Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Hitler'den Nihal Atsız'a Kısa Bir Türkiye Tarihi İncelmesi
FAŞİZM YOK OLMAZ PUSUYA YATAR... Faşizmin Türkiye Siyasetine etkisi ve ardı sıra gelen kavgaların kökünü, İkinci Dünya Savaşı döneminde aramak çok yanlış bir bakış açısı olmasa gerek… Bu konuda çalışan birçok toplum bilimci ya da incelemeci Türk siyasetinde faşizmin doğuşu, gelişimi ve sonrası üzerine dikkat çekici saptamalar yapmışlardır. Örneğin, gerek Türk siyasetinin bugünümüzü belirleyen programlarını bilmek ve gerekse dünya siyasetinin içindeki politikacılarımızın aldığı kararların nasıl vahim sonuçlar doğurabildiğini daha iyi anlamak ve vatandaş olarak ‘’ seyirci kalıp kenara çekilmek ‘’ yerine, müdahale gücümüzü kullanmanın önemini kavramak için, Burak Gürel’in şu saptamasının üzerinde ayrıntılı düşünülmesi gerektiğine inanıyorum ben: ‘’ İkinci Dünya Savaşı yıllarında Nazizmin fideliğinde büyüyüp serpilen faşist hareket, 1970’lerin sınıf mücadelesi konjonktüründe sermayenin işçi sınıfının üzerine saldırttığı ölüm mangalarına dönüşmüş, 1990’larda ise Türk şovenizminin en keskin örgütlü gücü olarak ortaya çıkmıştır.’’ Birçok incelemeci Türk tipi faşizmin yükselişi konusunda hemfikirdir; Nazilerin 22 Haziran 1941’de Sovyetler Birliği’ne saldırması ve kısa sürede ardı ardına başarılar elde etmesi, Türk kökenli halkları SSCB’den koparıp Türkiye’nin önderliğinde birleştirmeye hevesli ‘’PanTürkist’’, zamanla ‘’Turan’’ adını alacak bir eğilimin örgütlü bir güce dönüşmesine, Ziya Gökalp'ten gelen aşırı milliyetçi vurgunun siyaset sahnesinde güçlü bir şekilde görünmesine yol açar. Türkiye'de Nazi Almanyası'na yönelik sempatinin artması da ilginç bir şekilde, bu düşüncenin artık iktidarları ve tüm muhaliflerin faşist yöntemlerle susturmanın neredeyse '' yasallaşması '' işte bu döneme rastlar. O dönemin eylemlerini en kaba halleriyle bile olsa hatırladığımızda konuyu daha iyi irdileyebileceğimizi düşünüyorum. Markopaşa güldürü dergisinin başına gelenler, Sabahattin Ali'nin öldürülmesi, DTCF'nde '' cadı avı '' adı diye tarihe geçen ve Pertev Naili Borotav, Niyazi Berkes ve Beheice Boran'la sembolleşen aydın kıyımı, dünya eğitim tarihine geçeçek büyük eğitim hamlemiz Köy Enstitüleri'nde yapılan vahşi kıyımlar, Tan Gazetesi ve bir çok matbaanın basılıp, yağmalanıp, paramparça edlimesi, sanatçıların tümünün kurmaca davalarla '' komünist '' olarak damgalanıp hapsedilmeleri, '' İkinci Adam İnönü'nün Meclise bile sokulmaması, düşünce adamlarının kör cehalete peşkeş çekilmesi, sansür canavarının hortlaması, Komünizmle Mücadele Dernekleri'nin palazlanması, saldırgan bir milliyetçiliğin önünün alınamaması, Yüksek Tahkim Kurulu adıyla bir '' meclis üstü '' faşizmin staj edilmesi ve dahası... Türk tipi faşist hareket diye andığımız bu yükseliş için bakın ne diyor Niyazi Berkes, 1997 yılında yayınlanan '' Unutulan Yıllar '' kitabının 170. sayfasında: '' Başını Nihal Atsız' ın çektiği, Reha Oğuz Türkkan, Orhan Seyfi Orhon, Rıza Nur, Fethi Tevetoğlu vb. İsimlerin de içinde yer aldığı hareket 1939 ile 1944 arasında yayımladığı Ergenekon, GökBörü, Tanrıdağ, Orhıun, Çınaraltı, Kopuz vb dergileri de kullanarak Türkiye'nin vakit kaybetmeden tüm Türkleri tek bayrak altında toplayacak Turan seferine çıkması gerektiği propogandasını etkin biçimde yapmıştı. Bu dergiler, '' özellikle Sovyet- Alman savaşının çıkmasından sonra, savaş çağrısında bulunan yazılarla dolup taşıyordu ve sürekli '' Türk Birliği '' konusunu