Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Hakan Osman Çaldağ

On dokuzuncu yüzyılda Fas çöllerinde yaşamış bir şeyh, dervişlerine çok katı bir disiplin uygularmış. Hayatlarını çok az harcayarak, büyük bir züht içinde, titizlikle, uykusuz, aç kalarak, sürekli ibadet ve zikirle meşgul olarak yaşamışlar. Yakınlardaki köyden gelen ve bu dervişlere kıymet verenler bazen zikrullah halkalarına katılıp onlara yardımcı olmak için yiyecek ve para hediye ederlermiş. Bu dindar vatandaşlara muhibban denirdi. Bu, tarikata intisab etmedikleri ama o tarikatta olanlara saygı duydukları ve onları çok sevdikleri anlamına gelir. İçlerinden biri, şeyh ve müridleriyle sıradan bir ilişkisi olan, onlarla denk geldikçe görüşen yerel bir esnaftı. Yaşlanınca emekli oldu, dükkânı kapattı ve şeyhin yanına giderek biat etmek istedi. Şeyh, dükkân sahibinin biatını alıp onu hemen halvete soktu. Esnaf bir gün içinde fenafillaha varıp marifete ulaştı. Şaşkınlık ve hayal kırıklığı içindeki dervişler isyan etti: "Yirmi yıldır bu yolsayız, Allah aşkı için büyük bir yokluk içinde zorluklara dayandık ve henüz hiçbirimiz fenafillaha ulaşamadık. Biz hâlâ marifete ulaşamamış iken, bunca yıldır ancak farzlarını yerine getiren ve dünya ile meşgul olan bu sıradan bakkal nasıl bu kadar çabuk bu kadar yüksek bir mertebeye gelebildi?" Şeyh şöyle cevap verdi: "O kuru bir odundu. Tek yapmam gereken bir kıvılcım çakmaktı ve o da anında alevler içinde kalıp yanıp bitti. Sizler ise hâlâ yeşil ve ıslak birer odunsunuz. Henüz kurumadınız." --- Eğer Allah'ın seni şu anda alıp dostlarından (evliyâlarından) biri hâline getirebileceğine inanmıyorsan, onun gücünden habersizsin demektir. İbn-i Ataullah el-İskenderî
Sayfa 458
Reklam
Hadis-i Şerif
"Allah celle celâluhu şöyle buyurdu: 'Şüphesiz nazarımda velîlerimin en bahtiyarı mütevazı yaşayan, namazda imtinan bulan, Rabbine en güzel şekilde ibadet eden ve parmakla gösterilmeyen mümindir. O, az rızıkla yetinir ve bu hâlini sabırla taşır.' Sonra [Hz. Peygamber] parmaklarını şıklattı ve devam etti: 'Ölümü hızlı olur, çok az insan onun için ağlar ve miras olarak ancak sahip olduğu birkaç şey bırakır.'
Sayfa 446
Sigara
"Yıllardır sigarayı bırakmaya çalışıyorum. Şeyhten arkadaşımıza söylediklerini tekrar etmesini isteyebilir misiniz, ancak bu sefer İngilizceye çevirseniz?" Böylece Şeyh Sobhî başa döndü ve bu sefer anlattıklarını çeviri eşliğinde tekrarladı. Şeyh, sigaraya karşı geleneksel dinî ve sağlıkla ilgili argümanların çoğunu tekrar sıraladı. Ama sonra Abdallah'ı kalbinden vuran bir şey söyledi. Dedi ki: "Eskiden insanlar üzüldüklerinde, ellerine tespihlerini alır, Allah'ın adını zikreder ve Kur'ân-ı Kerîm'de vadedildiği gibi kalplerine huzur inerdi: "Bilesiniz ki kalpler ancak Allah zikri ile mutmain olur." Allah'ın ismiyle nefes alıp verirlerdi ve sıkıntıları kaybolurdu. Bugün insanlar ne yapıyor? Bir sigara yakıyorlar. Zikirle meşgul olan adamın dilinde, ağzında Allah var. Ağzında sigara olanın dudaklarında ne var? Ateş ve duman."
Sayfa 382

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
İslam'a girmeden önce benim için yemek tamamen ne yediğimle ilgiliydi. İslam'a girdikten sonra, yemek yemenin tamamen nasıl yediğinizle ilgili olduğunu keşfettim.
