Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

2/10 puan verdi
-“Ezilen bir kadın hikayesi anlatırken her seferinde neden bu cehaletle örtüşür veya bu cehaletin arkasında neden sürekli din ifade edilir? Onu merak ederiz.” der ve bu romanın içerisindeki bazı cümlelerin arasında yürümeye başlıyoruz. -Kızcağız şöyle sesleniyor daha sayfaların baş kısmında: “Bak canım hangi kapıdan çıktıysa aynı kapıdan girmelisin. Uğursuzluk getirir derlerdi.” diyerek aslında hurafelere ait olan geçmişin inançlarının, geçmişten bugüne dinselleştirilme sürecinde ifade etmeye çalışan Ayşe Kulin kitabının pek çok yerinde buna benzer cümlelerle aslında dinin geçmişten gelen hurafelerle süslenmiş bir unsur olduğunu, bunun da cehalete sürekli tetiklediğini bize bir şekilde anlatmaya çalışır. -Baba der Ayşe. -Baba erkek çocuğunun okuldaki gidişatından memnun değildi. Anne ise babanın oğlunun üzerine fazla gittiğini düşünüyordu diyerek Türk toplumunda annenin özellikle erkek çocuklara çok büyük bir özgüven verdiğini, kızlara ise ikinci plana atanların anneler olduğunu söyler. Kadını anlatırken diğer kadını anne sıfatıyla gündem ederek bu sefer insanları sıfatlardan alıkoyacak cinsel kimlikleriyle ön planda olmasını öğretmeye gayret eder Ayşe Kulin. -“Sen hasta değilsin ki abla. Kazadan dolayı sadece hatırlamıyormuşsun, öyle dediler. Aşağıdaki odalarda sorunlular kalıyor. Depresyon geçirenler, takıntı sorunu olanlar filan işte.” -Cümlede ne var diyebilirsiniz ama bilincimize şöyle kodlanıyor bu. Çünkü romanın içerisinde bu depresyon geçirenlerin genellikle dini kimliklerini çok ön planda tutulmuş. Birazdan göreceğiniz üzere o hasta insanların yaşadığı hayatları. -Aşağıdaki odalardalar çünkü aşağılarda bir hayatın sonucu bu. Din insanı aşağı çeken bir şey. Cehaleti getiren bir şey. Cehalet aşağılarda vardır. Hedefler hep yukarıdadır. Böyle izah edilir kitapların arasında satırlar arasında. Bunları söylüyoruz ki bu satırlar arasında ne kadar ince edebiyat unsurlarıyla ne kadar kalın kelimelerin arasına sıkışmış ince nağmelerle çocuklara ve genç kızlarımıza neleri atfediyorlar onları anlayalım diye. -“Bilinçaltı filan değildi abla.” diyerek bu sözümüz biraz daha netleşiyor artık. -“Anneler kızlarına nasıl davranır. Başka türlüsünü bilmiyorum ki ben. Annem beni hep azarladı. Bana her şeyi yasaklardı. Hele de babamı kaybettikten sonra.” diyerek Ayşe Kulin, bir kadının aynı zamanda babası kaybolduktan sonra, eşi kaybolduktan sonra aile içerisindeki baskıyı sürdürmesinin toplumsal bir kuşatma sebebiyle olduğunu izah edecek. Birazdan da bunu dinin bir unsuru olarak önümüze getirecek. Bakın o da şöyle ifade ediyor: -Annesinin bir üvey babayla olan evliliğinden bahsedecek kızacağız ve şöyle diyecek: -“Eve hapsetti beni resmen. Başımı örtmeden sokağa bırakmadı. Annem bana idare et diye yalvardı, yakardı. Gittik çarşıdan kendimize yerleri süpüren mantolar aldık. Sokağa çıkarken başımızı örttük.” -Yapma ya diye cevap veriyor karşısındaki. -Niye evlendi ki annem böyle biriyle. -“Parasız kalmıştık.” abla diyerek acıtasyonun en dibine vuruyor Ayşe Kulin işte bu satırlarla başlayarak. Parasızlık dini ya da Müslümanlar arasında çok yaşanan bir şeydir ve buna karşılık insanlar sanki para karşılığında