— Siz, –dedi,– bana doğruca, hiç örnek vermeden anlatın,daha iyi... Raskolnikov onun ellerini tuttu, yüzüne üzüntüyle bakarak: — Yine haklısın, Sonya, –dedi.– Bütün bunlar saçma, neredeyse boş bir gevezelik! Biliyorsun, annemin hiçbir şeyi yok... Bir rastlantı sonucu eğitim gören kız kardeşimin yazgısı, mürebbiye olarak sürünüp durmak... İkisinin de umudu bendim. Üniversitede okuyordum, ama masraflarını karşılayamadığım için ayrılmak zorunda kaldım. Hoş, her şey yolunda gitse ve ayrılmasam ne olacaktı? On, on iki yıl sonra,yıllık bin ruble geliri olan bir öğretmen ya da memur olmaktan başka ne umabilirdim?.. –Ezberlemiş gibi konuşuyordu.– Bu arada annem kaygılardan, acılardan çöküp gidecek ve ben onun için hiçbir şey yapamayacaktım... Kız kardeşimin başına daha da kötü şeyler gelebilirdi!.. Her şeyden el etek çekmek, annemi unutup, kız kardeşimin uğrayacağı aşağılanmalara saygıyla katlanmak için sebep ne? Evet, ne için bütün bunlar? Onları toprağa verip, yeni dertler edinmek, evlenip çoluk çocuk sahibi olarak bu kez de onları beş parasız, bir lokma ekmeğe muhtaç bırakmak için mi? İşte... İşte ben kocakarının paralarıyla, anneme yük olmadan üniversite öğrenimimi sürdürmeyi, üniversiteden sonraki ilk adımlarımı atabilmeyi ve bütün bunları çok geniş bir biçimde ve radikal anlamda yapmayı düşünmüştüm; öyle ki yepyeni bir mesleki tırmanış gerçekleştirmek ve yeni, bağımsız bir yolda ilerleyebilmek istiyordum... İşte... hepsi bu...Kocakarıyı öldürmekle... hiç kuşkusuz kötü bir iş yaptım... Eh, yeter artık! Sözlerini bitirdiğinde tam bir bitkinlik içindeydi başını eğdi. — Ah, ama bu o değil, bu o değil! –diye bağırdı Sonya, sesi acı doluydu.– Hiç böyle şey olur mu? — Olmadığı ortada! Ama ben sana gerçeği söyledim! — Bu nasıl gerçek böyle! Ah Tanrım! — Ben yalnızca bir bit öldürdüm, Sonya, yararsız, iğrenç, herkese zararı dokunan bir bit!— Ama bu bit bir insan! Raskolnikov ona tuhaf tuhaf bakarak: — Ben de biliyorum onun bir bit olmadığını, –dedi.– Aslında Sonya, ben yalan söylüyorum, hem de ne zamandır yalan söylüyorum... Doğru söylüyorsun sen. Bu, o değil. Burada başka, bambaşka nedenler var!.. Ne zamandır kimseyle konuşmadım, Sonya... Başım çok kötü ağrıyor... Gözleri humma ateşiyle yanıyordu. Sayıklar gibiydi; dudaklarında tedirgin gülümsemeler uçuşuyordu. Bütün varlığını kaplayan coşkunluğunun ardında, bir bitkinlik seziliyordu. Sonya onun ne denli acı çektiğini anlıyordu. Onun da başı dönmeye başlamıştı. Evet, tuhaf şeyler söylüyordu, ama yine de anlaşılır bir şeyler var gibiydi bu sözlerde... Ama... “Ah Tanrım! Nasıl olur! Nasıl olur!” Sonya umutsuzluk içinde ellerini ovuşturuyordu. Raskolnikov başını kaldırarak: — Hayır, Sonya, bu, o değil! –dedi, düşüncelerindeki ani dönüş kendisini de şaşırtmış, yeniden heyecanlandırmış gibiydi.