Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

112 syf.
3/10 puan verdi
Tasavvuf Notları Nedense Çok Tanıdık
-“Sufi Müslüman, mistik demektir. Önemli olan tek şey aşk dedi coşkuyla.” -Bir konuşmasını anlatıyor Schimmel önce. Bu konuşmasında yer alan şeyi önsözüne taşıyor ve tasavvufun mistisizm olduğunu hemen sayfanın başında veriyor Avrupalılara. Halbuki mistisizm kavramıyla İslam tasavvufu arasında yakından ya da uzaktan hiçbir ilişki yok. Çünkü mistisizm dediğimiz koşulların tamamı zihinsel hayal gücünün şekil bulmuş haline diyoruz biz, en kaba tabirle ifade etmek gerekirse. -İslam tasavvufunda böyle bir süreç hiç yaşanmadı. Yaşandığı alanlar varsa da hep garabetle sonuçlandı. İşte bunlardan bir tanesi Abdulkadir Geylani Hazretlerinin yaşamış olduğu dönemdeki Hasan Sabbah örneğinde görüyoruz. -Evet, o bir mistisizm anlayışıydı. -Ona benzer anlayışlarda da aynı. Ama İslam tasavvufuna mistisizm varlığını anlatarak yola çıkmış olan isimlerin mevcudiyetini beyan edelim ki baştan. Tasavvufu Avrupa, Amerika böyle görüyor. -Böyle görmesinin karşılığını hemen ilk sayfa girişte tekrarlıyor Schimmel. -“Fakat tüm dünya dinlerinin mistik durumları gibi onun da sayısız veçhesi var.” -Halbuki sayısız veçhe değil sayısız yönelimi yok. Ama niye bunu söylüyor? Avrupalının tasavvufa dair olan esası bozuk. Onun yerine tasavvufta olmayan şeyleri, tasavvufa nasıl enjekte edilebileceğinin bir kapısını aralamış oluyor Schimmel. -“Salik, sarhoşluktan hareketleri ve konuşması tuhaflaşmış insanlarla dolu. Cıvıl cıvıl geleneksel bir panayırda kendini kaybeder ya da münzevi bir hücrede murakabe halinde kalbi zikir çeker.” -Dikkat! -Bu kalbi zikir meselesi İslam tasavvufunda belli bölümlerde kullanılmış. Genel itibariyle Zikrullah her zaman sesten hafi kısık sesli veya cehri yüksek sesle söylenmiştir. Kalbi zikir meselesini gündeme taşıyor olması, Schimmel’in bunu sadece belli bir tarikata yönelik olarak söylediği anlayışıyla doğar. Aynı zamanda bunun yayılması için de vereceği mücadelenin ilk adımlarını bize hatırlatıyor olabilir. -William Chittick’ten bir alıntı yapar: “Sufi, iyi Müslüman’dır.” diye. “Tasavvuf, salih amel ve iyi ahlaktır. Sufi, hiç olandır.” diye anlatır. Buradan da bir İbni Arabi düşüncesine geçecektir. Ama o düşünceyi de yine bir mealci kafayla ele alıp almadığını diğer sayfalarda görüyor olacak. -“Mutasavvufların” der Schimmel, “nihai olarak ulaşmak istedikleri hedef, akli bilgi değil; şahsi tecrübi bilgidir. Onlar, hakir gördükleri saç baş yolduran fıkıh ya da kısmen ilahiyat kitaplarından daha eğlenceli olmayan sayısız kitap kaleme almışlardır. -Kitapları Allah’a ulaştıran vasıtalar olarak görmemelerine rağmen böyle yapmalarının nedeni, asıl mesajın yazılanlardan değil de satır aralarında saklananlar. Yani kuşaktan kuşağa aktarılan sözlerin batini yönü olduğunu düşünmeleridir.” -Halbuki İslam mutasavvuf dünyasında böyle bir süreç hiç olmadı. Hakiki mutasavvuflarda. Ya Schimmel’in mutasavvuflardan hakikatiyle karşılaşmadığını söyleyeceğiz burada ya da Schimmel’in tasavvufu bozmak için neler elinize lazım onu anlattığını göreceğiz. Çünkü mutasavvufların ulaşmak istediği şey akli bilgi değil demek doğru bir hareket olmaz çünkü şeriatın akliyesinden çıkmış bir tasavvuf zındıklıktır. -Şeriatın, tarikatın, hakikatin bir bütün olduğunu unutarak hareket eden Schimmel, aslında bunun Hindistan’da yapılmış çalışmalarla örnek teşkil edecek yeni bir düzeni mümkün kılabileceğini okuyucusuna anlatmaya çalışır. -Tasavvufun teşekkülünü anlatırken klasik manada tasavvufa düşman olan insanların dilinde var olan sözleri tekrar eden Schimmel, belki de hem bu sözleri Avrupa dilinde ve edebiyatında güçlendirme gayretini bizlere sunar. Aynı zamanda yurt içindeki insanlara da bir destektir. “Tevrat, Mezmurlar kitabı ve İncil’deki