evleniyormuş gibi dindar insanların kapanmasının, manto giymesinin, kocalarına olan mutlak zorunluluklarından ötürü sanki hiç inançları yok ve aptalmışçasına bir beyanatı önümüze koyar. -Bu arada internette bir sitede bazı ilanlar görmüştüm. Bir grup vardı. O gruba katılanlara iyi para veriyorlardı. Katılmaya devam ettim. -Ne grubuymuş bu diye cevap veriyor karşımdaki. -“Şey” diyor “Suriye’de savaş var ya işte. Gençleri topluyorlar da. Sadece Müslümanları tabii ki.” diyerek. -Yine geçen hafta Zülfi Livaneli’nin yaptığı gibi Suriye’de tek şart Müslüman olmak ki benim mezhebim de uygunmuş diyerek bu tartıyı daha da ağırlaştıran bir serüvene giriyor. Aynı minvalde Suriyeli Müslümanların cehaletine dem vuruyorlar. Bu da ayrı bir nokta. Ama buna rağmen kızın bu sefer şöyle bir cümlesi geliyor: -“Sokağa hiç bırakmadılar bizi ama aramızda çok eğlendik. Bol bol sigara içtik. Kahve içtik. Fal baktık. Yaşlı bir kadın vardı. O bakıyordu falımıza. Neler uyduruyordu neler. Birimiz ünlü bir Şeyh’e varacaktı, diğerimiz büyük bir aşk yaşayacaktı. Söz dinlersek eğer çok iyi şeyler olacaktı.” -Sık baktırdığımız için bazen fallarımız karışıyordu diyor. -Fal baktırıldığında ortaya çıkan şeyleri Şeyhlerle özümsendiriyor ve sanki Şeyhlerin de yani İslam tasavvufunda insanları Hakk’a yönelten, tarihimiz boyunca o muhteşem isimler ve yaşayanlarıyla beraber onları böyle bir cinsellikle birleştirmeye çalışmış Ayşe Kulin. -Artık satır arasında çok kodlama yapmaya gerek kalmıyor. O kadar açık açık söylüyorlar ki bunları. -Soruyor kıza: “Anneannen ve annen nasıl giyinirdi? Etek mi pantolon mu? -Ne bileyim mesela senin çocukken annenin üzerinde görüp de özenip giymek istediğin bir giysi olmadı mı hiç?” diyor. -Yani eğer etek giyen, pantolon giyen arasındaki ayrım kadar bir ayrıma tabi tutulmuş bir çocuksanız eğer diyor Ayşe Kulin bizim bilincimize, anneniz sizi modern bir giyinme tarzıyla arkadaşlarınızın arasında size bir ilham kaynağı olamıyorsa eğer o anneyle çok da fazla bir birlikteliğiniz olmaması gayet normaldir. Çok da böyle takılmayın diyor yani böyle. -Annenizle tartışabilirsiniz çünkü o sizi modernist hayatın içinde gayet modern olmayan modernizmin dışındaki bir sürece itekliyor. O yüzden dolayı bunlar normal diyor efendim. -Devam edelim şöyle satırlar arasında Ayşe Kulin neler çıkarmış içinden? -“İçimdeki sesle tuhaf bir ilişkim vardı kazadan beri. Belleğim gittikten sonra sezgilerim sanki aklımın yerini aldı. Kime güvenmem gerektiğini mesela içimdeki ses söyler oldu bana.” diyerek içindeki sesi dinle, dışardan sana söylenenleri değil diyerek Ayşe Kulin, büyüyen bir genç kızın kendi iç sesiyle aslında ne kadar doğruyu ne kadar çabuk bulabileceğini anlatıyordu ki bu iç seslerden bir tanesi kıza şu cümleyi kuruyordu: -“Tanrıya gökten bir telefon düşürmesi için yakarırken başıma telefon değil ama aklıma bir fikir düşürdü.” -Yani diyor Ayşe Kulin, tanrı dediğiniz şey bizim için Cenabı Hak haşa bu cümleyle tekrar ifade etmek gerekirse “Siz tanrıdan bir şey istersiniz, o size bir şey vermez. Halbuki sizin fikirleriniz sizin hayatınızı yönlendirir, konumlandırır. Dikkatli olun. Böyle tanrı fikirlerine çok fazla uymayın.” -“Genç bir kadınmışım ben.” diyerek büyüyen genç kızın bu