Mükemmel
Şahane bir kitap, beni etkileyen romanlar arasında ilk 10'da olduğunu kesinlikle söyleyebilirim. Çoklu Kişilik Bozukluğuna sahip Billy Milligan'ın gerçek yaşamından esinlenerek romanlaştırılmış bir kitap. Psikolojiye ilgisi olanların kesinlikle etkileneceği, zevkle okuyacağı bir kitap. Aynı bedende 24 farklı kişilik. Her kişilik zihni ve bedeni ele geçirebiliyor ve buna "Spot"ta olmak deniyor. Kişiliklerin bazılarının birbirinden haberi var bazılarının ise yok. Gerçek Billy'nin ise hiçbir kişiliğinden haberi yok. Billy intihar edecekken bu çoklu kişilik bozukluğu meydana geliyor ve onu hayatta tutuyor. Aslında çoklu kişilik bozukluğu kişinin hayatta kalması, travmalarına bir şekilde dayanabilmesi için meydana çıkıyor. Her kişilik farklı travmalarının karşılığı. Bu ilginç, sürükleyici romanı herkese tavsiye ederim. Kitap 610 sayfa ama su gibi akıyor. Şimdiden iyi okumalar dilerim.
Sarah Jio,her yıl kitap yazma alışkanlığı nedeni ile bir düşüş içindeydi ve bunu son kitaplarında fazlaca görebiliyoruz. Elveda Haziran romanı da bunlardan bir tanesi.Benim fikrim tabi ki değişmedi.Elveda Haziran aslında yazarın okuduğum yıllarda son romanı olan Agapi Ölümsüz Aşk romanından önce yazılmış ve yayınlanmıştı. Fakat pek beğenilmeyince ve yeni kitap haberi nedeni ile rafa kaldırıldı ve ilk olarak Agapi kitabı raflardaki yerini aldı. Agapi’nin üzerinden belli bir zaman geçince de piyasaya sunulmaya karar verildi.Elveda Haziran romanı aslında Agapi’den çok daha güzel bir roman. June Andersen adındaki bir kadının hayatını anlatan ve kitabın orijinal adının da bildiğimiz Haziran yerine bu karakterden alan kitap bir anlamda hayat dersi de sunuyor.
Cecilia Harcourt, babası ölüp, asker olan kardeşi Thomas’ın savaşta yaralandığı haberi gelince yapayalnız kalmıştı. Atalarının vasiyeti gereği, eğer erkek kardeşi geri dönmezse topraklara sahip olacak olan kuzeni Horace, kendisine evlilik teklif edince de, O’nunla evlenmekten kurtulmak ve kardeşini bulmak için tek başına uzun bir yolculuk yaparak
Uzun zamandır reading slump illetindeydim, bu yüzden bu kitabı da yarım bırakacağımı sanıyordum ama hiç öyle olmadı. Beş günde 500+ sayfa öyle kolay geçti ki ben bile inanamadım.
Kaz Brekker, kaçış uzmanı bir hırsızdır. Bu kaçış uzmanımız bir gün kaçırılmasıyla başına bela- ya da para- getirecek bir şey öğrenir. Bir bilim adamının "jurda parem" adında bir ilaç öğretir. Bu ilaç 'grisha' adı verilen askerlere olağanüstü güçler veriyor, hem de ikinci dozdan sonra bağımlılık yaparak askerlere biraz daha fazlası için yalvartıyordur. Van Eck isminde tüccar ise, bu ilacın haberi çıkarsa savaşın kaçınılmaz olduğunu, ticaret yollarının yok olacağını ve piyasanın çökeceğini söyler.
Jurda Paremi üreten bilim adamı "Buz Sarayı" adı verilen dünyanın en korunaklı yerlerinden birinde esir tutulmaktadır. Bu adamı kaçırıp sağ salim getirmek ise, Kaz Brekker'a ve takım arkadaşlarına kalmıştır.
Okuduğum en iyi düşünülmüş kitaplardan biriydi, yazar her ayrıntıyı düşünmüş, her bir nokataya değinmişti. Özellikle Kaz ve Inej'in sahnelerini okurken kitabi kapatıp odada birkaç tur zıplayarak okumaya öyle döndüm, beni inanılmaz mutlu ettiler.
İkincisi de umarım birincisi kadar güzeldir. Sonraki incelemede görüşürüzz.
PİCASSO'NUN ÇILGIN HİKÂYESİ
1937'de Alman ve İtalyan kuvvetlerin desteğini almış olan Francisco Franco, yeni savaş uçaklarının İspanya’nın Guernica kasabasında denenmesine karar vermiştir. Yaklaşık 20 uçağın şehri bombalamasının ardından şehrin büyük kısmı yok edilmiş.İspanyol İç Savaşı sırasında yaptığı katliamı
Ülker Abla ismi size de tanıdık geldi mi? Ya da bir haberi hatırlattı mı? Aslında çoğumuz Ülker Abla’yı tanıyoruz. Hatta bazılarımız görmüş bile olabilir. Bazen pompalı bir tüfekle öldürülen kadının yüzünde bazen de ailesinin şiddetinden kaçmak için evlenip kocasından darbeyi yiyenlerde…
Ülker Abla romanı Seray Şahiner’in Türk Edebiyatında kadın imgelemini güçlü bir kalemle ve keskin bir mizah duygusuyla ortaya çıkardığı bir eseridir.
Ülker kocasından gördüğü şiddete artık dayanamaz ve bir gün evi terk etmesiyle birlikte serüveni başlar. Kimi zaman hastanelerde, kimi zaman yollarda hatta parklarda hayata tutunmaya çalışan Ülker, bizlere hayatın gerçek yüzünü tokat atar gibi gösterir.
Daha çok sitemkâr bir dille yazılmış olan Ülker Abla romanı bir nevi günlük niteliği de gösterir. Ülker abla bizlere karşı ders verir gibi konuşur. Kısmen sokak ağzına sahip olan Ülker’in alaycı ve küçümseyici bir dili vardır. Mizahı da epey yüksektir. Bizleri sorgulamaya iter.
Ülker Abla’yı okurken kitap okumaktan ziyade sohbet ediyormuş gibi hissedebilirsiniz. Ülker bana biraz da olsa ukala gibi gelmişti. Romanda karakterimizin bazı yerlerde kendini öteki olarak gördüğünü ve toplumdan soyutlandığını görürüz. Kimi yerlerde ise kendi kendine konuşur. Hayattaki renkleri hastanedeki ilaçlarla bağdaşlaştıran Ülker Abla, hastanedekiler tarafından da pek sevilmez. Koşullu sevgidir onlarınki.
Kadın ve kadına şiddet konusunu içeren bu roman istisnasız herkes tarafından muhakkak okunmalı! Bir kadın olarak hayatta kalmanın ve en önemlisi yaşamanın bile bizler için ne kadar zor olduğunu anlamalı…
