İslâm'ı diğer dünya görüşlerinin teklif edip de ba şaramadığı şeylerin üstesinden gelebilecek bir alter natif diye takdim etmekten kaçınmamızın gerektiğine inanıyorum.
Gerçi halen önümüze mesele diye sürülen konularda İslâm'ın yeni bir teklifi ve çözüm tarzı bulundu ğunu her Müslüman kabul eder. Ne var ki bu cinsten teklifler, çözüm tarzları, İslâm'ın karşıtı olan dünya görüşlerinin ileri sürdüğü hususların bir "alternatifi" diye ele alınmamalı.
Diyelim ki, iktisadî-siyasal zeminde adil bir gelir dağılımının gerçekleştirilmesi insanların ortaklaşa üzerinde anlaşabildiği bir konudur. Her dünya görüşü de, bu konuda kendine mahsus tekliflerim bize iletiyor. Bu alanda İslâm'ın da öngördüğü bir dizge var.
Üstelik pratikteki gözlemlerimiz bize, İslâm'ın öngördüğü dizgenin daha sağlıklı olduğunu ispat ediyor.
Fakat acaba bir Müslümanı Müslüman yapan husus, İslâm'ın gerek bu alandaki, gerek diğer alanlardaki üstün düzenlemesi midir? Yoksa faraza İslâm hiç de bu türden düzenlemelere girmemiş bile olsaydı, Müslüman gene de Müslüman olmaya devam mı edecekti?
Soruyu şöyle de ortaya koymak mümkün:
Müslüman bir takım maddi beklentiler ve umutlar sonucu mu Müslüman oluyor? Yoksa Allah'ın rızasını kazanmanın dışında ve onun önüne geçebilecek başka hiç bir beklentiye yer vermeden mi?
Halen materyalistik bir düzlemde işleyen bir kafa yapısının önümüze getirdiği ve gerçekleşmesini istedi ği hususların hiçbiri Müslüman için asgari bir düzeyde bile herhangi bir "gaye" olma değerim taşımaz. Müs lüman, ne daha fazla gelir elde etmek, ne total gelirin adil dağılımım sağlamak, ne insanlar arasında barışı, sükûnu, kardeşliği tesis etmek için Müslümandır. Bu ve benzeri şeyler İslâmî bir hayat sürdürmenin doğal sonuçları olarak ortaya çıkarlar. Kendi başına bunla rın hiçbiri ulaşılacak bir gaye ve hedef diye alınmaz.
Müslüman için, hedeflerin en önünde ve en sonunda bulunan biricik husus yalnız ve ancak Allah'ın rızasını kazanma faaliyetidir.