sefer kadınlıkla tanışma hikayesini Ayşe Kulin başka kitaplarında da hiç utanmadan ve hiç umursamadan vermeyi yeğler. Kendi özel hayatında yaşamış oldukları gerçeği anlatmış olduğu bir başka televizyon programında da o rahatlığını rahatlıkla ne yazık ki görebilirsiniz. -“Kozmozun derinliğinde bir tüy gibi hafif salınıp durulurken ve halinden fazlasıyla hoşnutken yine morumsu bir mavi ışık yine tam gözbebeğimde yine çok uzaktan çok derinden bir ses. Yukarı bakın, aşağı bakın, şimdi sağa, şimdi sola diyordu. Göz kapağımı önce yukarı kaldırıyor, sonra aşağı çekiyordu.” -Bu kadın olma sürecinde bedeninden sıyrılıp kuş gibi uçma sürecini böyle ifadelendirmiş Ayşe Kulin ışıklarla. -Ve burada ilginç bir cümleyle karşılaşıyoruz: -“Bunun dışında iyi haber şu ki, sağlıklı bir genç kadınmışım. Kız değilmişim yani. Bunu kafama kaktılar kibarca. 20’li yaşların ortasında olmalıymışım.” -Yani 20 yaşına gelen bir kızcağızın evlilik dışında yaşamış olduğu bir ilişkiyle ona verilmiş ve ikram edilmiş hayatını kıymetli olarak adlandırılan bekaretini kaybetmesinin ne kadar da normal bir süreç olup, onun kadınsallığının önündeki bir engel olarak ifadelendiren Ayşe Kulin, bütün kızlarımızı bu konuda büyük bir rahat olmaya, sakin olmaya, içinden geldikleri gibi davranmaya tabiri caizse davet ediyor. -Ailece yemek yedikleri bir akşam var bu yapının. Şimdi kız büyüdükçe başka hikayeler yaşıyor. Ben romanı anlatmıyorum çünkü. Romanın içindeki her bir atlayışta arada verilen o detaylı ve ince ve naif bir şekilde ifade edilen cümlelerin arasında geziyoruz. -“Ailece yemek yediğimiz bir akşam kimin aklına estiyse sofrada bir evin kalbi neresidir muhabbeti yapılıyordu.” -Aslında sordukları şey şu: Bir insanın iman noktası, aşk noktası neresidir? -Cevap şöyle geliyor: “Mutfaktan kütüphaneye her kafadan bir ses çıkıyordu. Dedem de lafa girip rahmetli annesinin her evin kalbinin Kuran’ı Kerim bulunduğu oda olduğuna inandığını söylemişti.” -Doğru bir cümleyle ifade edilmiş ama cevap enteresan geliyor. -“O andan itibaren dedemle anneannemin duvarında bir Kuran asılı olduğu yatak odaları aramızda evimizin kalbi olarak kaldı. Ben orta okula giderken mesela dedim bazen kulağıma fısıldayarak evimizin kalbine bir şey sakladım senin için derdi. -Hemen yatak odalarına koşup yatağa çıkar, elimi duvardaki atlas kesenin içine sokardım ve bir zarfın içinde bazen bir onluk bazen bir yirmilik bulurdum kesenin dibinde.” -Şimdi burada önemli bir hakaret var. Bilmiyorum bu hakaretvari cümleleri ne yazık ki kim inceliyor kim niye soruşturmaz diye. Çünkü Kuran’ı Azimuşşan özellikle duvara asılır. Bu apayrı bir konu anlatırız inşallah. Ama bizim kültürümüzde ve inancımızda ve hayat biçimimizde Kuran’ı Kerim asla ve katiyetle yatak odasına konulmaz. -İnsanın yattığı yerde baş ucuna konulması söz konusu olanlar vardır ama bu insanları diye verilerek cinsellikle özdeşleştirilmeye gayret edilmesi Kuran’ı Kerim’in de cinsellik kokan haşa bir hayat nizamnamesinin ibaresiyle biliyorsunuz ki Peygamber Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam’a özellikle Hz. Aişe Validemiz’le erken yaşta evlenmesine dair iftiralar ve buna benzer diğer cariye meselesinde çok söylemler ve çok iddialar ve iftiralar söz konusudur. Bu