işliyorlardı... Çınaraltı'nda yayınlanan birçok başyazı, ya savaşların insanlık tarihindeki '' olumlu '' rolünü vurguluyor ya da Türkiye' nin '' siyasal '' sınırlarının ötesinde kalan '' ulusal '' sınırları okuyucularına hatırlatıyordu. Mayıs 1939 ile Temmuz 1949 tarihleri arasında düzensiz aralıklarla yayınlanan Bozkurt ve onun ardından Ekim 1942 ve Mayıs 1943 tarihleri arasında çıkan GökBörü, militan bir dil kullanarak Mihver Devletleri yanında savaşa girmeyi ısrarla savunuyorlardı. Her iki dergi de ayrıca '' Büyük Türkiye '' ülküsüne verdikleri ağırlıkla dikkat çekiyorlardı.'' İktidar cephesindeyse, 18 Haziran 1941 günü Nazilerle saldırmazlık anlaşmasını ( Türk-Alman Dostluk Paktı diye de bilinir ) imzalayan heyet başkanı da olan, dönemin Nazi sempatizanlığıyla bilinen Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu'nun bu faşist hareketi şımartan tutumları, Türk milliyetçilerinin iyiden iyiye palazlanmasına neden olur. ( Meraklısına Not; Şükrü Saraçoğlu, 1886'da Ödemiş' de doğmuş, 1953 yılında İstanbul'da ölmüş olan bir siyaset adamıdır. 1938 – 1942 arasında Türkiye Dışişleri Bakanı, 1942 – 1946 yılları arasında Türkiye Başbakanı, 1948 ile 1950 arasında da Türkiye Büyük Milllet Meclisi Başkanı olan Saraçoğlu, bu görevler dışında 1924 ile 1938 arasında da değişik hükümetlerde Milli Eğitim, Maliye ve Adalet bakanlıkları yapmıştır. Saraçoğlu'nun en çok tartışılan önerisi '' Varlık Vergisi '' ni başka bir yazıya bıraksak bile, Nazi Almanyası'na bakışını bildirmek adına bir iki örnek vermeden de geçmeyelim. Örneğin Saraçoğlu döneminde, Almanya'yla dış ticareti Nazi Almanyası'nın para birimi '' Reichmark '' la yapan bakan, Türk banknotlarını da Almanya' da bastırmış, Almanya'ya paslanmaz çeliğin hammaddesi olan krom sevkiyatı yapmış, Sovyetler Birliği'nin işgal ettiği Kırım ve Kafkasya' da ki Türk topraklarında askeri harekat yapmakta olan Alman ordusunu cephede takip etmek için komutanlar yollamıştır. Ancak onun asıl rüyası başkadır. 1942 yılında Başbakan Refik Saydam'ın ani ölümü üzerine Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından 9 Temmuz 1942 günü atanarak hükümeti kurmakla görevlendirilen Saraçoğlu; 5 Ağustos 1942' de hükümet programını okurken, '' Biz Türk'üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim İçin Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir'' diyen de odur. '' Kan Meselesi .'' Son derece açık bir tavır değil midir sizce de bakanın dediği? Ama tüm bunlardan öte, 1934 – 1950 yılları arasında Fenerbahçe Spor Klübü'nün başkanlığını yapmasıyla daha çok bilinmesi ne tuhaftır! ) Büyük Türk sosyoloğu Niyazi Berkes, Saraçoğlu ve dönem siyaseti ilişkisinden söz ederken; '' Aydınlar, basın, profesyonel ırkçı, parti içindeki Nazi eğilimlilerden başka orduda da bir kısım yüksek generaller ve birçok genç subay Nazi doğrultusunda bir hükümet değişimi istiyorlar ve Saraçoğlu'nun ikide birde verdiği sinyaller de bunlara cesaret veriyordu. Dışişleri Bakanından Genelkurmaya kadar (araya profosyonel Nazi ajanlarınıda koyarsak ) bunların en üst kademesinin bile fırsat çıkınca o doğrultuya dönmeye hazır oldukları'' saptamasını yaparak faşist hareketin güç kazanmasının, Türkiye'yi nasıl bir felaketin eşiğine getirdiğine dikkat çeker kitabında. Peki, sonra ne olur? Sonra, dönem iktidar siyasetinin kaptan koltuğunda oturanlar, tam anlamıyla tornistan yaparlar. Çünkü, Nazilerin Kasım 1942'de başlayan Sovyet karşı saldırısının ardından 1 Şubat 1943'te Stalingrad