yanlışları, tevil hatalarını düzeltmek için Muhammed Peygamber döneminde indirilmiştir.” der. -“Kuran’ı Kerim için bu vahiy tecrübesinin yarattığı şaşkınlığı üzerinden atmasına yardım edecek olan kişi çok sevdiği eşi dul bir tüccar olup kendisine pek çok evlat veren Hz. Hatice’dir.” der. -Halbuki Hz. Hatice hem dul değildir hem de Allah Resulü’yle evlendiklerinde yaşları birbirine denktir. Bunu inşallah Siyeri Nebi bölümünde anlatmaya başlıyor olacağız. Ama oryantalist bakış açısının bir yapıştırması olduğunu da unutmamak gerekiyor. -“Salavatı Şerifelerle neyi özdeşleştirir? Çünkü tasavvufta değil İslam’da en önemli şey Salavatı Şerife’dir, Allahu Zülcelal’in emri üzere. Bu yüzden bu Salavatı Şerifeler ya da Hintçede söylendiği gibi doruklar manevi terbiyenin önemli bir parçasını oluşturur.” derken İslam hakikatinde var olan bu söylem ve tekrarın aslında Hintçede de var olan biz özümsemeyle karşılaştırılabileceğini söyleyen Schimmel, tasavvufta Hindu akımının nasıl yer alabiliceğine dair ipuçlarını alttan alttan vermeye başlar. -“Esas mucizesi Kuran’ı Kerim olduğunu hiçbir zaman mucize göstermek için çabalamamış olan Hz. Muhammed, eski zamanlardan bu yana menkıbe hikayelerle anlatılagelmiştir.” der. -Burada iki temel problem var. Bir, Allah Resulü’nün mucize göstermediğini söylemeye çalışma, 1922 doğumlu bir kadının mealci görüşlerin temelinde var olan nasıl bir yabancı argümanla hareket ettiğini size bir kez daha delillendirmiş oluyoruz. -Yani şunu iyi kavramanız lazım kıymetli kardeşlerim; bugünkü mealci zihniyet tasavvuf ve Hadisi Şerifleri karşısına alan, Hadislerin pek çoğunu kabul etmeyen, tasavvufa şirk diyen insanlar işte Avrupalının hazırlamış olduğu metinlere göre hareket ettiler. Bu metinler üzerinden çalıştılar. Ve bu kadın Ankara İlahiyat Fakültesi’nin başında görev yaptı. -Hoş, bugün de Ankara İlahiyat Fakültesi’nde görev yapan insanların Kuran’ı Kerim’de Hz. Musa’yla Hz. Hızır Aleyhisselam arasında yaşanan olayın anlamsız sürecinde bir küçük çocuğun öldürülmesinin manasızlığından bahsedip, bu Ayeti Kerime’nin de ortadan kaldırılması gerektiğini söyleyebilecek kadar densizliğe, hayasızlığa ve akidenin dışındaki bir hareketi yaşıyoruz. -Demek ki Ankara İlahiyat Fakültesi’nin dünü işte bu temellerle atılmış ve üzerine bunlar inşa edilmiş. Mutlaka içerisinde Ehli Sünnet hocalarımız vardır ancak şu inceliklere lütfen bir kez daha dikkat ediniz. -Bakın bunu yazan bir yabancı yazar ve 1920’li yıllardan bahsediyoruz. Hadi 40’lı yıllar olsun. -Bugünkü mealciler orijinal bir şey söylemiyorlar. Avrupalı oryantalistler onlara ne söyledilerse, onlar da bu topluma şimdi bu aşıyı yapıyorlar. -Bakın devam ediyoruz. -“Miraç hadisesi, özellikle İran tasavvufi şiirinde olmak üzere bütün İslami literatürde en güzel betimlemelerle canlı bir şekilde anlatılır.” Yani bu şiirsel olaydır. İnsanlar ve özellikle İran, Şia yani bu işi abartmıştır. Halbuki böyle bir şey gerçekte yoktur demeye gayret eder. -Şirazlı büyük mutasavvuf İbni Hafif’ten bahseder. -Bir hadise ittiba ederek “Farz namazlarını parmak ucunda eda etmeye çalışmaktadır ve halis bir niyetle bunu yapmasına rağmen çok fazla zorlanmaktadır. Bir gece mana aleminde Peygamber rüyasına teşrif eder ve bunun sadece kendisi için farz olduğunu, bir sufinin bunu yapmakla kendine zulmettiğini söyler.” -Zannımca insanların tasavvufun kendisine zulmettiğini anlatmaya çalışan bir gayrettir bu çünkü tasavvufta dahil olmak üzere İbni Hafif’i nasıl algıladı bilemiyorum ama parmak ucunda eda edilen Allah Resulü’nün kıldığı bir namaz yok. Çünkü bu durum namazın şeraitine uygun değil. Belki gece namazından bahsetmeye çalışıyor diyerek tatlı bir yerden almak isteyeceğiz ama ne yazık ki öyle değil. “’Ben mimsiz Ahmedim.’ Kudsi Hadisi yaygınlaştı.” diyor. -“Peygamber Aleyhisselatü Vesselam İnsanı Kamil olduğu ve Allah tarafından yaratılan ilk şey O’nun nuru olduğu için adeta Allah ile mahlukat arasında irtibat noktası konumundadır. Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellem’in makamının bu kadar yüce olmasına rağmen İslam İnancı’nda hulul enkarnasyon anlayışı yani uluhiyetin beden Mesih fikri kesin olarak reddedilir.” -Yani şunu diyor; bakın mealci kitabı değil bu. Yeni yazılmadı. Bak yazan bu, Annemarie Schimmel. Tarih 1940’lar. -Aynı şeyi söylüyorlar dikkat! -Diyor ki; Nuru Muhammedi yalandır. Bir hikayedir. Eğer böyle derseniz hulul demiş olursunuz. Yani enkarnasyondan bahsetmiş olursunuz. Sakın ha bunu söylemeyin. Bu inanca da bu şekliyle yaygınlaştırırsanız Peygamberle insanlar arasındaki bağın nereye gittiğini söyleyebilirsiniz. -Bakın; işte bu dönemde giderek artan dünyevileşmeye karşı züht ve takvayı ön plana çıkaran meşhur alim Hasan Basri’nin hareketinden bahsediyor. Yani yine aynı mealciler gibi tasavvufun Allah Resulü döneminde olmadığı, sonradan ortaya çıktığını ilk söyleyen demek ki bugün dinlediğiniz isimler değilmiş. -“Hasan Basri’ye yakın olan bu zahitler dünyevi olan her şeyi reddediyor ve Kuran’ı Kerim’i okumaya ve murakabeye ağırlık veriyordu. Beş vakit namazdan biri olmamasına rağmen Kuran’ı Kerim’de bahsi geçtiği ve makbul olduğu için gece namazı ve ibadete bilhassa ehemmiyet veriyorlardı.” -Yine Ehli Sünnet’in olan inancının yaşanmasına yönelik olarak Hasan Basri Hazretlerine gelene kadarki süreci tamamen koparmaya meyletmiş bir İngiliz anlayışıdır. Çünkü tasavvuf İslam’ın kendisinin yaşam biçimidir. -“Allah Resulü döneminde tasavvuf var mıydı?” sorusu şu soruya benzer: -Allah Resulü döneminde sünnet var mıydı? -Bu soruya cevap verirseniz Allah Resulü döneminde tasavvuf var mıydı sorusunun da cevabını bulmuş olursunuz deyip devam ediyorum. -“Bu dönemdeki zahitlerin Irak ve Suriye’deki Hristiyan keşişlerle de temasları mevcuttu. Dünyevi zevklerin beyhudeliğini ve geçiciliğini bilen sadece Allah’ı arzulayan bu iki grup arasında kuşkusuz bir irtibat bulunmaktaydı.” -Hatırlatıyorum tekrar, bugünkü mealciler ne diyorlar? -Hayır bizim dinimiz böyle murakabeye, böyle bir insanın Rabbiyle baş başa kalma mücadelesi yoktur. Bu, dünyevi zevklerin beyhudeliği ve geçiciliğinden vazgeçme tarzı Hristiyanlarda vardır. Siz bunu Hristiyanlardan aldınız demiyorlar mı? -Evet. -“Bu hikaye daha sonradan Shansolya Aziz Louis tarafından Avrupa’ya taşınmış ve Fransız yazar Jean Pierre Camus’un yazılarında tekrar ortaya çıkmıştır.” der ve İslam literatüründe var olan pek çok unsurun aslında batıdan alınmış değerlerle biraz da karma yapılmaya çalışıldığı söylenir. -“Budist efsanelerinden birinin İbrahim bin Ethem menkıbesi olarak değiştirilmesi buna örnek olarak verilebilir.” der. -Yani İslam tasavvufunun Budizm’le alakasını olduğunu söyler. Belki de İslam tasavvufuna katkı sunmak için veya buradaki İngiliz oyununu ortaya koymak için bir kapı, pencere aralar. İlla tasavvufun bu güzelliklerini bozmak istiyorsanız Budizm’den alıntılar yapmanın fırsatı sizin için hazırdır buyurur. “Şeyhul Ekber İbni Arabi yani Eflatunculuğun İslami hali olarak tanımlanmıştır.” der. -Bu sözü de mealcilerden duyabilirsiniz. “Erken dönem sufileri bu ayetlerden yola çıkarak Allah’ı zikretmek için bir usul geliştirdiler.” -Aynı şeyi tekrar ediyor. Ne diyor bugünkü mealciler; Allah Resulü döneminde zikir yoktu, sonradan ortaya çıktı diyorlar. Halbuki bu söz onlara ait değil. Avrupa ve İngiliz onlara böyle öğretti. -Hani biz buradaki derslerimizde hep söylüyoruz ya bugünkü mealciler Fransızların maaşlı elemanlarıdır diye. Bugün bu kitap bunun delilidir. -“Doğu kilisesinin İsa duası, Budizm’in Namu Abida Butsu’su ve Hinduizm’in Ram Mohan’ı nefes alışverişe dikkat ederek zikretmeye örnek olarak verilebilir.” diyor. -Dolayısıyla zikrin