Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Soğuk Deniz
İyi perşembeler, bugün de #99236053 Ocak ayı öykü etkinliği kapsamında ismini vermek istemeyen genç bir okuyucunun öyküsünü paylaşacağım. Geçen aylarda da bir kere paylaşmıştım kendisinin öyküsünü. Şimdiden iyi okumalar. ----- Her zamanki gibi sabah uyanıp telefona bakınca bir an dikkatimi çeken bir şey oldu. Bugün 7 Ocak. Bu tarih beni tam 18 yıl önceki bir salı gününe götürdü. 2003, 7 Ocak Salı Hava insanın kanını bile dondurabilecek kadar soğuk. Yine de pek umurumuzda görünmüyor. Kuzenlerimle kardan adam yapıyor, arada yaptığımız kar toplarını birbirimizefırlatıyoruz. O sıra yanımızdan birkaç kişinin hızla eve girdiğini gördüm. Bunlar babam,amcam, abilerim ve amcamın eşi Güner Yenge'ydi. Annem onları kapıda karşıladı ve hızlıca içeri girdiler. Babam ve abilerim bu saatte evde olmazlardı. Neler olduğunu anlamaya çalışırken kafama yediğim kar topuyla bir an sarsıldım ve oyuna devam ettim. Kardan adamımız beş küçük çocuğun yaptığı düşünülürse oldukça güzel olmuştu. Çok üşüdüğüm için eve gidiyordum ki, amcamın büyük oğlunun tek darbesiyle kardan adam paramparça oldu. Bunu yaptıktan sonra koca bir kahkaha attı. Kuzenlerimden en küçüğü ağlamaya başladı. Ben kendimi tuttum ve hızlıca eve koşup annemin eteğine yapışıp anneme anlatmaya başladım. Annem beni pek dinlemiyordu. Hızlı adımlarla babaannemin odasına gidiyordu. Kapıda beni itip, git başımdan der gibi bir işaret yaptı ve odaya girdi. Odanın kapısında aralık bırakmıştı. İçerden gelen seslere kulak kabarttım. Babamla amcam biraz yüksekçe bir sesle kendi aralarında konuşuyorlardı: -Durumu gittikçe daha da kötüleşiyor Fırat. -Haklısın abi. Doktor da gelemiyormuş, yollar kapalı. Annem kendisiyle konuşuyormuş gibi kısık bir sesle: -Ben bin defa dedim İstanbul'a gidelim diye. Ama kime dedim, beni dinleyen kim, hem ben kimim ki bu evde! Sadece onlara köle gibi hizmet eden bir gelin! Babam annemin bu sözlerine öfkeli bir ses tonuyla karşılık verdi. - Böyle bir durumda bile düşündüğün şey bu mu Muazzez? Konuşmaların devamını duyamadım. Yanımdan Güner Yenge odaya geçip kapıyı kapattı. Duyduğum tek şey gürültüydü. Arkamdan gelen amcamın küçük kızı Dicle beni korkuttu. Sanki bir suç işliyor da yakalanmış gibiydim. Dicle hemen elimden tutup koşmaya başladı: -Hadi gel bizim eve gidelim. Kimse yok. Orada beştaş oynarız. Hemen kabul ettim ve beraber koşmaya başladık. Yolda ablam Filiz'i gördüm. Bizim komşumuz olan Neslihan ablalardan geliyordu. Ablamın yüzü asıktı. Kıvırcık uzun saçları sol gözünü kapatıyordu. Uzun eteğinin uçları kar içinde kalmıştı. Ablam bizim eve doğru yavaş yavaş ilerlerken biz amcamlara gelmiştik bile. Güner Yenge bize gelmeden hemen önce kömür atmış olmalıydı sobaya. Oldukça sıcaktı ev. Sobanın yanına oturup biraz beştaş oynadıktan sonra oyunu bırakıp hayallere daldık. Hava kararmak üzereydi ve o saate kadar eve gelen giden olmamıştı hiç. Hem üşümüştük hem de çok açtık. Eve gittiğimizde evin ne kadar kalabalık olduğunu farkettik. Hemen ablama gidip aç olduğumuzu söyledim. Bizi mutfağa götürüp