iftiranın burada bir kodlanmış halini görüyoruz. Ve o genç kıza bir başka iftirayla Kuran’ı Kerim’in sadece cinselliği anlatan, cinsellik üzerine kurulmuş bir dinin sonucuyla karşı karşıya olduğunu ifade etmeye çalışıyor Ayşe Kulin. -“Baba ya sen atasözleriyle konuşur olmuşsun. Dervişlik dönemin mi başladı?” diyerek edebiyatçı olduğu savunulan Ayşe Kulin bu kez de atalarımızdan gelen sözleri artık bir kenara koymamız gerektiğini çünkü dervişleri hatırlatan bu sözlerin içerisindeki değerlerin bizim hayatımızda tam bir karşılıkla bizi doğru bir sonuca götürmeyeceğini ifade ediyor. -Ve artık edebiyatın çok dışına rahatlıkla çıkabilen bizim tuhaf batı düşkünü yazarlar böyle bir ifadeyle devam ediyorlar. -“Babam beni yanılttı. Şimdi sağ salim kafayla anlatın bakalım şu Tarık’ı diyerek girdi lafa. -Geri parkı olayları sırasında Türk Tabipler Birliği’nin Taksim’de geçici olarak kurduğu acil serviste çalışırken Tarık’ın plastik mermiyle yaralanan koluna pansuman yaptığımı, onun da karşılığında akşamüstü beni bir kahve içmeye davet ettiğini anlattım.” diyerek Ayşe Kulin, ancak bu zihniyeti bir Gezi parkı düşüncesiyle gelinebileceğini iddia ediyor. Buna hiç yorum yapmaya gerek yok bence. -“Sevgilinle tanıştığımda fikrimi son bir kez daha söyler, ebediyen susarım. Bu senin hayatın. Kararlarını da sen vereceksin.” diye bir cevap verilir genç kıza ki işte bütün kızlarımıza hiçbir ailenin hiçbir şekilde karışılmaması gerektiği ifade edilir. -Tabii genç kızlarımız bu ve buna benzer kitapları okudukları zaman “Koskoca yazar bunu yazmış.” mahiyetiyle vücutlarına enjekte edilmiş olan bu pisliği ailelerine karşı kullanmakta gayet doğal olarak bir hak olarak görmeleri normaldir. -Bakın enteresan şeyler var. -“Ayrılmadan önce tuvalete git. Hastaneninkilerde rahat edeceğini sanmam.” -O da soruyor; “Alaturka mıdır hepsi? Pistir. Günde beş kez el ayak yıkamayı şart koşan dinimiz o zamanlar sifon olmadığından sifon çekmeyi emretmemiş zahir.” -Artık dinimize hani o kadar ağır hakaretler var ki bu kitaplarda. Eskiden daha naif yapıyordu eskiler bunu. Şimdi yavaş yavaş cumhuriyet dönemi yazarlarımızı da getireceğim gözünüzün önüne. Hani o çok Türkçülükle iddia edilen, çok dini Mübin diye ifade edilen ya da dinimizin dışında olmadığını ifade edilen yazarlar neler yazmış o satırların arasına gireceğiz ama bilin istiyoruz bu insanlar bu kitapları yüzbinlerce adette satarak genç kızlarımıza ne anlatıyorlar? -“Sanki bir daha hiç görüşemeyecekmişiz gibi sımsıkı göğsüne bastırdı beni ve yine kendi tarzına yabancı bir cümleyle veda etti: Allah’a emanet ol sevgili kızım. -Gülümsedim. Demek yaşlanınca herkesin işi Allah’a düşüyordu.” -Eh bakalım Ayşe Kulin sen de yaşlanınca bakalım ne olacak? Sen kimin eline düşeceksin? Bu umutsuzluk ve ümitsizlik ikliminde ümitvar olan tek hayat biçiminin iman olmasına nazaran iman sahiplerinin bir ümitsizlikle yaşlandıklarında O’na doğru koştukları ibaresi bizlere şunu anlatıyor: -Genç olun, genç kalın. Hayatınız boyunca genç kalmanın formülü dinden ayrı yaşamak. -“Koğuştaki üç beş sandalye başkaları tarafından kapılmışsa açıyordum taburemi. Ziyaretçilerin çıkış saatine kadar oturuyordum sevgilimin dizinin dibinde.” -Asla sevgiliden ayrılma diyor Ayşe