Dünyanın bütün Kızılderilileri yenilir, Spartaküs kaybeder, gün batarken sararır, kuşlar döner, Sadri Alışık denilen hergele, her filminde ağlardı. O ağladıkça ben de ağlardım. Nedenini bilmez ağlardım. Ağladıkça Sadri'ye kıl kapar gıcık olurdum. Üçüncü şahıs olarak kalışına, hep gidici kadınları sevişine, bu gidiciliklerin bir mecburiyet gibi duruşuna, Sadri'nin bu mecburiyetlere, giden kişinin özgürlüğü olarak bakıp, ona ihanet etmemek için kendine ihanet edişine...
"- Bence siz bir papazdan bile daha çok inanıyorsunuz.
- Kime? Ona mı? Şimdi beni dinle. -Kirillov durdu; öfkeli, kımıltısız bakışları önündeydi. Şu yüce düşünceye kulak ver: Bir gün dünyanın orta yerine üç haç dikildi. Bu haçlardan birine gerili olanın o kadar güçlü bir inancı vardı ki, yanındaki haçta gerili olana 'Bugün benimle cennete gideceksin,' dedi. Gün batarken ikisi de öldü; ne cenneti gördüler, ne de yeniden dirilişi. Söylenen gerçekleşmedi. Kulağını aç: Bu adam, dünyanın en yüce varlığı, dünyanın varoluş nedeniydi. Dünya ve onun üzerindeki her şey, bu adam yoksa eğer bir çılgınlıktan başka bir şey değildir. Ondan önce de, ondan sonra da Onun gibisi olmadı; olamaz da; bir mucize bile var edemez onun gibisini. Zaten mucize de, bugüne dek onun gibi birinin olmaması ve bundan sonra da olamamasıdır. Doğa yasaları eğer Onu, kendi yarattığı mucizeyi bile esirgeyemeyip Onu yalanlar içinde yaşamak ve bir yalan uğruna ölmek zorunda bıraktıysa, o zaman tüm yeryüzü yalandan ve budalaca bir güldürüden, gezegenin tüm yasaları da şeytani bir vodvilden başka bir şey değil demektir. Bu durumda yaşamak neye yarar... ne uğruna yaşanacak? Hadi, yanıt ver de göreyim!"
Hayatın en tuhaf yanlarından biri, kimi zaman insanların sonsuza dek yaşayacaklarından oldukça emin olmalarıdır. İnsan bunu bazen içine işleyen muhteşem bir şafak vakti kalkıp dışarı çıktığında, yalnız başına öylece durup kafasını iyice geriye atarak yukarı baktığında, Doğu’nun insanı neredeyse haykıracak hale getirdiği ve binlerce binlerce binlerce yıldır her sabah olduğu gibi güneşin doğuşunun o tuhaf, değişmeyen görkemi karşısında kalbinin duracak gibi olduğu ana kadar solgun gökyüzünün yavaşça değişip kızarışını, bilinmeyen nice olağanüstü şeyin meydana gelişini seyrettiğinide fark eder. Bunu bir an için hisseder. Kimi zaman da bir korulukta gün batarken bir başına durup dalların altından ve arasından süzülen gizemli, altın rengi, koyu dinginlik onun duymak için çabaladığı ama kolayca duyamadığı bir şeyi yavaşça tekrar tekrar söyler gibi olduğunda hisseder bunu. Sonra bazen geceleyin milyonlarca yıldızın durup onu seyrettiği koyu maviliğin muazzam sessizliğinde bundan emin olur; kimi zaman uzaklardan gelen bir müzik sesi bunu gerçek kılar, kimi zaman da birinin gözlerindeki bakış.
“Sana koşulsuz sevgi verdim ama sen bunu hak etmedin Farah.
Yine de güneş batarken karanlığa yenilmemen için elimi uzattım.
Karanlığa yenilenler ruhlarında gün ışığını hissedemezler.
Benim gibiler.”
Nil kıyısında, gün batarken, bir sırtlanla bir timsah karşılaştılar. Durup selamlaştılar.