cephesinde yenilmeleri, dengelerin SSCB lehine değişmesi ve ardından 1944'te Almanya'nın savaştan yenik çıkacağının kesinleşmesiyle birlikte dış politikasını değiştirmek zorunda kalan Türk siyasetinin iktidarını elinde tutanlar, önce Nisan 1944'te Almanya'ya krom ihracatını keserler, bir ay sonra da Türkçü – Turancılara karşı polis kovuşturması başlatırlar. Sırf bu olay bile İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye ile Alman faşizmi arasında özel ilişkiyi ve Türk faşizminin bu ilişki çerçevensinde oynadığı rolü ortaya koyması adına son derece ilginçtir. Bu kovuşturmanın ardından başlatılan Irkçılık – Turancılık Davası, Türkiye' nin savaşı kazanan taraflara verdiği çok açık mesajdır. Bu davaların en ünlülerinden biri Sabahattin Ali – Nihal Atsız davasıdır. Bugün bazı çevrelerin '' Türkçülük Bayramı '' olarak kutladıkları 3 Mayıs günü, bu davanın Nihal Atsız aleyhine sonuçlanıp, Atsız'ın kısa da olsa hapis ve para cezasına çarptırılmasıyla sonuca bağlandığı gündür. Ancak bu günün neden kutlandığına dair bu küçük ayrıntıyı kaç kişi bilir, emin değilim? Tarih ayrıntılardan oluşur ya, örneğin ilginç bir ayrıntı olarak, 5 Aralık 1942' de Alman Dışişleri Bakanlığı'ndan Türkiye Büyükelçisi Von Papen' e Türkiye'deki Alman dostlarına dağıtılmak üzere 5 milyon altın Alman Markı gönderilmesi ve bu paranın Türkiye'de Alman yandaşlığını örgütlemekte kullanıldığını düşündüğümüzde çok da şaşırmamamız gerek bence yükselen Türk tipi faşizminin gelişmesine... Uzun süre '' sevgili kalan '', Naziler ve Türk faşistleri, Sovyetler Birliği'nin yenileceği ve oradaki Türk kardeşlerini kurtarma hülyaları kurup, Nazilere sevgi beslerken, ülkemiz adına, bir daha onarılmaz yaralar açtıklarının farkında bile değillerdir. Bir örnekle bunu anlamayı deneyebiliriz bence. Bürokratlar, aydın ve yazarlar arasında Alman altınlarıyla beslenen bir Alman yandaşlığı akımı yayıla dursun; öyle tuhaf yerlere varmıştı ki bu kimliksiz ve devşirme siyaset, kısa bir süre önce Yahudilerin de insan olduğunu ve faşizmin bu soykırım anlayışının bir felaket olduğunu Cumhuriyet gazetesi başyazarı Yunus Nadi bile, Türkiye'nin Hitler'le anlaşıp Sovyetler Birliğine karşı savaşa katılması gerektiğini savunan başyazılar yazmaya başlamış; bu yüzden adı Yunus Nadi değil de, '' Yunus Nazi '' olarak anılır olmuştur. Hitleri' in 50. doğum gününe katılan heyette de olan Yunus Nadi'nin bu dönemde gösterdiği rüzgarlardan hızlı değişimi bu kısacık yazıya sıkıştırmak oldukça zor. Ama sizce de gülünç bir durum değil mi bu? Bu çakal dansındaki tarafların, karşılıklı olarak neyin peşinde olduklarını anlamaları, aynı günlerde Almanya'da bir otel lobisinde yapılan ve aylar süren toplantıda fark edilecektir ilk kez. Almanya'nın Ankara Büyükelçisi Franz Von Papen, esir Türkleri silahlandırıp Sovyetler Birliği'ne karşı kullanmak istemektedir bunu bilmeyen yok. Bu fikir SS'lerin kurucusu Himmler'in fikridir aslında. Bunun ayrıntılarına sonra geleceğiz, biz şimdi Papen'e dönelim. Von Papen, aynı zamanda Türkiye'nin Almanya saflarında savaşa girmesi için diplomatik faaliyetler göstermekte, bu amaçla yoğun bir kulis çalışması da yapmaktadır. Aynı günlerde, Alman ekolünden gelen ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ''yumuşak karnı'' saydığı Yıldız Harp Akademisi Eski Komutanı Ali Fuat Erden ve etkinliği büyük olan emekli General Hüsnü Emir Erkilet Paşalar için Almanya' ya bir gezi düzenler. Paşalar, Hitler' le görüşürler ve Doğu Cephesi'ni