– Bu, o değil! En iyisi... evet böylesi gerçekten daha iyi... Tut ki, ben kendini beğenmiş, kıskanç, kötü yürekli, aşağılık, kindar bir adamım... hatta... belki biraz deliliğe de yatkınım... varsın hepsi birden olsun! Delilik sözünü eskiden de etmişlerdi, biliyorum! Az önce sana, parasızlık yüzünden üniversiteden ayrılmak zorunda kaldığımı söylemiştim. Biliyor musun, istesem ayrılmayabilirdim. Okul için gerekli parayı annem gönderebilir, üst baş, boğaz sorununu da kendim halledebilirdim: Özel dersler çıkıyordu, elli kopek veriyorlardı ders başına. Razumihin veriyor ya hani!.. Ben öfkelenmiştim, çalışmak istemedim. Evet, öfkelenmiştim... bu sözcük tam yerinde! Ben o sıralar tam bir örümcek gibi çekilmiştim. Öyle ya, görmüştün sen benim kaldığım o rezil yeri!.. Biliyor musun Sonya, alçak tavanlar, daracık odalar insanın aklını ve ruhunu öylesine boğar ki!.. Ah, nasıl nefret ederdim o rezil odadan! Ama yine de oradan dışarı çıkmak istemezdim. Özellikle istemezdim! Günlerce dışarı çıkmazdım, ne çalışmak, ne de yemek yemek isterdim ,boyunca yatardım. Nastasya bir şeyler getirirse yerdim, getirmezse günüm öylece geçerdi. Hıncımdan, özellikle bir şey istemezdim! Geceleri yakacak mumum yoktu, karanlıkta oturur ve bir mum alacak para kazanmazdım. Okumam gerekti, oysa ben kitaplarımı satmıştım; masamın üzerindeki not defterlerimin, kâğıtlarımın üzerinde şimdi bile bir parmak toz vardır! En sevdiğim şey uzanıp yatmak ve düşünmekti. Boyuna düşünürdüm... Sonra düş görürdüm, tuhaf tuhaf düşler... Bunların ne tür düşler olduğunu anlatmam gereksiz! Ancak, işte bu sıralarda düş gibi bir şeyler kurmaya başladım... Hayır, böyle değil! Yine anlatmadım!.. Biliyor musun, o sıralar durmadan kendime şunu sorardım: Neden böyle aptalım ben? Madem başkaları aptal ve ben onların aptal olduklarını kesin olarak biliyorum, öyleyse neden onlardan daha akıllı olmak istemiyorum? Sonra, herkesin akıllı olmasını beklemenin, çok uzun süreceğini anladım, Sonya. Bir de bunun hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini... İnsanların değişmeyeceğini, onları değiştirebilecek kimsenin bulunmadığını ve bunun için çaba göstermeye değmeyeceğini! Ya, böyle işte! Bu bir yasa Sonya, yasa. Akılca ve ruhça kim sağlam ve güçlüyse, insanlara onun buyuracağını biliyorum artık! Kim daha yürekliyse, haklı olan da odur. Her şeyin içine tükürmekte, aldırmazlıkta en iler igidenler, yasa koyucu olurlar. Herkesten daha gözü pek olan, herkesten daha haklıdır! Bugüne kadar böyle gelmiş, bu bundan sonra da böyle gidecek! Bu gerçeği ayırt edemeyenler kördür! Raskolnikov bunları söylerken gerçi Sonya’ya bakıyordu ,ama artık anlayıp anlamadığını pek düşünmüyordu. Hummaya yakalanmış gibiydi. Karamsar bir heyecan içindeydi... gerçekten de uzun süredir hiç kimseyle konuşmamıştı! Sonya, söylediği bu karamsar sözlerin onda bir din, bir inanç haline geldiğini anlamıştı. Heyecanla sürdürdü sözlerini: — O zaman şunu anladım, Sonya. İktidar, ancak eğilip onu almak cesaretini gösterenlere verilir. Bir tek şey söz konusuydu burada, cesaret! Böylece hiç kimsenin, hiçbir zaman düşünmediği bir şey geldi aklıma! Evet, hiç kimsenin! Bütün bu saçmalıkların yanından geçerken, hiç kimse bunları kuyruğundan tuttuğu gibi, “cehenneme kadar yolunuz var,” deyip fırlatıp atmaya cesaret edememişti; evet, gün gibi açıktı bu! Ne kimse cesaret edebilmişti böyle bir şeye, ne de şimdi eden vardı! Ben... işte bu cesareti göstermek istedim ve... öldürdüm... Ben yalnızca cesaret göstermek istedim, Sonya, hepsi bu! Sonya ellerini çırparak: — Ah, susun! Susun! –diye bağırdı.