Gönderi

1820, İngiltere'de Kraliçe Caroline'ın yılı oldu. "İngiltere'nin onuru kırılan kraliçesi" Caroline of Brunswick, lll. George'un oğlu, naip prens George'un eşiydi. Bu, aşktan yoksun, "ayarlan­mış" bir evlilikti. Evlendikten hemen sonra, tek kızları Prenses Charlotte'un doğumuna rağmen ayrıldılar. George serbestçe kendi duygusal yaşamı, dostlukları, siyasi entrikaları içine dön­dü. Çok bayağı bulduğu karısının Cermen tavırlarına, sır tutama­masına ve boşboğazlıklarına katlanamamıştı; ondan kurtulmak istiyordu. Kızlarının denetimini elinde bulunduran eşinin hiç azalmayan düşmanlığı karşısında, Caroline İngiltere'den ayrıldı ve Kıta Avrupası'nda gezgin bir prenses hayatı sürmeye başladı. 1820'de lll. George öldü ve zaten zamanında aklını yitiren babasının görevlerini üstlenmiş naip prens, monarşinin tüm ala­metlerini kuşandı. Ama Caroline kraliçe olarak kabul edilecek miydi? Yeni kral bunu engellemeye kararlıydı ve dini kutsama ayininde onun adının okunmamasında ısrar etti. Hakkı olarak kabul ettiği bir şeyin elinden alınması karşısında çılgına dönen Caroline, Ingiltere'ye yelken açıp, kralın düşmanları olan ve ona saldırmak için bu durumu fırsat bilen radikalleri çok mutlu eden bir polemik fırtınasının ortasında karaya ayak bastı. Na­zırlar krala pazarlığa oturmasını tavsiye etti, ama bir uzlaşmaya varılamadı. Boşanmakta kararlı olan kral, Lordlar Kamarası'nın özel muhakeme usulüne başvurdu. Kraliçe hakkında açılan kamu davası 1820 yılı boyunca bütün zihinleri meşgul edecekti. Krallık ailesine ilişkin tefri­kalar haftalar boyunca ulusal ve taşra basınının sütunlarını doldururken, lordlar da tehlikeli saray olayları, hanımefendi ile hizmetkarları arasındaki skandal ilişkiler ve aşksız bir evlilik üzerine tanıklıkları dinliyorlardı. Ama kamuoyu kralın tarafını tutmadı. Tam tersine aris­tokratik evliliklerdeki yozlaşmanın zavallı bir kurbanı olarak görünen kraliçe lehine araya girdi. Babalar, kocalar ve erkek kardeşler, İngiliz uygarlığının en güzel süsü olan "hanenin erdemleri" adına çarpışan şövalyeler gibi, bu kadının davasını savunmaya çağrıldı. Kraliçe lehine bin bir türlü gösteri yapıldı; bir şövalyeler geçit törenine dönüşen Londra bakır dökümcüle­rinin ve kazancılarının gösterisi buna örnek verilebilir. Ama Caroline kendisine biçilen temiz kahraman kadın rolüne uygun değildi. Bu nedenle efsanesi hızla sona erdi. Kral davayı kaybettikten ve boşanmadan vazgeçtikten sonra, Caroline de çifte taç giyme düşüne veda etmek zorunda kaldı. Kral tek başına taç giydi. Ama kamusal alandaki zaferinin bedelini, evinde geri adım atarak ödedi. Bu dava kamuoyunun ev yaşamı hakkında yeni düşüncele­re sahip olduğunu göstermektedir. İngiliz onurunun ve erkekli­ğinin simgesi olan John Bull'un, "IV. George ve eşi Caroline için od"da duyurduğu gibi: Ulus için bir baba ol, Kraliçen için bir koca, Ve halkının sevgisine güven Sakin ve huzurlu sürdür saltanatını." "Halk", krallığın yurttaşlar üzerindeki babalık sorumluluğu gibi, kendi özel ailevi sorumluluklarını da üstlenmesini daya­tıyordu. Gerçek bir kral olmak aynı zamanda gerçek bir koca ve gerçek bir baba olmak demekti. İnsanın kendi evinde huzur yoksa, ulusun da huzurunu sağlayamazdı. Hanenin erdemleri Ingiliz uygarlığının odak noktasında yer alıyordu ve halk kral babasını, ancak bu erdemler açısından örnek olursa sevebilirdi. "Onuru kırılan kraliçe", monarşinin kamusal tavrına dam­gasını vurdu. IV. George'un ardılları, IV. Wilhelm ve eşi Adelaide ideal bir çift oldu. "İngiltere'nin gül tomurcuğu" Victoria, örnek bir eş ve anne oldu. Tanınmış bir vaizin 1849'da söylediği gibi, "sade ve onurlu kraliçemizin tahtı, halkının mutlu yuvaları ve kendisine bağlı gönülleri arasından yükseliyor. O özellikle hanesinde sergilediği erdemleriyle bizim güvenimizi ve sevgi­mizi hak ediyor. O bir kraliçe -gerçek bir kraliçe- olduğu kadar, gerçek bir anne ve gerçek bir eş..." IV. George, sağlam bir aile temeline dayanmadan ve hem kocalık, hem de babalık rolüne saygı göstermeden, uyrukları­nın itaatini kazanamamıştı. Victoria ise gerçek dişiliği temsil ediyordu; aynı zamanda bir kadın olduğunu da herkese ve her bireye hatırlatarak, uyruklarının güvenini kazandı. Her aile, babanın kral ve karısının kraliçe olduğu bir aşk imparatorluğu olmalıydı. Krallığın tefrika romanıyla sıradan hane hayatınınki benzeştirilmişti. Böylelikle 1820'den sonra, halkın sevgisini kazanmak isteyen bir kralın evcil bir adam olması gerektiği kabul edildi. Törelere aykırı davranış artık geçer akçe değildi. Moda olan evlilik ve aileydi. Erkeklere her türlü aldatma hakkını tanıyan, ama kadınlan kınayan çift yüzlü aristokratik modelin, sevgi ve ortak yaşam üzerine kurulu olmayan evlilik modelinin eleştirisi özellikle bur­juva çevrelerden kaynaklanıyordu. 1820'deki kampanyayı radi­kaller, özellikle de Sir Francis Burdett, Jeremy Bentham'ın dostu ve ütilitaristlerin [yararcıların] lideri James Mill ve Edinburgh Review'un kuruculanndan Henry Brougham yürütmüştü. Ama bunun da ötesinde, kraliçenin davası Anglikanlarla ünitaryenleri birlikçileri], tory'leri (muhafazakar), whig'leri (Liberal parti üyesi) ve radikalleri birleştiren ahlaki bir çoğunluk tarafından destek­lenmişti. Bu yeni çoğunluk, erkekler ile kadınlar arasında yeni değerler ve yeni ilişkiler tanımlamak konusunda onlarca yıldır süren entelektüel bir savaşın ürünüydü.
··
379 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.