Tarihçilerin bir yargısı vardır : Tarih ilimlerin anasıdır. Müslümanlar olarak bilim, kültür ve siyasetin de dinamiği olan tarih karşısında yeterli hassasiyeti gösterdiğimiz söylenemez. Günü yaşayalım, hali değerlendirelim diyoruz. Bunlar geçmişe kayıtsız kalmamızın mazeteti olamaz. Geçmişe önem vermek, daha hızlı sıçramak için geriye gerilmektir. Ciddi çıkışlar geçmişi ve geleceği ciddiye alan insanların işidir. Geçmiş de gelecek de hayat adını verdiğimiz bu yolun bir parçasıdır. Ciddi insanlar ise köksüz ve temelsiz bilgilerle değil, sağlam kaynaklara dayalı sağlıklı bilgilerle yetişir.
Batının en yeni maskaraliklarından biri olan "çevrecilik" gözbağcılığı icad edilmeden yüzyıllar önce müslümanlar çevreyi ve doğayı bir ilahi emanet bilmiş, dinleri bu emanetin korunmasını onlara "imandan bir şube" olarak öğretmişti.
" DEVRİM", "KURTULUŞ", "ÇAĞDAŞLIK", "LAİKLİK" vs. adlarını verdikleri bu akide soykırımı sonunda Allah'ını, peygamberini, kitabını, dinini ve imanını elinden aldıkları bu topraklarının insanlarına kendilerini "ilah" olarak takdim etmişlerdir.
Biliyorlardı ki "la ilahe illallah" bir hayat biçimi , bir dünya görüşü, bütüncül bir nizamın anahtarıydı. Onu söylemek uzun bir listenin altına imza atmak demekti. La ilahe illallah'la her şey bitmiyor, aksine her şey onunla başlıyordu. İşte bütün bunları biliyorlardı.