"Nakledilmiş ki: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Mekke'den hicret ettiği ve küffarlar takibe çıktıkları vakit, Sebîr namındaki dağa çıktılar. Sebîr dedi ki:
Ya Resûlallah, benden ininiz! Korkarım, benim üstümde sizi vururlarsa, Allah beni tâzib (azap) eder. Onun için korkarım." Cebel-i Hıra çağırdı: Ya Resülallahi ileyye
Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk.
Geyikli geceyi hep bilmelisiniz
Yeşil ve yabanî uzak ormanlarda
Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
Hepimizi vakitten kurtaracak
Bir yandan
Kuşatma altındakilere, kentteki tüm kuşları bize vermeleri koşuluyla çekileceğimizi söyledik. Bizden sonsuza dek kurtulacaklarını sandılar, bütün yuvaları boşalttılar, binlerce kırlangıç, yüzlerce güvercin, bir o kadar karga, bir çift leylek ve hatta tavuklarını bile verdiler: kısacası binlerce değişik kafes içinde binlerce ötücü. Acayip kuş yükümüzü terkilerimize astıktan sonra, kuşatmayı kaldırır gibi yaptık, ama ertesi gece yine duvarların dibindeydik. Kuşların ayaklarına kıtık sarmıştık. Kıtıkları ateşledik, kuşları serbest bıraktık. Hepsi yuvalarına döndü, çatılara, ağaçlara yerleşti. Kısa süre sonra Vulahay solmakta olan gökyüzünü kızıla boyadı, içindekileri oklarımızın ve kılıçlarımızın gölgesine kustu, en ateşli zaferlerden birini kazandık.
"Ama şimdi, sürüden ayrılıp uzaklaşan o bir çift
güvercini seyrederken, ürpermiş ve donup kalmıştı..
Ben sonsuz mavilerde uçan gök güvercin
Sen de kanadın kanadımda uçan eşimsin.
Daha büyük mutluluk yoktur dünyada
Sevdiğiyle yan yana, hep yan yana uçmaktan."
Solgun yüzü gibi taş baskısı bir resmin,
Bir ölü var, duruyor bütün taşıtlar.
Bakıyorum saçakta iki güvercin,
Ağır ağır ilerliyor yayalar.
Bir tabut hörgücünde bir devenin...
himalayaların tepesine tırmanmak güç
ama mümkün
okyanusu aşmak da güç
ama mümkün
ay'a ulaşmak da öyle
ama mümkün değil işte
bülbülün eti için öldürüldüğü bir ülkede
sanatı zincire vuranlara
meram anlatmak
öt kuşum
öt kuşum
öt güzel kuşum
eller ne derse desin
ben sana vurulmuşum
O sırada, ağlayan kadınların arasında o genç cariye gözüme ilişti. Geçen uzun zaman içinde küllenmiş olan aşkım onu görünce yeniden alevlendi. Bana mâzimi, eski aşkımı, mutlu günlerimi, unutulmuş anıları, geçip gitmiş ayları, günleri, yokluğa gömülmüş zamanları, silinmiş izleri hatırlattı. Kapanmış yaralarımı açarak acılarımı tazeledi. Onu unutmamıştım. Aksine acım artmış, aşk ateşim yeniden tutuşmuş, hüznüm yoğunlaşmış, özlemim iki kat çoğalmıştı. İçimde o ana kadar saklamış olduğum aşkım şimdi tekrar gün yüzüne çıkmıştı!
Adamın biri, Hocaya sorar:
"Nuh'un gemisine zeytin dalını getiren güvercin erkek miydi, dişi miydi?"
Hoca cevap verir:" Tabi ki erkekti. Eğer dişi olsaydı, ağzını o kadar kapalı tutamazdı!!!"
açıyor ağzını lübnanlı abdülsettar
ulen, diyor, ulen siz var mısınız
ulen, diyor, diliniz bile yok sizin ulen
dininiz bile bizim
ulen
arapçadan bir lokma acemceden bir
alamanca ingilizce firenkçe
şimdi de amerikan kuyrukçuluğu
diliniz bile yok sizin ulen
dininiz bile bizim
ulen
ve başlıyor saymaya o arap gırtlağıyla
mahkeme mübaşir müddeiumumi
kâtib-i zabıt ve hâkim ve reis
mütâlea karar temyiz lâyiha
ve âhiren elfâtiha
ulen, diyor, diliniz bile yok sizin ulen
dininiz bile bizim
ulen
sizin olan
sadece ve sadece
şu rezil
şu kepaze
ahır gibi hapishane
ulen, diyor, ulen siz var mısınız?
yirmidört saattenberi dinmedi yağmur
avlunun betonuna elenip duruyor
ve ben
az kalsın kaçırıyordum keçileri koğuşta
dışarda yağmur olduğunu düşünmekten
yağmurun yağdığını görmek başka şey
yağmurda ıslanmak başka
yağmurun yağdığını düşünmek başka şey
tasarlamak başka
ve bir de
-ki en kötüsü-
yağdığını duyup da kulaklarınla
gözlerinle görememek