dolaptan peynir ve ekmek çıkarıp verdi. Biz onu yerken annem ablamı yanına çağırıp kulağına bir şeyler fısıldadı. Ablam önce bize dönüp baktı sonra etrafı birini arıyormuş gibi süzdü. Gözü kuzenlerime takılınca durdu ve tekrar anneme döndü. Biraz daha konuştuktan sonra yanımıza geldi ve: -Burası çok kalabalık. Hadi Fırat amcalara gidelim. Orası daha sessiz ve eğlenceli. Biz de elimizdeki peyniz ekmekleri bırakmadan ablamın peşinden yürüdük. Ablam diğer kuzenlerime de seslendi ama mızmızlanıp gelmediler. Sadece Dicle ve benden bir yaş küçük kardeşim geldi. Tam evden çıkıyorduk ki elektrikler kesildi. Annem hemen yüksek bir kahkaha atıp, babama bağırdı: -Haksızmışım öyle mi? Onlar babamla karanlıkta kavga ederken kalabalığın uğultusundan bir ses ablamı durdurdu. Güner Yenge'ydi bu: -Filizciğim. Bizim evde mum kalmadı. Giderken sizin evden bir tane götür. Çocuklar karanlıkta korkmasınlar. Ablam hemen içeri girdi. Biz kapıda ablamı beklerken, küçük kardeşim korkup ağlamaya başladı. Hava öylesine soğuktu ki, biz eve gidene kadar o gözyaşları donacak sandım. Ablam uzun zaman içeriden gelmedi. Karanlıkta ablamın arkasından yürüyorduk. Küçük adımlarım bir anda kaydı ve düştüm. Elimdeki ekmeği de düşürdüm. Ablam hemen elimden tuttu, akmeği de yerden aldıktan sonra diğerlerine el ele tutuşmalarını söyledi. Biz dondurucu soğukta amcamlara yürürken karanlıkta bir ses ablama seslendi: -Filiz, Azize Teyze nasıl oldu? -Durumu gittikçe kötüleşiyor Neslihan Abla. Fazla uzun konuşmadılar. Amcamların evine gelmiştik. Ablam kapıda mumu yakmaya çalıştı. Sonra biz hemen içeri koştuk fakat içerisi beklediğimiz gibi sıcak değildi. Dışarıdan farksızdı.Bir an mum söndü. Yanan mum ablamın elini yakmış ve düşmüştü. Ablam elleriyle mumu ararken eli kül tablasına çarptı ve izmaritler etrafa döküldü. Amcam muhtemelen evden çıkmadan önce yerdeki minderlere oturup sigara içiyordu. Çok sık yaptığı bir şeydi bu. Ablam sonunda mumu buldu ve hemen yakıp yanında duran kül tablasına dikti. Biz mumun etrafına otururken ablam dışarı çıkıp birkaç parça odun getirdi. Sonra tekrar çıktı ve bu sefer de kömür getirdi. Odunları sobaya yerleştirip yaktıktan sonra yanımıza gelip oturdu. Tam o sırada dışarıdan havlayan köpek sesleri geldi. Ablam iyice korktuğumuzu görünce, hafifçe gülümsedikten sonra: -Size masal anlatmamı ister misiniz? Dedi ve kardeşim hemen heyecanla: -İçinde deniz de olsun, ben denizleri çok severim. Daha önce hiç deniz görmedim. Bir gün denize gider miyim sence abla? -Ben de görmedim, ama belki birgün beraber gideriz. -Yaşasın! O zaman ben masalıma başlıyorum: "Çok eski zamanlarda, dünyada ama dünyadan uzak bir yer varmış. Dört bir yanı denizlerle çevrili bir ülkeymiş burası. Ama diğer ülkelere göre biraz farklıymış. Bu ülkede insanlar düşüncelerle beslenirmiş. Bunun için de herkes sürelki kitap okurmuş. Bu adaya kitapları dışarıdan gelen korsanlar getirirmiş. Eskiden birkaç yazar yaşarmış bu adada, ama onlar ölünce bir daha kimse yazmamış. Hem zaten kitaplar sürekli dışarıdan geldiği için ihtiyaç da duymamışlar. Burada herkes huzur içinde