Sayfa 362
Tezkiretü'l-Evliya'dan
"Yediklerinize dikkat edin; gece ibadet için uyanık kalmamanızdan veya gündüz nafile oruç tutmamanızdan size bir zarar gelmeyecektir!"
Sayfa 361
Reklam
Vekaleten Yürümek
Bir şeyh, genç bir müridi ile birlikte bir yere yürüyordu. Bir nehre geldiler. Köprü yoktu. Karşıya geçmenin bir yolu yoktu. Karşı kıyıda genç ve güzel bir kadın nehri geçmeye çalışıyordu. Çok zorlandığı belliydi. Giysileri ıslanmış, vücuduna yapışmıştı. İki yolcudan nehri geçmesine yardım etmelerini istedi. Şeyh nehre doğru yürüdü. Kadının yanına vardığında kadın kollarını ve bacaklarını şeyhin vücuduna sardı. Şeyh de kadını sıkıca tuttu. Kadın yüzünü şeyhin boynuna dayadı. Kadını kucaklayan Şeyh, onu nehrin öteki kıyısına taşıdı. Kadını yere bıraktı ve o da yoluna devam etti. Genç mürid, olan biteni gözleri faltaşı gibi açılmış bir şekilde izlemişti. İki adam nehrin diğer tarafına geçerek yolculuklarına devam ettiler. Genç adam düşüncelere dalmıştı. Yürümeye devam ederken mürid, efendisine döndü ve "Genç kadını kucaklayıp nehrin karşısına taşımak nasıl bir duyguydu efendim?" diye sordu. Şeyh gülümsedi. "Sen bana söyle" dedi. "Ben kadını nehrin öbür tarafında bıraktım. Sen ise onu hâlâ taşıyorsun."
Sayfa 354
Hz. Osman (r.a.) halife olunca minbere çıktı. İnsanlar onun ne söyleyeceğini merakla bekledi ama o sessiz kaldı ve hiçbir şey söylemedi. İnsanlara nazar ettikçe öyle bir vecde kapıldılar ki oradan ayrılamadıkları gibi nerede olduklarından dahi habersiz bir hâle geldiler. Yüzlerce vaaz veya hutbe dinleselerdi böyle bir hâle girmiş olamazlardı. Hiçbir konuşmadan veya amelden öğrenemeyecekleri kadar değerli dersler ve kıymetli sırlar edindiler. Vaazın sonuna kadar Hz. Osman cemaate sadece sessizce nazar buyurdu. Minberden inecekken 'Konuşkan bir emiriniz olacağına, işini yapan bir emiriniz olsun' buyurdu. Ve hakkıyla konuştu, zira kelâmın kemâli, fayda sağlayacak bir şey vermek ve ahlâkı dönüştürmekse, o zaman bu ikisi konuşmaksızın çok daha iyi yapılabilir. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî
Sayfa 338
Tövbe edenlerin her an kendilerini hesaba çekmeleri, her türlü şehveti bir kenara bırakmaları ve boş işleri terk etmeleri gerekir. Bunlar altı maddeden oluşur: Boş konuşmayı terk etmek, boş bakmayı terk etmek, boş yürümeyi terk etmek, boş yemeyi, içmeyi ve giyinmeyi terk etmek. Ebû Talib el-Mekkî
Sayfa 333
Dine dönen (convert) kadın (ki Güney Afrikalı ev sahiplerim dine dönen yerine, 'dine geri dönen' -revert- ifadesini tercih ediyor) ...
