İçimde kopan fırtınadan hiçbirinin haberi yok.
İşte mesut ümitlerle çocukluğunu geçirdiği İstanbul, harap surları arkasında muazzam kubbeleri, ince, zarif minareleriyle büyük bir servet ve ikbalden düşmüş sefih, güzel bir kadın gibi suskun ve üzgün duruyordu. Taraf taraf yangın yerlerinin sunduğu harabelikler zavallı, güzel bir kadının eski elbisesinde açılmış yırtıklar kadar acıklıydı. Ah, yarabbi!.. Bu dört beş sene içinde İstanbul ne kadar çok yanmıştı. Onun hiç haberi yoktu.
Reklam
İlk olarak Rus Çarlığı'nın teşvik ve destekleriyle 1804'te Sırp isyanı başlatılmış, 1821'de de Rum çeteler Mora isyanını çıkarmıştır. Yunanların Mora isyanındaki sloganları "Mora'da tek bir Türk bırakılmamalıdır" olmuştur. 6 Nisan 1821'de bu sloganla ayaklanan Yunanlar, adada kıyım yaparak 50 bin Türk'ü katletmiştir. Mora'da yaşanan katliam hakkında İngiliz yazar St. Clair, "Yunanistan'ın Türkleri pek az iz bıraktılar. 1821 yılı ilkbaharında ani olarak tümüyle ve dünyanın haberi olmadan yok edildiler" kaydını düşmüştür.
Sayfa 8 - ATARÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ BAŞKANLIĞI YAYINLARIKitabı okuyor
Onu en çok mustarip eden şey derdini gizlemek mecburiyetiydi. Kalbi, aklı acılarla, isteklerle sızlarken yaradılışının yüceliği, haysiyeti, vakarı, asaleti, hasılı bütün seçkin hisleri ona acılarından renk vermemeyi emrediyordu. Kederinden ağlamak istediği zamanlar, ailesinin yanında, cemiyetlerde, kulüplerde bedbahtlığını, zavallılığını saklamak, tebessüm etmek mecburiyeti altında bir kat daha bedbaht oluyordu. Onu herkes mesut zannederdi. Gençti, güzeldi. Büyük serveti, gösterişli bir konağı, güzel bir karısı, atı, arabası, kotrası, şanı şerefi, her şeyi vardı. Onu kıskanırlardı. Kalbindeki matemlerden, acılardan kimsenin haberi yoktu.
Kamuda tasarruf yapıyor işte daha ne :D
İslam dünyasında bugün hala bir tüyü bitmemiş yetiminin hakkı edebiyatı vardır. Bu, Halife Ömer'in adaleti edebiyatıyla, Dicle kenarında kaybolmuş oğlaklardan kendini sorumlu tutması efsanesiyle Türk insanına çok gözyaşı döktürür. Ama bu edebiyatın, efsanenin bu kadar duygulandırdığı aynı toplum öte yandan "devletin malı deniz, yemeyen domuz." vecizesini de üretmiştir veya devlet malının yöneticiler tarafından yağma edilmesine fazla bir duyarlılık göstermez. Peki bu toplumun bir ferdi evindeki veya iş yerindeki en önemsiz bir eşyayı haberi veya izni olmadan alsanız kıyameti koparmaz mı? Peki, neden devlet veya kamunun malının bu kadar utanmazca yağmalanmasına karşı herhangi bir tepki göstermez? Çünkü bilir ki evdeki eşya kendi malıdır, kendi el emeği göz nuruyla onu kazanmıştır. Ama ne devlet kendi malıdır, ne de onun hukuku. Ne devleti ne hukuku kendisi inşa etmemiştir, kendisi üretmemiştir. Kimseyi suçlamak için söylemiyorum. Bütün bunların tarihsel, sosyolojik nedenlerini de biliyorum. Ama dünyayı anlamaya ve açıklamaya doğru bir yerden başlamamız için önce şeylerin adını koymamız lazım, değil mi?