yaşarmış. Kralları da halktan biriymiş. Sürekli insanların içinde, onlarla birlikte yaşarmış. Bir gün kral başka bir ülkeye gitmek zorunda kalmış. O ülkede yokken de her şey çok güzelmiş. Değişen bir şey olmamış. Bir de meczup diye biri varmış bu adada. Diğerleri gibi değilmiş o. Biraz daha hüzünlü biriymiş. Günbatımını çok severmiş. Bir gün yine güneşin batışını izlerken denizde bir parıldama görmüş. İlk başta ne olduğunu anlayamamış. Bu göz kamaştıran şeye yakından bakmak istemiş. Fakat uzaklaşmaya başlamış bu ışık. Meczup da hemen suya atlamış. Fakat kaçırmış bu ışığı. Sadece bir göz yanılması olduğunu düşünüp kimseye görünmeden oradan uzaklaşmış. Bir sonraki gün tekrar gün batımını izlemek için oraya gitmiş. Burası onun huzur bulduğu tek yermiş. Anlamsız hayatının tek anlamlı anları bu anlar olurmuş. Meczup tam da düşüncelere dalmışken bir kaç gün önce denizdeki o parıltıyı tekrar görmüş. Bu sefer bunun bir göz yanılması olmadığından eminmiş. Ona usulca yaklaşmaya çalışmış. Yavaaaaşş yavaaş yaklaşmış... Ve gördüğü şeye inanamamış. Karşısında duran bir deniz kızıymış. Bu mümkün olamaz diye düşünmüş. Onun suyun içinde dalgalanan uzun saçları, pullarının değil de gözlerinin parıltısı Meczup'un başını döndürmüş. Öylece bakıp kalmış deniz kızına. Deniz kızı biraz çekingen bir tavırla Meczup'a baktıktan sonra hızla uzaklaşmış oradan. Sonraki günler gün batımından çok daha önce oraya geliyor ve gün doğumuna kadar da bekliyormuş. Tek umudu deniz kızını bir daha görmekmiş. Birkaç gün sonra bu dileği gerçek olmuş ve deniz kızı gün batımının baş döndürücü kızıllığında tekrar görünmüş. Meczup beklemeden suya dalmış. Deniz kızı bu sefer önceki gibi ürkmüyor, hatta aksine oldukça cesur bir şekilde Meczup'un gözlerine bakıyormuş. O gün tek bir kelime bile konuşmamışlar. Sonraki günlerde Meczup sadece onu bekleyerek geçiriyormuş zamanını. Birkaç gün sonra deniz kızı tekrar gelmiş. Bu sefer ilk defa konuşmuşlar. Deniz kızının bulutlar kadar yumuşak sesi karşısında Meczup öylece kalmış. Deniz kızı birçok şey anlatsa da Meczup hiçbirini duymamış. Bu sırada kral hala ülke dışındaymış. Kitaplar tükenmek üzereyken kral ülkeye geri dönmüş ve yanında birçok kitap da getirmiş. Fakat ters giden bir şeyler varmış. Kral bir anda çok değişmişti. Kendini halktan üstün görmeye ve onları ezmeye başlamıştı. Hatta çok geçmeden kendine saray bile yaptırmış. Saraya da kocamaaan bir kütüphane... Bu durum ülkedeki insanları huzursuz etmeye başlamış Sonraları durum daha da kötü bir hal almış ve korsanlar ülkeye kitap getirmemeye başlamış. Halkın elindeki kitaplar tükenmek üzereymiş. Birkaç kişi yazmayı denemiş, belki bu şekilde kendileri kitap üretebilirler diye düşünseler de yapamamışlar. Ülkede yazı yazacak malzeme bile yokmuş hem. Kağıt kalem bile sadece sarayda varmış. O da kralın diğer ülkelere gönderdiği mektuplar için. İnsanlar kötü durumdaymış. Ellerindeki kitaplar onları sadece birkaç hafta idare edebilirmiş. Ve öyle de olmuş. Kısa bir zaman sonra insanlar ölmeye başlamış. Saraydaki kütüphaneye saldırmaya, ya da ordan kitap çalmaya kalkışan