“Kendi kendime kalabilirim, çünkü ben hiçbir zaman yalnız değilim, sadece tek başımayım, düşüncelerin kalabalıklaştırdığı bir yalnızlığın içinde yaşarım; bir bakıma ilksizliğin ve sonsuzluğun donkişotuyum“
İtiraf etmeliyim ki ben bir kitaba gömülünce büsbütün başka yerde olurum, metnin içinde… şaşakalır, hayallere dalar, daha güzel bir dünyaya, gerçeğin tam kalbine girerim.
“Ben okurken gerçek anlamda okumam, ağzıma güzel bir cümleyi alır, bonbon gibi emerim, küçük bir kadeh likör gibi yudumlarım, ta ki düşünce içimde alkol gibi eriyip dağılana kadar; içime öyle ağır ağır sızar ki sadece beynime, yüreğime nüfuz etmekle kalmaz, damarlarımın köklerine, kılcal damarların kökçüklerine kadar işler.”
dünyadaki tek korkutucu şey donmuş, taşlaşmış, ölmek üzere olan’dır, ve tek mutluluk verici şey de bireyin, daha da iyisi, toplumun, mücadele sayesinde gençleşmeyi, yaşama hakkını ele geçirmeyi başarmasıdır.
kendi kendime kalabilirim çünkü yalnız değilim, sadece tek başımayım, düşüncelerle dolu bir yalnızlığın içinde yaşarım; ilksizlik ve sonsuzluğun Don Kişot’uyum biraz, ilksizlik ve sonsuzluğun benim gibilere karşı bir zaafı var galiba
"Hava durgun, elle tutulacak kadar yoğun; insana sanki çelik bir levha gibi bükülebilirmiş duygusunu veriyor" (s. 13)
Adeta bir kimlik ve materyal kazanan bu hava, bütün anlatı boyunca varlığını ve baskınlığını koruyor. Márquez bu atmosfer içerisinde Yüzyıllık Yalnızlık'a giden yolun taşlarını döşüyor. Ya da belki ince ince ama