SAVAŞTAN SONRA ATATÜRK'TEN KURTULMA
Falih Rıfkı bir yazısında; "9 Eylül zaferinden sonra Meclise zafer haberi gelir gelmez, sarıklı milletvekillerinden biri, "Yunanlılardan kurtulduk, çok iyi... Bakalım Mustafa Kemal'den nasıl kurtulacağız..' demişti. Saltanatın kaldırılışından sonra da Ankara'da dolaşan en önemli haber: 'Şimdi ne olacak? Acaba Mustafa Kemal Padişah mı olacaktı? En güvendiği eski arkadaşları bile saltanatsız ve hilafetsiz bir rejimi düşünemiyorlardı demektedir. Mustafa Kemal ise, Türk milletini, uygar uluslar topluluğu içinde onurlu bir ulus yapmak, tam anlamıyla yeni, çağdaş bir düzen kurmak istiyordu. Atatürk önderliğinde gerçekleştirilen "Atatürk Devrimi", "Türk Devrimi" ya da "Türk Aydınlanması" adı verilen büyük dönüşümü anlayabilmek için öncelikle Avrupa'da gerçekleşen Aydınlanma hareketini iyi bilmek gerekir. Bunun üzerinde de çok kısa durmalıyız.
Reklam
DİN-YOBAZLIK: Atsız ilk olarak 1932 yılında, "Aynı tarihî yanlışlığa düşüyoruz” başlıklı yazıda din konusuna temas eder. Konuya bir tespit ve bir soruyla girer: "Bugün din hayatta birinci safta bir rol oynamıyor. Devlet dini bit kenara atmıştır. Fakat din, halk yığınları üzerindeki büyük nüfuzunu yapmakta devam ediyor. Ve Bolşevik Rusya
Eski kahya, haberi duyduğu gibi eve gitmiş ölmekte olan arkadaşını gözyaşlarından oluşma bir selle kollarının arasına almış en büyük oğulları onu kısa bir süre sonra takip etmiş. Dile gelmez bir kaderle yatağının başında diz çöküp ellerini ve yüzünü ölmüşler. En çok sevdiği evladı o ölene kadar yanında kadar ve öldükten sonra yanından cok zor uzaklaştırmis. Saat on iki olduğunda werher son nefesini vermiş. Kahyanin varlığı ve ölmeden önce aldığı önlemler bir rahatsızlığın çıkmasına engel olmuş. Ertesi aksam saat on bir olduğunda maaşını werher'in seçtiği yere gömmüşler. Kahya ve oğulları naaşını mezarlığa kadar takip etmişler. Albert onlara katılmamış. Charlotte 'un hayati tehlikesinden korkuluyormus. Naaşı işçiler taşımış. Cenazesine hiçbir din adamı atılmamış.. Son.
Adaleti Beklerken
Hayatta kalmaktan farklı olarak, yaşamayı, yaşadığımız müddetçe öğrenmeye devam etmemiz gerekiyor çünkü otomatik olarak indirdiğimiz bilgiler nadiren işimize yarıyor. Zihnimizdeki en yüce kavramların, en asil değerlerin, en yüksek ideallerin tersyüz edilebildiği, sürprizli bir yer dünya. Beklentilerimizin bire bir karşılandığı ve müşteri memnuniyetinin en üst seviyede tutulduğu yedi yıldızlı bir otel konforu sunmuyor çoğu zaman. Bize ne büyük yanlışlar yapılıyor da kimsenin haberi olmuyor! İşte tam da böyle anlarda aslında iki seçeneğimiz var: 1) İsyan, sinir bozukluğu ve umutsuzluk; 2 ) kabulleniş, çözüm arayışı ve umut. Her ikisinde de fayda ve zarar en çok kendimize. Bugüne dek hep birinci seçeneği tercih edip yeterli mutsuzluk dozunu aldıysak artık ikincinin vaktidir. Hayatın adil olmadığını kabullenmekle başlayabiliriz işe. Ege
Sanatçı ruhuyla duygusal davranan, hiçbir zaman idari ağır sorumluluk yüklenmemesi gereken, kırılgan, kişisel zaafları olan, kumar seven, gençliğinden beri dengesiz harcamaya alışmış, sürekli çok paraya gereksinim duyan, alıngan ressam Osman Hamdi’den ülkenin kültür varlıklarını koruması istenmişti. Bunun büyük bir hata olduğu acı deneylerle görüldü: Magnesia, Priene, Milet, Didim, zincirli, Efes, Trysa, Bergama başta olmak üzere, eserlerimizin götürü yıllarca sürerek büyük soygunlarla kanıtlandı. Bu dönemde Osman Hamdi, ofisine birkaç 100 metre uzaktaki Ayasofya’nın haziresinde bulunan ikinci Selim türbesinin çinileriyle, piyale paşa caminin çenelerinin Fransızlar ve almanlar tarafından soyulmasından da haberi olmamıştı.
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.