Hinduizm’den geldiğini anlatıyor. Halbuki Hinduizm’den alınmış olan zikir biraz daha farklı. -“Başlangıçta büyük sufiler geleneksel manada birer manevi rehber değillerdi. Onlar daha çok gündelik işlerinin yanı sıra kendilerini zühde ve nefis teskiyesine adamış bu halleri pek çok salikin ilgisini çekmiş zanaatkarlar ya da alimlerdir.” diyen Schimmel, aslında İslam tasavvufunda anılan isimlerin bugünkü büyütüldüğü gibi olmadığını; iyi, hoş, tatlı adamlar olduklarını ama bir Mürşidi Kamil olmadıklarını, böyle bir iddiada da olmadıklarını anlatmaya çalışıyor. -Ve enteresan “Şiilikte ilk imam olarak kabul edilen Ali bin Ebu Talib’tir.” diyerek burada da Sünni ve Şia arasındaki çatışmayı nasıl zemine oturtturacağının işaretlerini verir bu sayfaların arasında. -Enteresan, baya derinlere dalmış Schimmel. Çünkü uzun yıllar araştırmanın kökenleri bu. Bir özet gibi düşünebilirsiniz. Kim bilir buna ait olan raporlarda neler vardı? -“Bir mürşide intisab etmenin dışında, bir kimsenin zahiren görmediği kişi ya da kişilerden manevi eğitim alması mümkündür. Ruhani yollarla alınan manevi terbiye Peygamber Aleyhisselatü Vesselam döneminde yaşamış bir zat olan Yemenli Veysel Karani’ye nispetle üveysilik diye adlandırılır.” -Yani şu nispet kelimesine gelene kadar hani diyorsunuz ki a bak olayı fark etmiş herhalde. O da diyor ki hayır bir yerde nispet diyor. Bağlandım diyor. Aslında insanın dünya hayatında ya kazayla ya da rüya yoluyla kendinden evvel yaşamış olan Peygamber Aleyhisselatü Vesselam başta olmak üzere bu insanları görebilmesi, bu insanlardan bir nida duyabilmesi mümkün değildir diyor. -Halbuki İslam akidesinde dört mezhebe göre de kişinin Peygamber Aleyhisselatü Vesselam’ı rüyasında görmesi haktır. Yalan söylüyorsa bunun bedelini mutlak surette ödeyecektir çünkü Allah Resulü “Kim benim hakkımda yalan bir söz söylediyse kendine cehennemde yerini hazırlasın.” buyuruyor. -“Daha sonraki zamanlarda 13. yüzyıl Hindistan’ında olduğu gibi çile-i ma'kuse denilen bir çile çeşidi ortaya çıkmıştır. Çilei makusede kişi kendini baş aşağı gelecek şekilde ayaklarından kuyuya ya da çukura asar. Bu halde dua edip, zikreder.” diyor. -Bu işte, İngilizlerin ortaya koymuş olduğu tasavvuf akımının ne yapmaya çalıştıklarının izahatı. -“Halvette yaşanan deneyimler İran şiirinin en güzel örneklerinden biri olan Feridun Attar’ın Musibetnamesi’ni etkilemiştir.” der. Bu tabii ki yazarın kendi görüşü. -“Bu yüzden Hintli alim mutasavvuf Şerafettin Maneri’nin Hint-Müslüman yöneticilerinin gözde kitaplarından olan ve yüz adet mektuptan oluşan Mektubatı Sadi isimli eseri, Hindistan’daki müceddid Nakşi Ahmedi Sihendi’nin siyasi olarak tartışmalı mektubatı ya da İspanyol-Faslı bir Şazeli Şeyhi olan İbn Abbad er-Rundi’nin risaleleri içerik ve üslup yönünden ayrıntılı bir incelemeyi hak etmektedir.” derken zannedersem İngilizlerin ne yapmaya çalıştığının özetini vermiştir. -“Korku, insanı vurdumduymaz olmaktan alıkoyduğu için bir dereceye kadar gereklidir.” diyen Schimmel “bu yüzden bazı erken dönem sufileri İranlı Yahya bin Muaz’ın Allah’ın lütfu ve insanın günahkarlığını diyalektik bir şekilde işleyen dualarını uygunsuz bulmuştur.” diyerek zehrini akıtmaya devam eder ve o duayı verir: -“Allah’ım isyankar bir kulun olduğum halde seni hangi yüzle anabilirim ve seni nasıl anmayayım ki sen rahmet edenlerin en rahmetlisisin.” -Kişinin kendi nefsini isyankar bilmesiyle, kişinin kendini isyankar bilmesi arasındaki farkı çok iyi bilen Schimmel, buna bir örneklem vererek kelime oyunlarına girmeye başlar. Bu klasik Avrupalı oryantalist hareketin bir sonucudur. -“Yine de” der “evliyalara göre reca yani umut hiçbir zaman kaybedilmemelidir.” -Yani yine de siz diyor aslında bazı evliyalar var, umudunu kaybetmiyorlar. Umudunu kaybedenler olursa bilin ki onlardan umudu kesin