biri olursa hemen öldürülüyormuş..." Ablam yerinden kalkıp sobadaki tutuşmuş odunların üzerine kömürü döküp tam oturacağı sırada sertçe kapı çaldı. Ablamın az önceki tatlı yüz ifadesi birden yok oldu ve korkuyla, telaşla kapıya koştu. Kapıyı açınca muhteşem bir soğuk girdi içeriye. Gelen Güner yangemdi. Ablam yengemi içeri alıp hemen kapıyı kapattı. Kapıda fısıldaşmaya başladılar. Güner yengem önümde duran mumu alıp hemen içerideki odaya girip uzun süre gelmedi. İçeriden takırtı seslerinin arasından bir küfür yükseldi. İlk defa küfür ettiğini duymuştum. Biraz sonra da aradığını bulamamış şekilde çıktığını gördüm. Mumu ablamın eline verip çıktı. Ablam gözleri dolmuş, öylece mumun cılız ışığına bakarken birden irkilerek bize döndü ve yüzü tekrar az önceki ifadeyi aldı. Zoraki bir gülümsemeyle anlatmaya devam etti: "Meczup başta pek umusamamış bu olanları, tek düşündüğü şey Deniz kızıymış. Her gün batımı buluşmaya devam etmişler. Meczup sarhoş gibi yaşıyormuş. Meczup durumun ciddi olduğunu sonradan fark etmiş. Ve tuhaf bir şekilde korkmaya başlamış. Ölmekten değil, deniz kızını bir daha görememekten korkuyormuş. Meczup böyle düşünürken insanlar birer birer ölmeye devam ediyormuş. Tabi kral hariç. Ülkesinde ölen insanlar umurunda değilmiş. Meczup ülkede olanları üzülmesin diye deniz kızına da söylememiş. Ama bu haber yakındaki tüm ülkelere yayılmış. Yani deniz kızı duymuş bu olanları. O akşam gözyaşları içerisinde gelmiş Meczup'a. Meczup deniz kızının öğrendiğini anlamış ve tek bir kelime söylememiş. Sadece ağlamış. Ağlamışlar... Gözyaşları denizin suyuna karışıp gitmiş... Meczup deniz kızından ayrılıp ülkeye dönünce bir karar almış ve sağ kalan herkesi o gece gizlice toplamış. Beraber plan yapıp kral uyurken kütüphaneye saldırmışlar. Ama sadece birkaç tane kitap alabilmişler ve hemen saraydan dışarı atılmışlar. Zaten güçleri de yokmuş artık. Meczup artık tüm ümidini yitirmiş. Bir süre sonra ülkede 10'dan az kişi kalmış. Meczup şaşırmaya başlamış. Çünkü kendisinde hiçbir değişiklik yokmuş. Kendini aç bile hissetmiyormuş. Nedenini düşünürken birden aklına, aklından hiç çıkmayan deniz kızı gelmiş. Evet, nedeni buydu. Sürekli deniz kızını düşünüyordu. Ve onları besleyen şeyde düşünceydi. Meczup'un içini inanılmaz bir sevinç kaplamış. Bunu hemen deniz kızına söylemek istemiş. Fakat Meczup şunun da farkındaydı ki, düşünmek yetmezdi. Yazmak da lazımdı. Ama nasıl yapacaktı? Kalem bile yoktu. Sonraki güne kadar bunları düşünmüş ve deniz kızına da anlatmış. Deniz kızı bunlara hem çok sevinmiş hem de ne yapabileceğini düşünmüş. Ve deniz kızı sonraki gün elinde bir defter ve kalemle gelmiş. Meczup gördüklerine inanamamış. Deniz kızına sımsıkı sarılmış. Ve o gün de yine ayrılmışlar. Gerçekten de işe yarıyormuş. Yazmak işe yarıyormuş. Meczup oldukça sağlıklı bir şekilde yaşamına devam ediyormuş. Tabi bu durum kralın dikkatini de çekmiş. Çünkü onun da kitapları bitmek üzereymiş. Meczup'u hemen saraya getirtmiş. Kalan son iki muhafızı da bitkin halde Meczup'u saraya getirmişler. Kral nasıl böyle sağlıklı kalabildiğini sormuş