mine

"cinayet ve gasp dediğiniz şeylere savaş ve fetih denir, insanlık tarihinin ve büyük imparatorlukların en şanlı sayfaları bunlarla doludur. Özellikle, iri Pengueni suçlayarak onun mülkünün kaynağına ve hukukuna saldırıda bulunuyorsunuz. Bunu size kolayca kanıtlayabilirim: Toprağı ekmek bir şeydir, ona sahip olmak başka bir şey. Bu ikisi birbiriyle karıştırılmamalıdır. Mülk konusun da, ilk işgalcinin hukuku belirsiz ve temelsizdir. Oysa, fetih hakkı sağlam temellere dayanır. Tek saygıdeğer hukuk budur, çünkü kendini saydırmasını bilir. Mülkiyetin tek ve şanlı kaynağı güçtür. İşte bu yüzden mülk sahibi olana soylu denir. Çiftçiyi öldürüp tarlasını alan bu kızıl saçlı yiğit, bu toprak üzerinde ilk soylu hanedanı kurmuş bulunuyor
Reklam
Hayatı belli şartlar altında yaşamaya buyur ediliriz. Hayat boyu böyledir bu. Doğduğumuz andan ölümümüze değin hep bu şartlar topluluğu bir şartlar topluluğu ile çevrelenmişizdir. Kimimizin babası sert, kimimizin ki fazla yumuşak, kimimizin annesi ilgisiz, kimimizin ki ise insanı boğacak kadar ilgilidir. İçinde yaşatıldığımız şartlar ilk olarak
İki ayrı varoluş biçimini önemsiyorum. Birincisi "olmak", ikincisi "görünmek". "Olmak" ta kişi otantik bir varoluş yaşar. Varlığının anlamına ulaşmıştır, görünüp görünmemek onun derdi değildir. Modern hayat bizi öyle eyip büktü ki, "görünmek" var olmanın önüne geçti ve kişiliklerimizi deforme etti. Modern zamanlarda, özellikle narsistik kişilik bozukluğu ve sınır kişilik bozukluğunun arttığının vurgulanması, bu açıdan tesadüfi değil.
Sayfa 210Kitabı okudu

Reader Follow Recommendations

See All
Kendini varoluşsal işlevlerden arındırmış bir insanın tüm dikkati, ilgisi, özeni ise kendine döner. İlgisini kendi benliğine çevirdiğinde, kendini yüceltme süreci başlar ve paradoksal bir biçimde tam da bu anda kendini bir metaya dönüştürür. Çünkü, benliğini yüceltmek için kendisini "pazarlamaya" başlar. Artık yaşam gücünü en fazla kar getirecek yatırım olarak görmekte, "kişilik pazarı"nda yerini almak için çabalamaktadır. Hayat bu dünya ile sınırlandırılıp ölümle kesintiye uğradığınd,a kar ve sonuçlar da bu dünyada sınırlı hale gelir ve her şeyin mutlaka bu dünyada elde edilmesi hedeflenir. Modern insan kendisini kendisinden, diğer insanlardan ve kainattan koparmıştır. Artık tüm dileği, hünerlerini, bilgisini ve kendisini yani "kişilik paketi"ni alışverişin karlı olmasını isteyen kendisi gibi biriyle mübadele etmektir. Dünyevi uğraşların ilkeleri, fark edilme ve kendini övme, kutsama, tüm kusurlardan azade kılmadır. Yaşamın ilerlemekten başka bir amacı, karlı bir alışverişten başka ilkesi, çoğaltmanın dışında doygunluğu yoktur. Bu karlı alışverişe engel olacak her türlü ilke ve inanç bertaraf edilir.