Kulin çünkü hayatın en lezzet alacağın alanında benim kitabımı bile okuman inşallah okumazlar, onu bile okuma çünkü sen hayatın lezzetini kaçırıyorsun böyle yaparak. -“Yine lise yıllarımızda Cemil bana genelev sokağının, ben ona operanın yerini gösterdim. Geneleve onun teyzesinin oğullarıyla, operaya annem, babam ve kız kardeşimle gittik.” diyerek bu içerde yaşamış olduğu bir başka serüveni de tanışmış olduğu bir başka insanla hikayesinden bahsediyor. -Burada çok garip bir durum var. Çok fazla detaya girmek istemem ama nihayetinde şunu bahsediyor. Evet her ikisine de gidin, her ikisini de yaşayın. Operayla genelev arasında yaşayacağınız hayat size bu gerçekleri, sokağı, gerçekleri öğretecektir. Yoksa sokaklardaki fakir fukara bunlarla uğraşarak, bunların peşinde koşarak uyuşturucu batağına düşmüş, kumara alışmış çocuklarla değil. İşte bir geneleve gidersiniz keyfinize, bir de operaya gidersiniz sanatına. Her ikisi de hakikatten uzak bir ömür, tüketin gidin diyor Ayşe Kulin. -“Neticede her ikimizde insanlar için ömür tüketiyoruz, siz sağlıklıları biz selametleri için.” -Ömür tüketiyorlarmış sağlık çalışanları ve selamet için uğraşıyormuş bir şey öğretmeye gayret edenler ama ömür tükeniyormuş başkasına hizmet ederek. -Hizmet etmeyi bir kenara koyun diyor Ayşe Kulin. Çünkü hizmet ömrü tüketir. -“Kızım, Eroşum merak etme huyum hiç yoktur ama beni bile telaşlandırdın. Arayı çok açtın bu sefer. İyisin değil mi?” diyerek telefonla arayan anne kızına ulaşamıyor. Bu da doğal bir şey diyor Ayşe Kulin. Herkesin bir hayatı var ya. Öyle annen her aradığında telefon açılır mıymış hiç? kafana göre yaşayacaksın. Onun da senin saatlerine saygı duyması gerekiyor diye bahsedilir. -Oldukça anneyle kızı, çocuğu arasında yaşanan terbiyesizce şeylerden bahsediyor burada. Ama bakın burada bir başka satır arasında yine bir dine hakareti bu kadar ifşa etmesi artık satır arasına söz bırakmıyor. -“Şarap iyi geldi dedi. -Öyledir şarap. Mitolojik tanrıların içkisidir. Kendi tanrısı bile var gözünü sevdiğim şarabın. -Dedem anlatırdı bana Yunan mitolojisini. Hayret ve ilgiyle dinlerdim aralarında kavga eden, birbirlerine tuzak ve pusu kuran, gözleri birbirlerinin karılarında, kocalarında. Kimi çapkın kimi hoyrat, pek azı adil bu egoları şişkin tanrıların hikayelerini.” -Böyle bir dede tanıyorsanız eğer ben de tanımak isterdim açıkçası. Çünkü Türkiye’de yaşarken Müslüman olan bir ismin bu hikayeleri anlatıyor olmasından çok belki dinsiz bir dededen bahsediyor olabiliriz ama çok fazla denk gelebileceğimiz bir şey değil ama çocuklarınıza bunları anlatın ki diyor Ayşe Kulin, onlar tanrılarını aslında tanrılardan bahsedilirken bunların egosal tatmin üzerine oluştuğunu ve insanın bunları meydana getirdiğini ve kendi günahları ile tanrıları bezediğini bilsinler. -“Bilmem Nurten çünkü ben çok, ben pek ender içki içerdim. Esarette ve gurbette içiliyormuş meğer. İnsanın acısını alıyor, derdine ortak oluyor içki.” der Ayşe Kulin. -Kızlarımıza yeni bir formül verir. Dertlenince bir içki, iki kadeh rahatlarsın der. -Bu bir kadın dayanışmasıdır demek isterdim. Siz erkeklerin belki de hiç anlamayacağı bir ruh birliğidir diyerek Ayşe Kulin zannederse kendi özel hayatından kaynaklanan erkeklere olan düşmanlığı