Meczup'a. Meczup da çok kısa ve net bir şekilde "düşünüyorum" demiş. Kral buna çok sinirlenmiş ve hemen Meczup'un kaldığı yere gidilip orada ne bulunursa denize atılması emretmiş. Meczup bir an yazdıklarının denize atılacağını duyunca korkmuş ve her şeyi itiraf etmiş. Bu anlattıkları kralın hoşuna gitmiş. Kral da ondan kendisi için de yazmasını söylemiş. Böylece sadece ikisi ve muhafızlar sonsuza kadar orada yaşayabilirlermiş. Meczup ölen halkına ihanet etmek istemediği için reddetmiş. Kral bunun üzerine hemen Meczup'un kollarının kesilip, defterinin de suya atılmasını emretmiş. Ve öyle de yapmışlar... Meczup kolları kesilmiş halde denizin kıyısında günlerce beklemiş. Bu sırada kral ve muhafızlar da ölmüş. Ama Meczup'un umurunda değilmiş. Düşündüğü tek şey deniz kızıymış. Günlerdir gelmiyormuş oraya. Oysaki deniz kızının ondan çok uzaklarda, kuyruğu kesilmiş bir halde kıyıya vurduğundan haberi yokmuş. Deniz kızı Meczup'a kalem ve defteri çalıp getirmişti. Deniz kızının ülkesinde hırsızlık çook büyük bir suçmuş ve bu yüzden de deniz kızının kuyruğu kesilip çok uzak bir diyara atılmış. Deniz kızı ölmek üzereyken suyun üzerinde yüzen bir defter görmüş. Bu Meczup'a verdiği deftermiş. Hem telaşlı hem de çok heyecanlı bir şekilde defteri açmış. Birçok yeri silinmişti. Sadece birkaç satır okuyabildi: 'Görmemişim hiç meğer, gözlerinmiş asıl güneş. Yüzün ay gibi, saçların yıldız kümesi... Sesin bir melodi, çocukluk rüyalarımdan kalma gibi. Sen, Deniz Meleğim, sen bu Meczup'u Mecnun ettin. İçimdeki çorak duyguları yeşerttin. Bu yaşayan ölüye can verdin...' Deniz kızı gözyaşlarına boğulmuş ve Meczup'a gitmeye karar vermiş. Canı yana yana yüzmeye başlamış. Her pes etmek üzere olduğunda Meczup'u düşünüp tekrar devam ediyormuş. En sonunda ülkeye varabilmiş. Meczup'u kolları kesilmiş, öylece kıyıda yatarken bulmuş. Ölmek üzereymiş. Hemen gidip Meczup'a sımsıkı sarılmış. Bu Meczup'a da Deniz kızına da yeniden can vermiş. O günden sonra Meczup Deniz kızının ayakları, deniz kızı Meczup'un kolları olmuş. Meczup söylemiş, Deniz kızı yazmış. Saray artık onlarınmış, orada yeterince kağıt ve kalem varmış. Hatta sonrasında oradan geçen bir korsan gemisiyle konuşup her şeyi anlatmışlar. Korsanlar da onlara her ay kitap ve kağıt getireceklerini söylemişler. Bu şekilde zaman geçerken, çocukları da olmuş. Vee...." Kapı tekrar çaldı. Bu sefer çok daha sertti. Yanan sobanın ışığı ablamın yüzündeki korku ve telaşı çok daha net gösteriyordu. Hemen yerinden fırladı. Öyle hızlı kalktı ki, ayağı uzun eteğine takıldı ve yere düştü. Ama umursamayıp kapıya koştu. Gelen yine Güner yangemdi. Ama sanki az önce kapıyı çalan o değil gibiydi. Sakince ablama bakıyordu. Ablamla bir süre birbirlerine baktıktan sonra ikisi de ağlamaya başladı. Birbirlerine sıkıca sarıldılar. Tam o sırada kardeşim merakla ablama seslendi: -Sonra ne oldu abla. ,Ablam gözyaşlarını elinin arkasıyla silerek bize döndü ve titrek bir sesle şu kelimeleri tekrarladı: "Sonsuza dek mutlu yaşamışlar, sonsuza dek mutlu yaşamışlar..."
··
295 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.