Sırtlan dedi ki: "Nasıl gidiyor hayat, azizim? "
Timsah da cevap verdi: "Benim için kötü. Zaman zaman acı ve hüzünle ağlıyorum, o zaman da öteki hayvanlar bıkıp usanmadan 'Bunlar timsah gözyaşlarından başka bir şey değil!' diyorlar. Bu da beni öyle yaralıyor ki, söyleyecek söz bulamıyorum. "
Bunun üzerine, sırtlan konuştu: "Acınızdan ve hüz nünüzden söz ediyorsunuz, ama bir an benim yerimde olduğunuzu düşünün. Dünyanın güzelliğini seyredi yorum; harikalarına, mucizelerine bakıyorum, salt bir neşeyle, tıpkı günün güldüğü gibi, bazen kahkahayla gülmeye koyuluyorum. Şu ormanın milleti de 'Bu bir sırtlanın gülüşünden başka bir şey değil. . . ' diyor."
Yapacak iş o kadar çok
Gün o kadar uzun ki,
Komşuya yardım edilebilir,
Düşmanla kavga edilebilir,
Ve bir kızıllık içinde gün batarken
Vakti kalmamıştır artık insanın
Çıldırmak ve kafiye aramak için.
Dünyanın bütün Kızılderilileri yenilir, Spartaküs kaybeder, gün batarken sararır, kuşlar döner, Sadri Alışık denilen hergele, her filminde ağlardı. O ağladıkça ben de ağlardım.
“Kitaplardan öğrenmemiş bu insanlar hayatı, tarlada, ormanda, nehir kenarında öğrenmişler. Şarkı söyleyen kuşların kendileriymiş öğretmenleri; batarken arkasında koyu kızıl bir tan yeri bırakan güneş, ağaçlar ve otlar.”
Timur bundan sonra Kayseri yoluyla kendisine Bayazıt'ın bulunduğu haber verilen Ankara üzerine yürüdü. Kati muharebe bu şehrin kuzeydoğusunda Çubukabad (Çubuk)'da 20 Temmuz 1402'de yapıldı ve sabahın altısından geceye kadar sürerek bir milyona yakın insanı boğuşmaya sürükledi. Bayazıt arkasından mağlup ettiği milletlerden aldığı yardımcı kuvvetleri de getirmişti. Sırplar ve kralları Etiyen (Étienne) Timur'un hayranlığını çekecek kadar ona sadık kaldılarsa da Aydın, Menteşe, Saruhan ve Germiyan Türkleri, beylerini Timur ordusunun safları arasında görünce onun tarafına geçtiler. Diğer taraftan Timur, Hindistan'dan getirilmiş olan harp fillerinden çok istifade etmiş görünmektedir. Bayazıt, 10.000 yeniçeri ile Sırpların "başında bütün gün mücadele etti ve ancak muhafız ordusunun eridiğini gördükten sonra güneş batarken kaçmaya karar verdi. Atı yıkıldığından, oğullarından biri ile beraber esir edildi.
Sizin de yazın havanın kapalı ve yağmurlu olduğu bir gündüz vakti yatıp uyuduğunuz ve gün batarken uyanıp gözlerinizi açtığınız, yağmurdan sonra havadaki kokuyu hissettiğiniz, ''Böyle bir akşamda uyumak ne ayıp'' diye düşündüğünüz ve bahçeye çıkıp yaşamın sevinçlerine kendinizi kaptırmak için hemen yerinizden fırladığınız oldu mu hiç?
Eyüp Sultan!... bu belde-i emvât bir dâru's-serairdir. Onun tarafeyni, mezar taşlarıyla aralanan, alçacık damlı, köhne, evlerle muhât daracık sokaklarında, İstanbul'un sair mahallâtı halkından, her hususta tamamen farklı, tamamen başka bir cihan yaşar.
Ölüler arasında otura otura alem-i gayba, derin bir itikad ile merbût olan ora sekenesinin hissiyyatını okşayacak her türlü esbab o dar sokaklar içerisinde mevcuddur. Sıtma bağlayanlar, sarılığa siyile karşı nefes edenler, esrâr-ı gaybı keşf eyleyenler, büyü yapanlar hülâsâ sâfiyet-i beşerden müstefîd olarak te'mîn-i maîşet kılanlar ekseriyetle o semtte mekan tutarlar.