– Siz Tanrı’danuzaklaşmışsınız! Sizi Tanrı çarpmış ve şeytana teslim etmiş!.. — Gerçekten de Sonya; karanlıkta odamda yatıp bunları düşünürken, yoksa şeytan mı ruhuma girdi de beni yoldan çıkardı, ha? — Susun! Alay etmeyin! Dinsiz! Hiç, ama hiçbir şey anlamıyorsunuz! Ah Tanrım! Hiçbir şey anlamıyor! — Yeter, Sonya. Alay ettiğim yok benim! Beni şeytanın sürüklediğini ben kendim de biliyorum. –Üzgün üzgün tekrarladı.– Sus, Sonya, yeter artık! Her şeyi biliyorum ben. Odamda, karanlıkta yatıp dururken bütün bunları kaç kez düşündüm; kaç kez kendi kendime mırıldandım! En küçük ayrıntılarına varana dek, her şeyi kendi kendimle tartıştım! Her şeyi, her şeyi biliyorum! Ve bütün bu gevezeliklerden o zaman öylesine bıkıp usanmıştım ki! Her şeyi unutmak, bütün bu gevezeliklere bir son vermek ve yeni bir hayata başlamak istiyordum, Sonya. Benim oraya hiçbir şey düşünmeden, bir aptal gibi gittiğimi mi sanıyorsun yoksa? Aklı başında bir insan olarak gittim ben oraya Sonya. Beni mahveden de bu oldu zaten! Sanıyor musun ki, eğer iktidara sahip olmaya hakkım olup olmadığını kendime sormaya başlamışsam, buna hakkım olmadığını bilmiyordum? Ya da eğer insanın bir bit olup olmadığını sormaya başlamışsam, demek ki, insan benim için bir bit değildir... Kimin ki aklına böyle bir soru hiç gelmez ve doğruca hedefin üzerine yürür gider, insan onun için bir bittir. Eğer ben, “Napolyon olsam gider miydim, gitmez miydim?” diye kendi kendimi yiyip bitirmişsem; bir Napolyon olmadığımı açıkça hissetmiş olmalıyım... Bütün bu gevezeliklere katlandım Sonya ve bütün bunlardan kurtulmak istedim: Ahlaki, vicdani herhangi bir nedene dayanmaksızın, yalnızca kendim için öldürmek istedim! Bu konuda kendime bile yalan söylemek istemedim! Anneme yardım etmek için öldürmedim örneğin. Maddi olanaklara ve iktidara kavuşmak ve böylece insanlığa yardım etmek için de öldürmedim. Bütün bunlar palavra! Ben öylece öldürdüm; kendim için, yalnızca kendim için yaptım bunu! İnsanlığa iyilik eden biri olmak ya da bir örümcek gibi ağıma düşen kurbanlarımın özsularını emerek ömür sürmek, o anda benim için herhalde farklı şeyler değildi! Beni bu cinayete sürükleyen başlıca sebep, paraya duyduğum gereksinim de değildi; çünkü paraya olan gereksinimim, bütün başka şeylere olan gereksinimimden daha fazla değildi. Bütün bunları şimdi anlıyorum... Anla beni; bütün o yollardan yeniden geçecek olsam, sanırım bu cinayeti tekrarlamazdım. O sıralar öğrenmek istediğim şey bambaşkaydı, bambaşka bir şey yön verdi ellerime; bir an önce öğrenmek istediğim bir şey vardı: Ben de herkes gibi bir bit miydim, yoksa bir insan mı? Önüme çıkan engeli aşabilir miydim, aşamaz mıydım? Eğilip iktidarı yerden almaya cesaret edebilecek miydim, edemeyecek miydim! Titreyen bir yaratık mıydım, yoksa hakları olan biri mi?.. Sonya ellerini çırparak: — Ne hakkı? –dedi.– Öldürme hakkı mı? — Eeh, Sonya... –dedi Raskolnikov sinirli sinirli; itiraz edecek, bir şeyler söyleyecek gibiydi, sonra küçümseyen birsusuşla vazgeçti.