Güzel bir noktaya parmak basmış yazar. Şahsen ben de ideal bir devlet düzeninin varlığı söz konusu olduğunda en çok bu meseleye dikkat çekmeyi tercih ediyorum. Platon’un “devleti düzeltmeye bireyden başlamak gerekir” sözünü referans alarak
Gönüllü Kulluk üzerine yazdığım incelememi birey ve etrafındaki sosyal topluluğu düzlemine indirerek kaleme almıştım. Çünkü birey ve onun dahil olduğu sosyal çevresi bir bütün olarak minyatür bir devlettir aslında. Bireyin otorite figürü kabul ettikleri, itaat ettikleri veya hükmettikleri, gözden düşenler ve göze girenler, halkadan ayrılıp gidenler ve halkaya dahil olanlar…Despot ebeveynler, zorba patron, zihnini bağladığı manevi bir lider, narsist bir partner, kötü bir evlat… Bireyin tam merkezde olduğu ve tüm bunların katman katman bir sarmal gibi bireyi kuşattığı minyatür bir devlet. Tüm bunlara o misyonları aslen yükleyense her zaman kendi ruhunu ayağa dikememiş, kendini tam anlamıyla inşa edememiş birey. Platon’un dediği gibi devleti düzeltmeye bireyden başlamalıysak eğer, bireye kendini inşa etmeyi öğretmeliyiz önce. Düzelme en dar halkadan başlar, tıpkı bozulmanın en dar halkadan başlaması gibi.
Sonuç olarak
Carl Gustav Jung’u son derece haklı buluyorum. Kendini ruhen yaratamayan birey, toplumsal çürümenin sebebinden başka bir şey değildir.
Ayşe Sayım
@Ascha
·
5mo
Maalesef çok açıktır ki, birey kendini ruhen yeniden yaratamazsa, toplum da yaratamaz, çünkü toplum kurtuluşu arayan bireylerin toplamından oluşur.
"Cecilia bana organik biçimlerin kusursuz güzelliğinden, simetrisinden, doğaya kendiliğinden uyumundan söz ediyordu: bir ağaç yaprağının damarlarından ve dış hatlarından, ağaçların köklerinden, dentritli nöronlardan ve DNA'nın çift sarmallı yapısından. Güzelliğin görünmez biçimlerini gözünü mikroskop merceğine yapıştırır yapıştırmaz fark ediyordu. Santiago Ramón y Cajal'ın bir asır önce yaptığı bir sinirsel doku çiziminin güzelliği, MoMA'daki (Museum of Modern Art) herhangi bir modern resimle boy ölçüşebilirdi. Üstelik de gerçekliğin net bir görüntüsüydü."