manası çıkartılmaya çalışılıyor herhalde. “Kabz yani nefsin adeta bir iğnenin başınaymışçasına daralıp sıkılması Hristiyan mistisizmde ruhun karanlığına denktir.” derken Hristiyanlıkla tasavvuf arasında bir ilişkinin kurulabileceğinin temellerini atmaya çalışır. -“Seyru sülukun son mertebesiyse aşkullah yani marifetullahtır ya da. Her mistik öğretide bu iki gaye mevcuttur ve bu konuda İslam’da istisnai bir örnek oluşturmamaktadır.” Derken bu mistik öğretilerde gaye bu değildir. Gaye kişinin kendisini maksimize etmesidir. İslam tasavvufundan hariç bütün gayelerde kişi büyür. İslam tasavvufunda kişi küçülür ve Rabbiyle, Rabbinin rızasına ulaşmak vardır.” Ama Schimmel biz de böyle yaparsak güzel bir Hindu’ya dönüştürebiliriz demiş oluyor. -“Takva Ehli’nin sahih deneyimi Arapça kelimelerin kökleriyle oynayıp, sessiz harflerin yerlerini değiştirmenin sonsuz imkanlarından yararlanmak, neredeyse kabalavari sanat imkanı yaratmıştır.” diyor. -Yani Kuran’ı Kerim’deki bu Arapça kelimelerle oynuyorlar. Bu oynamalarla da işler yapıyorlar diyorlar. Bunu da Tasavvuf Erbabı’na söylüyorlar. -“Tempel Gerdenar şu soruyu sormakta haklıydı. Bu dili fazla ciddiye almıyor muyuz?” Ümmi bir dil olduğu iddiasıyla. Halbuki hakikatte şiirsel ve retorik. Herhalde bunun üzerine bir söz söylemeye gerek yok. Türkiye’nin neden Arapçadan vazgeçmeye gayretinin kimler tarafından hangi tarihte hatırlandığını bakın açık açık okuyorsunuz. -Burada unutulmaması gereken mühim bir nokta: “Sufilerin vecd halinde söyledikleri Hell Corby’nin deyimiyle birer paradoks olan şarthiyelerdir. Şathiyeler cezbe halinde söylenir ve dinin zahiri hükümlerine aykırı ifadeleri içerir. Beyaziti Bestami’nin sübhani ma haşeme şani yani kendimi tenzih ederim şanım ne yücedir ifadeleri aslında sadece Allah tarafından söylenecek ifadeler olabilir.” derken işte mealcilerin söylemlerinin başlangıç yerini burada görüyorsunuz. Halbuki Beyaziti Bestami Hazretleri Rabbimizin dilinden okuyor onu. Rabbimiz böyle söylüyor diye okuyor. -Kitabı okumak bile yeterli oluyor diyebilirim size. Ben de size en özet halini seçmiş oldum ki şu mealciler orijinal bir şey söylemediklerini öğrenelim. -“Louis Maksingo’nun bu konuda yazdığı kapsamlı eseri Şehit Mutasavvuf Hallacı Mansur’un batıda tanınmasına çok büyük katkılar sağlamıştır çünkü Hallacı Mansur eliyle İslam mutasavvuflarına saldırı yapmaları kolay bir yolu seçmiş olan İngilizler bu konuda mahir hareketlerine detaylı unsurlar katmışlardır. -Hallacı Mansur’la Hz. İsa’nın benzerlikleri” çok garip bir ifade “ölüme gönüllü gitmeleri ifadeleri Hristiyanların kullandığı bazı tabirlerin geçmesi de çalışılmış konular arasındadır.” derken Hz. İsa’nın bizim inancımıza göre göğe çekildiğini bilmiyor olamaz. Bunun böyle olmasının sebebi ne? -Hallacı Mansur’u insanlar önünde kendisini Rabbin oğlu olarak gösterme gayreti, O’nun parçası gibi gösterme gayreti olduğunu söylemek ve tasavvufa bu duygu ve fikrin var olduğunu iddia ederek insanları nasıl şirkten kurtarmak için tasavvufun elinden kurtarabileceğinin yolunu vermiş oluyor. -Ve garip bir sözle devam ediyor. Bak bunların hepsinin yazarını değiştirip, o bildiğiniz meşhur mealcileri yazar olarak koysak hiç şaşırmayacaktınız. -“Aslında 10. yüzyıldayken çok fazla meşhur sufi yoktu.” Saymakla bitmez. Belki 2000 civarında sufi var o çağda. -“Iraklı En Nifferi gibi belli başlı birkaç büyük sufiden söz edebilmekteyiz.” der. Zannedersem o bizim büyüklerimizi çoktan reddederek harekete geçmenin yolunu anlatır. Çünkü bugün dünyanın dört bir tarafında elhamdülillah Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretleri gibi zatlar anılırlarken, akidede ne kadar büyük bir mücadele verdiklerini ve İslam şeriatinde akideden şaşmama uğrunda bütün Ümmeti Muhammed’i hangi yolda tutmak gerekliliği hususunda müthiş bir