Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

224 syf.
1/10 puan verdi
·
4 günde okudu
4 kitaptan oluşan ve 4 farklı yazar tarafından yazılan bu serinin ilk kitabını Gena Showalter yazmış. Fakat yazar seriye o kadar içler acısı bir başlangıç yapmış ki diğer yazarlar bile bu kitabı okuyunca “Bu ne ya, keşke bu seri işine girmeseydik. Dön, dön, geri dön.” demiş olabilir. Kitabın niye bu kadar kötü olduğunu anlatmaya nereden başlasam bilmiyorum. Yazar fantastik bir dünya kurgulamış ama bize asla anlatmadığı ve işlenişin nasıl olduğunu bilmediğimiz bir fantastik dünya bu. Mesela Nicolai'nin annesi ve babası çok güçlü bir kral ve kraliçe ama kötü büyücüler toplanıp, kral ve kraliçeyi rahatlıkla devirip tahtı hop diye ele geçirebiliyor. Tahtı bu kadar kolay ele geçirebilecek kadar güçlü olan bu büyücüler Nicolai ile kardeşlerinin izini bulamıyorlar ama. Nicolai'nin annesi güçlü bir büyü yapmış da, o yüzden bulunamamışlar da... Ya, geçelim bunları. İnandırıcı da değil gerçekçi de. Sonra yazar kitaba belirli başlı türler eklemiş; vampirler, devler, büyücüler gibi ama bu türlerin yeteneklerini anlatmamış. Misal Nicolai bir vampir ama büyü de yapabiliyor. Nasıl? Bilmiyoruz. Yazar sanki özellikle karakterlerine dair ayrıntı vermekten ve yetenekleriyle ilgili bir şeyleri netleştirmekten kaçınmış. Bu sayede de ortalık karıştığında karakterlerini kurtarmak için, bu vampir ama büyü de yapabilir, yapamaz demedim sonuçta diyebileceği bir yol açmış kendine. Kolaya kaçmış anlayacağınız. Fakat kurallarını bilmediğim, işlenişini anlamadığım, karakterlerini tanıyamadığım bir kitabı okumanın zevkli hiçbir yanı olmadığı için yazarın bu yolu seçmesi feci mantıksız olmuş. Gelelim karakterlere... Olayların geçtiği dünyayı anlamadım ama yine de karakterleri ve yaşadıkları ilişkiyi sevdim demek isterdim. Ama o da olmadı. Yazar olayların geçtiği dünyayı anlatmadığı için tüm enerjisini karakterlerine adamış fakat buna rağmen o kadar kötü bir iş çıkarmış ki hayret ettim. Hani bugüne kadar tutkuyu, şehveti, fiziksel yakınlaşmayı aşk zanneden birçok karakter okudum ama daha birbirini görmeden, sırf birbirinin kokusunu almakla içinde birtakım istekler, arzular oluşan ve buna aşk diyen karakterleri ilk kez okudum. Ve bu neresinden bakarsak bakalım mide bulandırıcıydı. Sonraları işler daha da kötüleşti. Daha iki cümle etmeden birbilerine ait olduklarını iddia eden bu ikili bunu belli etmek için en az yüz kez birbirlerine “sen benimsin” deyip durdu. Her sayfada; benimsin, benimsin, bak benimsin ha, benimsin demiş miydim temalı cümleler okumaktan gına geldi. Hatta bir noktada, eeh, yeter be dedim. Bu “benimsin” muhabbetinden zaten nefret eden biriydim, bu kitap sayesinde iyice tiksindim. Zaten bu ikilinin ilişkisi sırf bu boş sözler ve tutku üzerine kuruluydu. Hatta başkarakterimiz Jane, bu ilişkiye kendini o kadar kaptırdı ki yeter ki Nicolai iyi olsun, ben ölsem de olur kafasına girdi. (Spoiler uyarısı vererek bu konuyu açmak istiyorum. Biliyorsunuz Nicolai vampir. Jane de Nicolai'nin ihtiyacı yokken bile sürekli adama, benim kanımı iç deyip durdu. Kanını verirken de içinden sürekli, ölsem de fark etmez, isterse Nicolai tüm kanımı emsin falan dedi. Bu nasıl bir saçmalıktır? Senin hayatının hiç mi değeri yok? Adam senin kanını içmekten zevk alıyor diye ölmeyi istemek nasıl bir kafadır? Bakın, bu kitapla eş zamanlı olarak Morganville Vampileri serisinin on ikinci kitabı olan Kara Şafak'ı okuyordum ve oradaki karakter, sevdiği vampirin kendi kanını içmesi hakkında şöyle diyordu: “Orada bir katil ve kurban vardı. Romantizmle en küçük bir ilgisi yoktu bunun. Sadece acı, kan ve hızla yaklaşan karanlık vardı.” Mantıklı bir karakterin gözünden okuyunca bu olayın ne kadar korkunç olduğunu gördünüz mü? Bunun romantik olan hiçbir yanı yok ve Jane'nin bu tavrı saçmalıktan başka bir şey değil.) Saçma bulduğum başka konular da vardı tabii. Mesela merak ediyorum: 1- Nicolai, Jane için yaptığı kelepçelerle ilgili hareketi daha önceden nasıl yapamadı? 2- Jane bir anda farklı bir dünyaya gelip nasıl hemen adapte oldu? 3- Jane, Nicolai'nin gözüne bakıp onu bekleyen biri olmadığını nasıl anladı? (Ay bu sahne çok komikti. Bakın, birebir kitaptaki alıntıyı bırakıyorum: “Belki sen kendini hatırlamıyorsun ama ben senin gözlerinde gerçeği görebiliyorum. Bana güven, seni bekleyen birileri yok.” Vay be. Gözlerine bakıp gerçeği gördün demek, Jane? Ne aşklar var hayatta be! Sevdiği adamın gözüne bakıp gerçeği göremeyen de ben aşığım demesin hahaha.) 4- Jane, sırf Nicolai'nin çok basit bir şey yapmasıyla kitabın sonlarına doğru nasıl o hamleleri yapabildi ve o hâle gelebildi? (Bu kitapla eş zamanlı olarak, kaliteli bir vampir kurgusu okumaktan olan ben, Nicolai'nin bu kadar basit bir şey yapması ile Jane'nin değişmesini yer miyim?) 5- Kitabın finali nasıl bu kadar basit ve komik yazılabildi? Kitaptaki saçmalıkların sonu yoktu açıkçası ama toparlamam gerekirse Kara Gönülçelen başından sonuna kadar her sayfasından nefret ettiğim bir kitap oldu. Bu nefret için çok haklı gerekçelerim de vardı görüyorsunuz. Fakat serinin devam kitaplarını başka yazarlar yazdığı için seriye devam edeceğim. Hatta serinin ikinci ve üçüncü kitabını sevmesem bile seriye devam edeceğim. Zira serinin son kitabını, bana fantastik kitapları sevdiren Nalini Singh yazmış ve sırf onun yazdığı kitabı okuyabilmek için bile inat edip, sabredip bu serinin son kitabına kadar giderim.
Kara Gönülçelen
Kara GönülçelenGena Showalter · Harlequin Türkiye · 201360 okunma
·
114 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.