ziyaret ederler. Alman kaynaklarına göre bu ziyarette paşalar '' Müslüman ve Türk lejyonlar '' fikrini desteklediklerini bildirirler. Aslında bulanık gibi görünen bu anlayış, her iki paşanın da Alman orduları hakkındaki izlenimlerini hem ilgili devlet birimlerine bildirmelerinden, hem de Cumhuriyet ve Tasvir gazeteleri gibi büyük ve çok okunan gazeteler için kaleme aldıkları değerlendirme yazılarından çok net biçimde anlaşılmaktadır. General Hüsnü Emir Erkilet, Tatar kökenli bir askerdir ve Sovyet Türklerinin Nazi Almanyası'yla birleşip merkezi Sovyeler Birliği'nin kalbi olan Moskova'da olan bir konfedarasyon kurmalarını doğrulayan bir çeşit Turan fikrine inanmaktadır. Nazilerin Sovyetler Birliği'ne saldırmaları, tarihi bir fırsattır ve bu altın fırsat kaçırılmamalıdır. Hazır Türkiye'de milliyetçilik ve Nazi özentisi bu kadar kabartılmışken üstelik. Böyle düşünen başkalarıda vardır. Lider Türk milliyetçilerinden Zeki Velide Togan, Kırımlı Cafer Seyidahmet Kırımer, Türkiye'nin Berlin Büyükelçisi Hüsrev Gerede, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti'nin kurucularından ve eski Azerbaycan Cunhurbaşkanı Mehmet Emin Resulzade, Şeyh Şamil'in toronu Dağıstanlı Avar Said Şamil gibi... Franz Von Papen, ortamı iyi koklayan büyük bir kışkırtıcıdır ve bu görüşü Nazi Almanyası lehine avantaja çevirmek için, bu muhalif görüşlerden Türk ve Müslüman Nazi lejyonları kurarak, Nazi elinin güçlendirmeyi ve III.Reich'ın bin yıllık düşüne ulaşması için herşeyi kullanmayı düşünmektedir. Bir buluşma ayarlar Papen. Bu buluşma, 1942 yılının Nisan ayında Berlin'de Adloniade Otelinde gerçekleşecektir. Almanlar, başlarda, Stalin zulmünden nefret etmiş Türk azınlıkların, bu öfkeli duygularından yaralanmak için, Rusların kapatmış olduğu kiliselerin camilere çevrilerek yeniden Müslümanların ibadetine açılacağını, savaşta yardım eden Türk halklarına bağımsızlık verileceğini vaadetmektedir gelen lider Türklere. Çakal samimiyetindeki bu buluşmada, aylarca herkes kendine çeker ortadaki leşi... Sonunda maskeler düşer ve leş kokusu sarar her yeri.... Nazilerle yapılacak işbirliği sonunda, savaş esiri Türklerin ülkelerine kavuşacakları ve kendi bağımsız devletlerini kuracakları düşüyle otele giden faşistler; Almanların, Sovyetler Birliği'ndeki Türkleri ikinci sınıf insan olarak görmeyi sürdürmesi ve görüşmeye katılanlara tam ve açık şekilde bağımsızlık sözü vermemesinin yanında, Türk ve Müslümanlara ancak manda yönetimini layık gördüğünü ve Nazilerin aslında bu '' lejyonlar '' üzerinden, gözünü Kafkasya'nın petrol ve madenlerine diktiğini fark ettiklerinde derhal buluşmadan ayrılırlar. Güvendikleri dağlara kar yağmıştır. Şaşkındırlar. Türkiye' deki Türkçü fikir hareketinin önde gelen isimlerinden , Turancı Reha Oğuz Türkkan şöyle anlatır o görüşmeyi: '' Almanlar bana Gönüllü Türk Birlikleri'nin başına geçmem için teklifte bulundular. Ben Almanlara bir ön şart koştum, o da şu idi; Almanlar, Sovyet işgali altındaki Türk memleketlerine savaşı kazandıkları takdirde bağımsızlık vereceklerini bütün dünyaya deklare etsinler. Almanlar bunda mütereddit kaldıkları için ben de onların teklifi reddettim.'' Ancak Naziler vazgeçmemeye kararlıdırlar. Bu fikrin gerçeğe dönmesi için başka girişimlerde de bulunurlar yükseldikleri dönemlerde. Örneğin, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Filistin cephesinde görev yapmış bir Osmanlı subayı olan Cevat Rıfat Atilhan ya da Hitler'in buyruğunda çalışan Arap Irkçısı İslamcı