Asli vatan olan Hakk indindeki vatana olan hasret ve sevgi ise hakiki tmândır. Hakk'a ulaşmanın, vatan-ı aslinin hakiki kokula- rını almanın, Hakk'a yakın olmanın, O'nun hakikatlerini anlama- nın ve böylece kurbiyete -yakınlığa ermenin kurb-u ferâiz ve kurb-u nevâfil diye isimlendirilen iki ana yolu vardır. Birincisi;
insanların yükümlü oldukları görevleri yerine getirmeleri, yâni farzları edâ etmeleridir. Bu, insanı Allah'a yakınlaştıran, hakikatleri öğreten yollardan biridir. Ancak, yetmez. Çünkü, yükümlü olu- nan ibâdetleri yerine getirmek, kulu çukur olmaktan kurtarır, bir yükseklik kazandırmaz. Gerçi zemin çukurdan yüksektir ama, gâye daha da yükselmek olmalıdır. Bir büyük tasavvufi kişilik, Niyâzi-i Mısri Hazretleri bunu şöyle dile getiriyor:
Savm ü salât ü hac ile sanma zâhit biter işin,
“İnsân-ı kâmil olmaya lâzım olan irfân imiş.
İrfân kazanmanın yolu ve böylece Hakk'a daha yakın olmanın bir sonraki basamağı ise kurb-u nevâfildir. Yâni mükellef olunanlar kadarıyla iktifâ etmemek, yetinmemek, Hakk ile yakın olacak hareketleri çoğaltmaktır. Bunlar, namaz, oruç, sadaka gibi ibâdetlerle sınırlı olmayıp, nâfile -faydalı- adı verilen ve yükümlü olmadığımızı zannettiğimiz, doğru davranış biçimlerine sâhip olabilmektir. Bütün bunlarda halka hizmet etmenin Hakk'a hizmet etmek mânâsına geldiği bilinci vardır. Yoksa keşiş gibi bir yere kapalı, insanlardan uzak bir yerde bir müddet oturmak ve hayatı orada ibâdetle geçirmek zannedilse de; ömrü, insanlara faydalı olmadan tamamlamak demek değildir.