Daha ne kadar zaman halk hasat kaldıracak bizim için? Bir çok gemi daha ne kadar zaman bir tek masayı donatan yiyecekleri, hem de birçok denizden taşıyıp getirecek? Birkaç dönümlük bir otlak bir boğayı doyurur, bir orman birçok file yeter; gelgelelim insan, hem toprak hem deniz ürünleriyle doldurur midesini. Nasıl bir şey bu? Yoksa doğa insana pek zayıf bir beden verdiği halde, o çok iri çok obur hayvanların açgözlülüğünden geri kalmayalım diye mi bu kadar pis bir boğaz vermiştir? Hiç sanmam çünkü doğa için gerekli olan, ne kadar az bir şeydir aslında. Doğa az bir şeyle savruşturulur. Aç midemiz değil, açgözlülüğümüz bizim için pahalıya mal olur. O halde Sallustius'un dediği gibi, midelerinin kölesi olan kimseleri insan yerine değil de, hayvan yerine koyalım; hatta hayvan yerine bile değil, ölüler arasına koyalım sırasına koyalım. Çünkü yaşayan insan, birçoklarına yararlı olan insandır, kendisinden yararlanan insandır. Bir köşeye çekilip uyuşuk kalanlar, evlerinde mezarda gibi yaşarlar. Bu kimselerin kapılarındaki mermere şöyle yazsan yeridir: ÖLMEDEN ÖNCE ÖLMÜŞLER!!!
Reklam
İçimizden hiçbiri, yaşlıyken gençliğinde olduğu gibi değildir. Hiç kimse sabah neyse, bir önceki insan değildir artık. Irmaklar gibi sürüklenip, akıp geçer bedenlerimiz. Gördüğün her şey zamanla birlikte koşar, gördüğümüz hiçbir şey olduğu gibi kalmaz; ben bile her şeyin değiştiğini söylerken değiştim şu anda. Şu söz Herakleitos'un: "Aynı ırmağa iki kez hem giriyoruz hem girmiyoruz." Çünkü ırmağın adı aynı kalır ama suları akıp geçmiştir. Bu olay, bir ırmakta insanda olduğundan iyi izlenebilir, öyleyken bizi alıp götüren akıntı daha az hızlı değildir, işte bu yüzden beden dediğimiz pek değişken şeyi onca sevmemize, gün gelip öleceğiz diye korumamıza, böylesine deli divane olmamıza şaşırıp kalıyorum, çünkü her an bir öncekinin ölümü demektir: her gün gelen ölüm, bir kez tam geriverse neden korkmak isteyesin ki?
Maslow'a göre çağımızın nihai hastalığı değersizliktir. Oysa hayat uğruna çaba gösterecek bir değer, uğruna yola düşülecek bir menzil varsa anlamlıdır. Maslow'un 'Ortodoks 19 yüzyıl bilimi'nin değersizlik illetini azdırdığı fikrindedir . Onun alanını oluşturan şey yalnızca olgulardır. Değerler keyfi kabul edilir ve olgularla ilgili ilişkili olmadıkları varsayılır. Freudyen psikoanalize göre insan hayatının Yüce değerleri insan tabiatının daha aşağı arzularının kılık değiştirmiş versiyonlarından başka bir şey değildir . İnsanın temel ihtiyaçları maslow'un göre şöyle sıralanmaktadır: 1.Kendini gerçekleştirme 2. Saygı (başkalarına ve kendine değer verme) 3. Ait olma ve sevgi (yalnızca sevilme değil aynı zamanda sevme ihtiyacı) 4. Güvenlik (güvende olma ihtiyacı) 5. Fizyolojik ihtiyaçlar Marslow'un özel önem verdiği bir temel insan ihtiyacı kendini gerçekleştirme ihtiyacıdır. Bu bizim en yüksek ihtiyacımızdır. Kendini gerçekleştirme; sağlık peşinde koşma, kimlik ve özerklik arama ve kemale erme yönünde bir çaba dan ibarettir. Insan tabiatın üzerine dilediğini yazdığı bir beyaz sahiden değildir, o kendini gerçekleştirme ödevim de olan bir varlıktır. Kendini gerçekleştirme bu anlamda insanın kendisinde ki olumlu ve iyi cevheri harekete geçirmesi, onu gündelik hayatına hakim kılmasıdır. İnsan gündelik hayatında korkaklık yerine cesareti, hırsızlık yerine dürüstlüğü, kurulu düzenin sesi yerine vicdanının sesini dinlemeyi seçtiği her seferinde kendini gerçekleştirme yolunda bir adım atmış olur.