Hacı Emin el-Hüseyni gibi faşizme yakın yetkili subay ve din önderlerini, Hitler'in koruyucu kanatları altında bir Dünya İslam Birliği düşüne inandırırlar. Biz Atilhan'ı '' İnkilap '' dergisindeki Türk Nazileri savaşa çağıran yazılarından hatırlıyoruz. Atilhan daha da ileri gider ve 1935 yılında Berlin'de yapılan bir Uluslararası Nazi Kongresi'ne delege olarak katılır. Hitler yönetimiyle yakın ilişkiler kuran Atilhan, Nazilerin Dışişleri Bakanı Joachim Von Ribbentrop' la ailecek tanışan onlarla evinde görüşen biridir. (Meraklısına Not: Nazilerin Dışişleri Bakanı Ribbentrop, Nürnberg Mahkemesi'nde yargılanmış ve 16 Ekim 1946 tarihinde asılarak idam edilmiştir.) Yazımın bu bölümünü son derece ilginç bir belgenin okunmasıyla kapatalım. Türk tipi faşizm, İkinci Dünya Savaşı' nda sonra gerilemiş; ancak 1960'larda birlikte yeniden yükselişe geçmiştir. Bunda Küba Devrimi'nin, Vietnam Savaşı'nın ve dünya savaşının galibi Sovyetler Birliği'nin dünya üzerinde ilk kez denediği komünist sisteminin etkileri olduğu kesindir. Bizdeyse 1950'de başa geçen Demokrat Parti üzerinden Amerikan sömürgesi olma sürecimiz ve 10 yıllık '' yalancı bahar '' dan sonraki hala sancılarını çektiğimiz felaketin başlangıcı olarak hafızamızda kalmıştır o dönem. 1960 Darbesi'nin ardından kesintiye uğrayan demokrasi karmaşası, yeniden milliyetçilik vurgusunu canlandırır. 1965 yılında, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi, Türk tipi faşizme yeni bir kimlik kazandırır ve savaş, sınıf savaşına döner yüzünü; işçi sınıfı ve burjuvazi savaşına.... Yükselen yeni milliyetçilik hareketi, 1968 yılında dünyayı yerinden oynatan özgürlükçü kalkışmalarla birlikte rengini bulur ve sol hareketin karşısında yerini alır. Hareketin önde gelen isimlerinden; Dündar Taşer, Rıfat Baykal ve Ahmet Er'in yönetiminde Türkiye'nin pek çok bölgesinde '' Komando Kampları '' açılmaya başlar. Kamplar, faşist hareketin sokak gücünün askeri eğitiminde önemli bir işlev görür. O kadar önemli bir işlev görür ki hem de devletin hazırladığı raporda şöyle yazılır bu konuyla ilgili : Komando Kampları, Fırtına Birlikleri isimli Nazi teşkilatlarının bir benzeridir.'' Bu tümce, İçişleri Başkanlığı'nın 26 Ekim 1970 tarihinde dönemin başbakanı Süleyman Demirel'e ve valilere sunduğu '' Tanıtma Broşürü Nasyonel Sosyalizm '' başlıklı raporda yazılıdır ve altı çizilerek işaretlenmiştir. ( '' Ülkücüler Öteki Devletin Şehitleri '' kitabının 39. sayfasından) Faşist hareketin askeri hazırlığı çok geçmeden ilk sonuçlarını verecek; 1964 yılından sonra yoğunlaşan siyasi olaylarda ölen ilk çocuklar, tıpkı 1960'da toprağa düşen Turan Emeksiz gibi sol görüşlü, devrimci çocuklar olacaklardır.
··
1.026 görüntüleme
Requiem okurunun profil resmi
Bu devletin doğasını çok net ifade etmiş. Görünürde ne kadar demokratik süreç olsa da olmasa da Her zaman bu yapı ve zihniyet ülkeye hakim olmuş ve olmaktadır. Devletci ve milliyetçi ( nazist şekilde hem de) karakter toplumu hep yöneten olmuş ve dewam etmekte bu olgu. Devlet geleneğimizi anlamak açısından çok faydalı bir metin umarim çoğu kişiye ulaşır ve faydalı olur ✌✌🐴🐴
BREAD WINE okurunun profil resmi
Bu kadar bilgiyi bir araya getirip, çarpıcı şekilde anlatım... Gerçekten yürekten tebrik ederim. 🙏🙏🙏Sayende bilinclendim 😂😂
Serkan okurunun profil resmi
Bu bilgilerin belki de hepsini biliyordum, ama hafızayı tazelemek çok önemlidir, eline sağlık tam da zamanında bir paylaşım.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.