muhaddis ve akaid ustası olduklarını herkes kabul etmektedir. -İbni Arabi’nin varlık sisteminden bahsedilir. Vahdedi vücut meselesi, hiç girmeyelim ama klasik bir mealci anlayışıyla saldırıya geçer. -“Erken dönem tasavvufunun daha yalın olan dünya görüşünün aksine burada Salikin cehaletin perdesini yırtmaya çağrıldığı irfani, yünostik, irfanlar yünostiğin hiçbir alakası yoktur, bir sistem oluşmuştur. Salik, perdeleri tek tek yırttıkça Allah’ın tecellilerini değişik mertebelerde müşahede edebilecektir. Özellikle Avrupalılar ve Amerikalıların oldukça ilgi çekici bulduğu bu entelektüel yönü ağır basan sufiler sayısız şairane ifadeye ilham vermiş, derin ve coşkulu muhabbetten yoksun görünmektedir. -Bazılarına göre de isimlerini Ademden varlık alemine zuhur etmesini büyük patlama diye tanımladığımız olayın şairane bir ifadesidir.” derken bizim mutasavvuf dünyasında yaşamaya gayret ettiğimiz hayatla cehaletin birbirini yakınlığını anlatmaya çalışır. -“Londra’daki The Muhidy İbni Arabi Society” yani Muhyiddin İbni Arabi topluluğu “düzenli olarak katılımın üst seviyede olduğu toplantılar gerçekleştirmektedir.” der Schimmel, İbni Arabi hakkında İslami, Yeni Eflatunculuğun bir temsilcisi olarak yapılan geleneksel açıklamalarla onu dört başı mahmur bir düşünce sistemi kuran ve Kuran’ı Kerim’in işari tefsirini yapan kişi olarak gösterme çabası arasındaki fark Nyber’in İbni Arabi kısa yazıları, Michael Chozkiewicz'in en son eserleri ve hepsinden öte William Chittick’in yazıları okunarak görülebilir.” demiştir ama bütün bu saydıkları isimlerin yapmış olduğu çalışma İbni Arabi’nin dünya hayatına olan katkılarıdır. Yaşadığı çağda ve sonrasında Avrupa Aydınlanma Çağı’nda çok defalar faydalanılmış çalıntılarıyla, onun buluşlarına olan çalıntılarıyla da bir şekilde kendilerini tamamlamışlardır. -Sufi ve edebiyata geçer burada. “Arap dilinin belagatının çok önemli olmadığını ve Arap dünyasına dini bir şiirin teşekkül etmesi vakit almıştır.” diyerek Kuran’ı Kerim’in yayılma sürecinin aslında şairane bir süreç olduğunu anlatmaya çalışır. -Bu arada da Şuara Suresi’ni insanlara gerçekten yapmadığı şeyleri söyleyen diyerek de şairlerin aklındaki gerçek ayetin tefsirini vermekten uzak durur. -“İranlılar tasavvufun gelişmesinde çok önemli bir rol oynamaktadır.” der. -“Hatta eskiden bazı alimler tasavvufu katı semitik inanca karşı aryan ruhunun tepkisi olarak görüyorlardı.” der. -Bu bahsetmiş olduğu alimler o tarihlerde de var olan harici unsurlar olduğunu ne hikmetse yazmaz. -“Bir Arap atasözünde de söylendiği gibi metafor gerçeğe giden bir köprüdür. Ve bir salikin yegane amacı muhabbetullahtır. Daha mutahasıp olan Sünni çevrelerde bu gibi çevreleri onaylamama gibi bir durum oluşabilmiştir.” der, tasavvufu Sünni inancının içerisindeki bir gereklilik ve doğal bir süreç olduğunu anlamamızdan bizi uzaklaştırmaya çalışır. Bunu da İngilizlere öğretir, “Böyle yapacaksınız. Bak böyle anlatacaksınız.” der mealcilere. -“Fakat durum bazı çevreler için bu şekliyle anlaşılmadı. Sufiler hakkındaki tüyü bitmemiş erkeklere eğilimlerinin olduğu iddiası bazı söylentilere yol açmıştı.” -Hatırlıyor musunuz, Mevlana Hazretleri’nin Şems’le yaşadığı ilişkiden dolayı yıllarca eşcinsel olduğunu haşa, haşa, haşa iftirasını atan adamlar bakın bu kitaptan alındı hepsi. -Ve bu kadın yıllarca Mısır’da Ankara İlahiyat Fakültesi’nde kürsü başkanlığı yaptı. -“İki anlam katmak arasında devamlı gidip gelmesi tasavvufi şiiri çekici yapan şeydir.” dedi. Arada şiirler ekliyor. -Buradan devam ediyoruz sözümüze. -Bakalım Schimmel diğer sayfalarda bizlere bu şeriat, tarikat ve hakikat arasındaki ayrımı beyan etmek için neler yapmış? Bir kademe olmayan bir unsuru, kademeleştirme, bir yandan tasavvufun içini bozma, bir yandan da tasavvufun içindeki o bozduğu bozuk fikirlerle İslam’ı vurmaya