– Sözümü kesmesene! Ben sana yalnızca beni oraya şeytanın sürüklediğini, sonrada oraya gitmeye hakkımın bulunmadığını, çünkü benim de herkes gibi bir bitten başka bir şey olmadığımı gösterdiğini anlatmak istedim! Şeytan benimle alay etti, ben de bu yüzden sana geldim! Konuğunu kabul et! Eğer bir bit olmasaydım, şimdi burada ne işim vardı! Dinle: Kocakarıya giderken niyetim yalnızca bir deneme yapmaktı... Bunu böylece bilesin! — Ama öldürdünüz! Öldürdünüz! — Öldürdüm, ama nasıl? Adam öldürme böyle mi olur? Benim o gün gittiğim gibi mi gidilir adam öldürmeye? Nasıl gittiğimi de anlatırım bir gün sana. Ben o gün kocakarıyı değil, kendimi öldürdüm! Kendimi sonsuzcasına mahvettim!Kocakarıya gelince, onu ben değil şeytan öldürdü... Yeter,yeter artık, Sonya, yeter! –Birden müthiş bir üzüntüyle bağırdı.– Bırak, bırak beni! Dirseklerini dizlerine dayadı, avuçlarıyla kafasını bir mengene gibi sıktı: — Ah, bu ne acı böyle! –diye inledi Sonya. Raskolnikov birden başını kaldırdı, mutsuzluğun çarpıttığı bir yüzle: — Şimdi ne yapmalı, söyle bakalım! –dedi. Sonra yerinden fırlayarak: — Ne mi yapmalı! –diye bağırdı; yaşlarla dolu olan gözleri ışıl ışıl parlıyordu.–Kalk! –Raskolnikov’u omuzlarından tuttu; berikişaşkınlıkla ona bakıyordu, yerinden kalktı.– Hemen şimdi, şu anda, bir dört yol ağzına koş, yere kapan, önce kirlettiğin toprağı öp, sonra dört bir yana eğil, bütün dünyayı selamla ve “Ben öldürdüm!” diye bağır, o zaman Tanrı sana yeniden hayat verir. Sonya, Raskolnikov’un ellerini avuçları içine aldı, alev alev yanan gözlerini yüzüne dikip, hummaya tutulmuşçasına titreyerek: — Gideceksin, gideceksin değil mi? –diye sordu. Raskolnikov onun bu beklenmedik heyecanı karşısında çokşaşırmıştı. — Kürekten mi söz ediyorsun, Sonya? –dedi asık bir yüzle.– Gidip kendimi ele vermem gerektiğini misöylüyorsun? — Acı çekmen, günahlarının kefaretini ödemen gerek! — Hayır, gitmeyeceğim onlara, Sonya! — Peki nasıl yaşayacaksın? –diye bağırdı Sonya.– Kiminle yaşayacaksın? Annenin yüzüne nasıl bakacaksın? Ah, şimdi onların hali ne olacak; onların hali ne olacak! Ben de neler söylüyorum! Anneni kız kardeşini terk etmiştin sen! Evet,terk ettin, terk ettin! Ah Tanrım! Bütün bunları kendisi de biliyor! İnsansız nasıl yaşanır! Ne olacaksın sen! — Çocuk olma, Sonya, –dedi Raskolnikov yavaşça.–Onlara karşı ne suç işledim ben? Niçin gideyim? Gidip de ne diyeceğim ben? Bütün bunlar kuruntudan başka bir şey değil... Kendileri milyonlarca insanın canına okuyorlar.Üstelik de bunu erdem sayıyorlar. Hepsi alçak ve sahtekar onların Sonya! Hayır, gitmeyeceğim. –Acı bir gülümsemeyleekledi.– Hem gidip ne diyeceğim onlara: “Kadını ben öldürdüm, ama paraları almaya cesaret edemedim, bir taşınaltına gizledim.” mi diyeceğim? Ama alay ederler o zaman benimle, “Aptala bak, paraları bile alamamış.” derler. Korkak ve aptal! Hiç ama hiçbir şey anlamayacaklardır. Sonya; anlamaya layık insanlar da değiller zaten! Hayır, gitmeyeceğim! Çocuk olma Sonya... Sonya ellerini ona doğru uzatmış: — Acı çekeceksin, çok acı çekeceksin... –diye tekrarlıyordu. Raskolnikov dalgın dalgın; — Hem ben belki de kendime itiraf ediyorum, –dedi.– Bit değil, daha bir insanım belki de ve kendimi mahkûm etmekte acele ediyorum... Daha savaşacağım... Dudaklarında kibirli bir gülümseme belirdi. — Böyle bir acıyı taşıyıp durmak! Üstelik de hayat boyunca!.. Raskolnikov asık yüzle ve dalgın dalgın: — Alışırım... –dedi.
Sayfa 514 - 526Kitabı okudu
·
795 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.