Hayatın sahici değerleri çoktan buharlaşıp gitmiştir ve bizzatihi hayatın kendisi bir tüketim ve metaı olmuştur. Hayat artık kesintisiz bir süreç değil anların kreşendosundan (giderek yükselen ses) ibarettir ve dolu bir hayatı gösteren şey biriktirilen an parçacıklarının haz ve memnuniyete tekabül ediyor olmasıdır. İnsan kesintisiz ve sade bir ömrün sağlayabileceği huzurdan çok an parçacıklarında yakaladığı vecdin peşindedir, haz ve memnuniyetle sarmalanmış deneyimler unutulmamalı ancak onlardan yoksun geçirdiğimiz uzun saatler bilincin karanlık mahzenine tıkılmalıdır.
Kitle eğitiminin yarar ve zararları tartışılagelmiştir. Okulun toplumun geniş kesimlerine yayılması modern tarihin kilometre taşlarından biridir. Okumuşluğun ekonomik gelişmenin olmazsa olmaz şartlarından birisi olarak öne sürülmesi verimli iş gücü yaratma arzusunu doğurmuş ve okullar modern devlete hem 'aydınlanmış' bireyler, hem de verimli iş gücü temin eden kurumlar halini almışlardır. Ancak eğitimin demokratikleştirilmesi, zengin ve fakir kesimler arasındaki maddi uçurumu gidermediği gibi kaliteli bilgiyi de getirmemiş ve Cristopher Lasch'ın ifadesiyle 'hamakatin (ahmaklığın) yaygınlaştırılması'na hizmet etmiştir. Okullar kimi zaman endoktrinasyon (kesinlikle eleştiri ve tartışma kabul etmeyen) ve totaliter şartlanmanın vasıtaları haline getirilmişler ve sıklıkla da halk kültüründen bir kopuşu simgelemişlerdir.
Reklam
'İnsanın kazandığı her güç, aynı zamanda insan üzerinde bir güçtür.'
ÖJENİ TECRÜBESİ
Vietnam savaşını çıkaranlar herhalde Down sendromlu kişiler değildir. Yeryüzü kaynaklarını tüketen ve onu kirleten kişiler de herhalde zeka özürlü insanların bulunduğu bir kurumdan çıkmamışlardır. Dünya genetik kusurlardan değil ahlaki ve manevi kusurlardan muzdariptir.
Bir saka kırbasını doldurmuş giderken önde başka bir saka gördü. Elinde su kırbası olduğu halde koşarak ona yetişti, bir parçacık su istedi. Adam "A şaşkın, sende de aynısı var; güzelce içsene" dedi. Saka dedi ki: "A akıllı, sen bana bir parçacık su ver. Çünkü ben kendi suyumdan bıktım!" ATTAR
Bir takım insanlar Kuran'a karşı düşmanca bir kurnazlıkla hareket ederek: "Biz bu kitabı anlayamayız."deyip Kur'an'ı bir yana bıraktılar. Dediler ki: "Bu kitap çok derindir, ayetlerinin her birinin özel sırları vardır, ve bu Sırlar zamanla açıklık kazanacaktır, elbette bu sırların açığa çıkarılması insan tarafından olmayacaktır. İnsan anlayamaz. Öyleyse Kur'an'ı bir yana bırakalım! " Birçokları Kur'an'ı bir yana bıraktıklarının farkında bile değiller. Çünkü her yerde acayip hatlarla yazılmış ayetleri görüyorlar. Kur'an'ı nasıl kullandıklarına bir bakın. Kur'an'ın sayfaları açılmamalıdır. Kur'an üzerine düşünmek haramdır; fakat başkaca her iş caizdir.
217 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.