çalışmak. Değişik ve müthiş bir oyun. Son 200 yılımızı kapsıyor ve Schimmel bu anlamda ciddi bir çalışmasını ortaya koyuyor. -Mevlana Celaleddin Rumi’den bahsediyor ve diyor ki “20. yüzyılın başında Hintli modernist Müslüman Muhammed İkbal’e ilham kaynağı olması onun düşüncesini halen ne kadar canlı olduğunun bir göstergesidir.” diyor. -Muhammed İkbal’le Mevlana Celaleddin Rumi’nin içinde bulunduğu tavır, tarz ve hayat biçimi aynı olmamakla beraber bunları eşitlemeye göstermiş olduğu gayretin tamamının en nihayetinde biraz önce bahsettiğim şeyin delili olarak sunulabilir. Ama asıl önemli olan üçüncü mezhep benzeri bir yapının kurulmuş olması derken tasavvufun üçüncü bir mezhep olduğunu anlatmaya çalışır. -Bakın altta bir yazı var. Çevirmen tarafından şöyle diyor; “Hristiyanlardaki bir dini müessese, bu müesseselerde sadece dini yemin etmiş ve hayatını salih amel ve kilisenin buyruklarına adamış kişiler değil hayırlı işler yapmak isteyen kişiler de bulunabiliyordu. Schimmel’in bu benzetmeyle kastettiği budur. Mürşidlerin etrafında sadece müridlerinin değil, onların feyzinden yararlanmak isteyen muhibbanı görmekteyiz.” der, Schimmel’i de destekler. -“Hindistan ve Pakistan’da Müslümanların dini bayramlarına Hinduların katılması gibi, Mısır’da Kıtti Hristiyanlar bu telaşta yer almak için mevlitlere katılırlar çünkü tekke birleştirir, cami ayırır. -İndiregandi’nin 1984 yılında suikaste kurban gitmesinden sonra birçok Sih, Hinduların öç almak için misilleme yapmasından korkarak Nizameddin Evliya’nın Delhi’deki Türbei Şerif’ine sığınmış ve burada güvene olmuşlardır.” diyerek tasavvufun bölge coğrafyasında yeri geldiğinde kullanılması gereken özelliklerini Schimmel anlatır. -Evliyaların biliyorsunuz da pek çok sosyal ve siyasal olayda da hemen Anadolu irfanı vesair konuları gündeme getirenler bu noktada bunu birleştirici bir argüman gibi kullanmayı arzu etmişlerdir. -“Evliyaların bazı özel hususiyetleri vardır.” diyor. “Tıpkı Hristiyan inancında Aziz Antonio’nun kaybolanlardan Florya’nın yangından korumaktan, Blasis’un boğaz hastalıklarından sorumlu olması gibi İslam İnancı’nda çeşitli şeylerden koruyan Evliyalar vardır.” der. -Unuttuğunuz bir şey var; buradaki azizlik mevhumuyla Evliyaullah’ın azizlik mevhumunun temelleri aynı değil. -“Mutaassıp Müslümanların tüm dünya kültürlerinde yer alan bu tarz geleneklerin İslam’da yerinin olmadığını durmaksızın tekrar etmesi anlaşılır bir durum çünkü onlara göre bu gelenekler Pagan inancına benzer. Bu inançta İslam’da var olan tek tanrı inancıyla çelişmekte, ayrıca İslam Dini’nde Allah ile kul arasındaki herhangi bir aracıyı kati bir şekilde reddetmektedir. Fakat eğer Kuran’ı Kerim’de bunu nehyeden bir ayet dahi görseydim türbe ziyaretlerini yasaklardım diyen Şeyh Veliyullah’ın dört tarikata intisalı bir zat olduğu unutulmamalıdır.” derken ne yazık ki Şeyh Veliyullah’ın bu hakikati söylerken esas itibariyle Sünneti Seniyye bilgisini bir kenara iterek söylemiş olduğunu verme gayreti var. -Devam edelim biraz daha ilerlerde sözün kendisi her şeyi anlatmaya yeterli. -“Aslında 13. yüzyıl tüm dünyada mistik hareketlerin yaygınlaştığı bir dönem olmuştu.” der. “Zaten toplumun buna aktığını, dolayısıyla bakın Japonya’dan Niçiren Budizmi hep bu dönemde ortaya çıkmıştı.” diyerek “zaten toplumun bunu arzu ettiğini, aslında tasavvufun insana bir şey katmaktan çok bir popülist akımlarla zaman zaman gelip zaman zaman gezen bir müzik.” -Hani vardır ya bazen rock, pop vesaire neyse artık bazen trend yapar bazen düşer, öyle bir şey olduğunu anlatmaya çalışıyor. -“Öyle yaparsanız” diyor “trend topik yaparsanız tasavvufta işinize yarar, kullanabilirsiniz.” diyor. -“Mesela ev kadının, balıkçının ya da yoksul bir gündelikçinin rahatlıkla anlayabileceği bir yalınlıkta dizelerini söyleyen muhabbetullahın