burada başlar sona doğru ortaya koymaya. Hayatın sillesini de yese sizlerden yardım talep etmeksizin kanatlarınız altına sığınmaksızın iki ayağının üzerinde doğrulmuş fırtınalara göğüs germeye çalışan yalnız kadınların dayanışmasıdır. -Uf acayip savaşa giden kadınlar yani sanki. Ama nihayetinde acıklı olan hikaye savaşa giden kadınlar hep dinle savaşırlarsa ayakta kalabiliyorlar. Müslüman bir kadın bunun çektiği eziyet ve çileler, o anneliğin tatlı, naif halleri, bizim onlarla, genç neslin onlarla yaşadıkları. Bunlardan hiç bahsetmiyoruz. -“Beni hiç alakadar etmiyor söyleyeceklerin. Kendini her ne için tehlikeye atıyorsan, o kavga senin kavgan benim değil. Sen beni kendi kavgana bulaştırırken fikrimi sormadın.” diyerek her koyun kendi bacağından asılır kızım. Sen de kafana göre takılacaksın elbette diyerek bir başka unsuru beyan etmeye çalışıyor. -Kitabın içinde o kadar kirli, mahir sözler var ki bir önemli kısmını sizlere ifade etmeye çalışarak bizim bu alandaki boşluğumuzu bir kez daha ifadelendirmeye gayret ettim. Bir diğer taraftan sizler ebeveynler ve genç kızlarımız bunları iyi bilsinler diye. -Anneanneye geçiyoruz yine. “At izinin it izine karıştığı merhametin, saygının ve hukukun bittiği ülkede yaşamını istemiyorum demişti bana. Sürekli birilerinin öldürüldüğü hiç bitmeyen bir gizli savaşın sürekli geldiği ülkede geleceğin yok senin. Onun isteği oluyordu” derken Türkiye’yi bir, gerçekten Türkiye’de bütün bunların yaşandığını iddia ederek bütün kızlarımızı yurt dışına davet ediyor Ayşe Kulin. -“Güney doğunun ağası zengin halkı yoksuldur.” diyor. -Ağalığın bittiği bir dönemde yeni yazılmış bir kitap bu. Bu tarihi anlatıyor. -“Haydi ben kalkayım Esra. Bir an önce döneyim kar iyice bastırmadan ve hemen senin şu gönüllü doktorluk işine bir bakayım.” diyor. -Ee sona doğru gelirken şu cümleyle karşılaşıyoruz. -“Yahudilerin ve topraklarından sökülmüş Türklerin genlerini taşıyan biri olarak ak akçe kara gün içindir. Sakla samanı gelir zamanı türünden atasözleriyle doluydu kulaklarım. Sıcak dostlukları anımsatacak hırkaya karşılık çektiğim çilenin sembolü ceketidir der top edip sokuşturdum çantanın bir köşesine.” -Hep acılarını ajite ederek anlatmaya çalışan Ayşe Kulin, bu ve buna benzer genç kızlarımızı hayal ötesi noktalara taşıma gayretiyle pek çok edebiyat ödülü almış ama edebiyattan daha ziyade din ve tanrı inancını yerle yeksan için ömrünü harcayan bir edebiyatçımız. -Ne diyelim? -İnşallah bizim kızlarımız okuyacaklar, büyüyecekler. Daha çok ve daha güzel edebi eserlerle insanın arayış sürecinde yaşayacağı gerçek hikayeleri anlatacaklar bize. Böyle içi doldurulmuş ve hep Ayşe Kulin bütün kitaplarını, bu kitabı okuduysanız Ayşe Kulin’in diğer kitaplarını okumaya gerek yok. Hepsi aynı minvalde bir çark gibi döner durur. -Ne diyelim? -Sevgili hanımefendiler sizler inşallah bu kitabı gördüğünüzde artık ne anlatacağınızı ve Ayşe Kulin’in kim olduğunu tanımışsınızdır ama size buradan biz vazife doğar ki artık bu romanların yerine yüzbinlerce okunabilecek romanları yazmanın sırası çoktan size gelmiş, geçiyor. youtu.be/ZqsKRZlYSZE
Kördüğüm
KördüğümAyşe Kulin · Everest Yayınları · 20176,7bin okunma
··
640 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.