Gönderi

Peygamberlerin (as) getirdiği bilgilerin Allah'ın varlık ve birliğine imanı emrettiğinde şüphe yoktur. Dolayısıyla, Allah'ı bilmenin ve O'na iman etmenin zaruri olduğu hususunda kelamcılar arasında ilıtilaf yoktur. Ancak onlar, bazı insanların içinde bulunduğu şartlar dolayısıyla vahiyden büsbütün habersiz kalabildiğini de göz önünde tutmuşlardır.25 İmam-ı Rabbâni de peygamberlerin (as) tebliğini duyan akıllı insanın Allah'a inanmadığı takdirde mesul olacağını lakin bundan haberi olmayanın öyle bir mesuliyetinin olmadığını belirtir. Çünkü ona göre Allah, insan aklıyla kavranamayacak kadar yüce ve mukaddestir. Bunu en iyi kavrayan Hz. Ebü Bekir “(Allah'ı) idrakten acizliği idrak etmek, idraktir.”229 demiştir. Çünkü insanın Allah'ı tanımaya çalışırken aklıyla üreteceği bilgiler yetersiz kalır. Akılla bulunan en mükemmel sıfat, tazim değil; küçültme olabilir; övgü değil, yergi olabilir. Yüceltme sanılan her sıfat, bir hakaret çıkabilir. Bu bakımdan Allah'ın kendini tanıtmak üzere bildirdiklerinin dışında hiçbir şey, nimetlere şükretmeye yetmez, O'na kulluk yapmaya layık olamaz.227 İmam-ı Rabbâni Eş'ariler'in de kullandığı bir âyeti öne sürer: “Biz bir Rasül göndermedikçe azap etmeyiz.”228Bu âyetten Allah Teâlâ'nın varlık ve birliğinin sadece akılla bilinemeyeceğini çıkarır.229 Tebliğden haberdar olmayan insanın iman etmediği takdirde mesul olmayacağına inanır ve meseleyi şöyle neticeye bağlar: “Rasüller olmasaydı, bizim gibi aklı kısa insanlara Allah Teâlâ'nın varlığını ve birliğini kim öğretirdi? Yunan filozoflarında ileri derecede zekâ olmasına rağmen, önceleri Allah'ın varlığını bilemedi, birliğini isbat edemedi ve kâinâtı zamanın yarattığını iddia ettiler. Ama peygamberlerin davet nurları etrafa yayıldıkça,onlar da Allah'ın varlik ve birligini kabul edip kendilerinden önce geçen filozoflarin göruşlerini terk ettiler.230
·
5 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.