esrarından dem vurup Allah’a bağlılıklarını tasvir eden bu hatipler yerel dillerin gelişiminde önemli rol oynamışlardır. İlginç bir şekilde benzer bir gelişmeyi Hinduizm’de de görüyoruz.” der, yine Hinduizm’den nasıl alıntılar yapabileceğimizi anlatır. Burada da onu yapıyor. -Burada da çok garip bir yere başlık açıyor. -“Modern Dönemde Tasavvuf” diyor. Öncekiler çünkü modern değiller ya. Modernizm vahşetinin devamında neler olmuş, ne yapmak istiyormuş onu anlatıyor. -“Bugünlerde onur verici bir isim olarak algılanan ve yorumlanan sufi kelimesi aslında İslam Dünyası’nda eski dönemlerde şüpheci bir şekilde karşılanabilmekteydi.” diyor ve modern dönemin tasavvufa kapatılması gerektiği için bir çalışma yapılması gerektiğinden dem vuruyor. “Çağın alimleri de zamanın müddetleri tasavvufun aslına muhalif olan bir anlayış benimsemişlerdir.” Kitabının başka yerinde de söylediği gibi “Bazı kimselerin de esas amacı tüyü bitmemiş erkeklerdir.” diyerek tasavvufa en ağır söylemlerin nasıl yapılabileceğini, mutasavvufların nasıl kirletilebileceğini Schimmel bizlere öğretir. İşin en enteresan tarafı şu ki; mesela “Türk romanlarında da bu konu pek çok kez işlenmiştir. Konuya eleştirel bir şekilde yaklaşan Yakup Kadri’nin Nur Baba isimli romanından daha önce bahsetmiştik. Samiha Ayverdi’nin romanları ve kısa öyküleri, tasavvufi mefkureleri Osmanlı İmparatorluğu’nun kültürel değerlerine duyulan nostaljiyle harmanlamaktadır. Türkiye’nin genç ve başarılı romancısı Orhan Pamuk ise romanlarında ısrarla sufilerden, tasavvufi hikmetten ve hepsinden önemlisi de rüyalardan bahsetmektedir.” der. -Orhan Pamuk, Samiha Ayverdi’nin tasavvuftan ne kadar uzak olduklarını anlatmaya zannımca gerek yoktur. -Şöyle biter kitap: “San Francisco, Koalın, Türkiye, Sudan, Hint, Pakistan alt kıtası, Özbekistan, Kahire ve İran’daki tüm sufi dostlarım tasavvufun farklı bir cihetini temsil ediyor. Ve ben tüm cihetleri için bir açıklamaya yapmaya cüret ediyorum. Nimetullahiye Şeyhi Dr. Cevat Nurbahş’ın dediği gibi insanlığı idrak yolu mu ya da sıklıkla söylendiği gibi Mevlana Celaleddin Rumi’nin verdiği cevabı mı benimsemeliyiz? -Tasavvuf nedir diye sordular. -Dedi ki kederli vakitler gelip çattığında kalbinde bulduğun sürurdur.” Yani diyor bizler şu sürur meselesini alırsak dünyaya Müslümanları otlatmak için tabiri caizse, kusura bakmayın, Müslümanlarla oynamak için bunu bir alet olarak kullanıp bir yandan içini kirletelim. Öyle İslam’a karşı söz söyleyecek söze destekler mahiyette unsurları meydana getirelim vesaire. -Sonuç, bugüne kadar duyduğunuz mealcilerin bütün iddialarının tamamı işte bu kitaptan çıktı. Bu ve buna benzer kitaplardan. Yani gözünüzü kapatıp okuduğunuzda Schimmel değil de x, y, z mealcilerinin yazdığını rahatlıkla görebilirsiniz. -Ve ne gariptir Sufi Kitabevi’nden çıkmıştı bu. Gerçek bir açıklama yapmadan bunlar çıkarıldı Sufi Kitabevi’nden. -Ne diyelim; yine altta yorumlarınızı ve kitap önerilerinizi bekliyoruz sizlerden. Her yazdığınız yorumu mutlak surette alıyoruz, bekliyoruz ve sırayla önünüze gelecek birkaç kitap sonra görmeye başlayacaksınız çünkü stoktaki kitaplarımızdan getiriyoruz bunları araştırarak Tevhid Ocağı’nda. -Efendim tasavvuf notları, tasavvufu nasıl bozarız, İslamı nasıl bundan daha kötü bir sonuç almasını sağlarız diyen ama asla başarılı olamayacak kendine maşalar arayan oryantalist Schimmel’in elinden çıkmıştı. -Allahu Zülcelal Kuran’ı Azimuşşan’da beyan ettiği hak ve hakikat doğrultusunda, Peygamber Aleyhisselatü Vesselam’ın Sünneti, Ehli Beyt’in sevgisiyle yaşanan tasavvufun hakikatini bizlere ermeyi nasibi müyesser eylesin diyelim. -Kalın sağlıcakla. - youtu.be/7DkcWUtYFWE
Tasavvuf Notları
Tasavvuf NotlarıAnnemarie Schimmel · Sufi Kitap Yayınları · 2018115 okunma
··
1.363 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.