Sayfa 311
"Filipinli hemşirenin, Maz'ûn Sultan'ın o günkü kalp krizinden birisine bahsettiğini varsaydım. Ne kadar yorulduğunu gördüm ve sabah neredeyse ölmesine rağmen hiç kimsenin -resmen hiç kimsenin- nasıl olduğunu öğrenmek için aramamasına sinirlenmiştim. Kendisiyle dobra bir münasebetimiz vardı ve ona karşı çok dürüsttüm. 'Herkesle böyle yakından ilgilenmeniz çok güzel, ama size kim bakıyor?' diye sordum. Ve beti benzi atmış, yıkıcı bir tıbbi krizden henüz çıkmakta olan bu bitkin kadın, küçümseyici bir bakışla yastıklarından kalktı -bu öfkeden daha fazlasıydı, tam bir küçümsemeydi- ve sanki 'Seni aptal beyaz kadın! Ben tenezzül buyurup seninle arkadaş oldum, ama sen cehaletten gebereceksin!' diyordu. Parmağıyla göğü işaret etti ve 'Allah bana kafidir, o bana bakar; benim onun dışında hiçbir şeye ihtiyacım yok' dedi. 'Bunun ne olduğunu bilmiyorum ama işte bunu istiyorum,' diye düşündüm. 'Bunu hayatımda istiyorum'"
Sayfa 281
Reklam
Kenneth: "Bir gün odamdayken iki muhterem beyefendi gelip Muhammed Gül ile konuştular. Biri caminin imamı ve diğeri de din adamıydı. Peştuca konuşuyor ve bana bakıyorlardı. 'Namaz kıldığını duyduk' dediler. Muhammed Gül de, 'Evet, kılıyor' dedi. 'İslam'a girdi mi? Neden camiye gelmiyor?' Muhammed Gül biraz
Sayfa 217
Kenneth: "Otobüste bir adam yanıma oturdu ve 'Aferdersiniz, eğitiminiz nedir?' diye sordu. 'Üniversite öğrencisiydim ama şimdi sadece seyahat ediyorum' dedim. 'Ama kıyamet gününde Tanrı, 'Dünyada benim için ne yaptın?' diye sorarsa ne cevap vereceksiniz? 'Bilmiyorum' Bir de yalan söylemediğimi, hırsızlık yapmadığımı veya kimseyi öldürmediğimi söyledim. Ama adamın sorusu kafama takıldı."
Sayfa 211
Habîb sokaktan geçerken orada oynayan çocuklar, onun geçtiğini görünce korku ve tiksinti içinde dağılırlardı. "Tefeci Habîb geliyor! Kaçın, yoksa tozu üzerimize siner ve biz de onun gibi lanetleniriz!" diye bağırırlardı. ... Hasan-ı Basrî ile buluşmasından ayrılırken daha önce önünden kaçan çocuklar şimdi "İşte tövbekâr Habîb geçiyor, kaçın ki bizim tozumuz ona bulaşmasın, çünkü bizler günahkârız!" diye bağırdılar.
Sayfa 188
"Ama arkadaş inatçı; kurcalamaya devam ediyor: 'Ya bütün bunlar tamamen uydurmaysa?' Ben de, 'Peki, hadi diyelim ki hepsi uydurma. Şu anda yaşadığım hayattan gayet memnunum. Çalmıyorum. Zina etmiyorum. İnsanlara zarar vermiyorum. İyi biri olmaya gayret ediyorum. Hatalara düşüyorum ama genel olarak insanlara iyi bir örnek olmaya çalışıyorum. Ve umarım öldüğümde aileme iyi bir örnek bırakmış olurum ve bu da benim için yeterince iyi. Ama ya ben ölürsem ve üstüne bir de Cennet varsa? TOMBALA! Her türlü kârdayım yani. Hem harika bir hayatım var. Hem inancım var. Bu bana yeter. Bu akl-ı selîmin gösterdiği yoldur ve beni İslam'a götüren de bu' dedim."
Sayfa 169
"Bir tanesi domuz pastırması hakkında sürekli sorular sorup durdu. 'Neden domuz eti yemiyorsun?' 'Çünkü yemiyorum.' Gene sordu. 'Neden domuz yemiyorsun?' 'Şimdi beni iyi dinle' dedim. 'Evime gelsen ve ben de sana desem ki evimde dilediğin kadar; bir ay, iki ay, neyse, kalabilirsin ama şu odaya girme lütfen. Ye, iç, keyfine bak, ama bir tek bu odaya girmeni istemiyorum. Bu isteğime saygı duyardın, değil mi? Eğer Tanrı bana 'Sana verdiklerim şunlardır: Aile, sevgi, bir yuva; ama lütfen bana bir iyilik yap ve domuzlarımı yeme' derse, bu benim için yeterince iyi bir nedendir ve bu mesele konusunda tıbbi veya teolojik tartışmalara girme gereği duymam Allah diyor ki, 'Domuzlarımı yemeyin!' Bitti, o kadar! Aferin sana. Bu kadar. Hikâye burada biter.'
Sayfa 169
891 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.