Yeterince savunulabilmesi için özgürlüğün ve aynı zamanda özgür toplumun ne olduğunun iyi bilinmesi gereklidir. Özgürlükle bireysel sorumluluk arasında içiçe bir ilişki vardır. Hayek'e göre Özgürlük sorumsuzluk demek değildir. Özgür insanlar bireysel sorumluluğa inanmalıdırlar. Özgürlük hem bireyin tercih yapma imkanına ve yüküne sahip olması hem de eylemlerinin yol açacağı övgü ve kınamayı omuzlaması demektir. Özgürlükle sorumluluk birbirinden ayrılamaz. Oysa, hem bireysel sorumluluğa hem de bireysel özgürlüğe olan inanç birlikte zayıflamıştır. Bunda bilimin yanlış yorumlanmasının, bu yorumlardan türetilen historisizm ve determinizm tezlerinin önemli etkisi olmuştur. Özgür bir toplumda bireye genel, soyut, eşit kanunlar ve kurallarla tanınan ve korunan bir özel alan bırakılır, bireyin sınırları çerçevesinde tercihler yapabileceği bu alan aynı zamanda bireysel sorumluluk alanıdır. İkisi birden kavranılmadan özgürlüğün mahiyeti anlaşılamaz ve haliyle mahiyeti anlaşılmayan bir şey korunamaz.
Bireysel özgürlüğün hem fiili olarak ilk defa geliştiği, hem de felsefi açıdan ilk olarak en fazla işlendiği ülkenin İngiltere olduğu kesindir. Ne var ki, bu ülkede 19. yüzyılın da 18. yüzyıl kadar parlak geçtiğini söylemek zordur. İngiltere'nin 19. yüzyılda önceki yüzyıllardaki kazanımlarının bazılarını korumasına rağmen, bu asırda özgürlüğe ve özgürlükçü teori ve pratiğe en büyük katkılar Atlantik Okyanusu'nun öte tarafından, Amerika' dan gelmiştir.
Genellikle. kabul edilen bir görüşe göre refah devletleri bir devletin kanun hakimiyetini zedelemeden sosyal ve ekonomik hayata "pozitif' müdahalelerde bulunabileceğini ispatlamıştır. Bu doğru değildir. Orta Avrupa'dan Batı'ya doğru, Büyük Okyanus'un doğu yakasına kadar bütün refah devleti uygulamaları kanun hakimiyetini zayıflatmıştır.
Kanun hakimiyetinin ilahi güçlerin koruması altında olduğu sanılmamalıdır. Bir kere kanun hak imiyetini ihlali yoluna girilince nerede durulacağının garantisi de yoktur.
Noktanın totaliterizimle konulması ihtimali her zaman vardır, var olmuştur. Bu tehlikeyi ilk ve en iyi gören kişi Hayek'tir. The Road to Serfdom'ın tesirli çıkışından (1944) ölümüne kadar (1992) düşünür bu hayati meseleyi her yönüyle ortaya koymaya ve aydınları uyarmaya çalışmıştır.
Hayek özgürlüğün bu şekilde anlaşılmasının yol açabileceği bazı karışıklıklara işaret etmektedir. Bunlardan biri özgürlüğün zenginlikle özdeşleştirilmesi ve özgürlük kelimesinin taşıdığı cazibenin servetin yeniden dağıtılması talebini desteklemek için kullanılabilmesidir. Hem zenginliğin hem de özgürlüğün insanların çqğu tarafından istenen iyi şeyler olduğu ve insanın istediği şeylere ulaşmak için her ikisine de ihtiyacı olduğu açıktır ama, yine de bu ikisi birbirinden farklıdır. Bir insanın kendi kendisinin efendisi olması ve kendi tercihini izleyebilmesiyle onun yapabileceği tercihlerin sayısının çok fazla veya pek az olması birbirinden tamamiyle farklı şeylerdir. Lüks içinde fakat kralın emri altında yaşayan bir saray mensubu, fakir bir köylüden veya el sanatçısından çok daha az özgür ve kendi hayatını yaşamaya, kendi tercihlerini yapmaya çok daha az muktedir olabilir.
Düşünce tarihine baştan sona göz gezdirildiğinde, fikir adamlarının bir sosyal düzenin temellerini iki yerde aradığı görülmektedir: İçgüdülerde veya akılda. İlk insan toplumlarının içgüdülere dayanan toplumlar olduğu açıktır Hayek'e göre. Bu toplumlar her şeyden önce nüfus olarak çok dardılar ve sınırlı bir mekanda yaşarlardı. Homo sapiens'lerin biyolojik yapısının oluştuğu ve belki milyonlarca yıl süren bu dönemde ilk atalarının geliştiği küçük topluluklarda yaşamaya alıştı insanlar. Bu gruplardaki insanların genetik olarak aldıkları özellikler onları işbirliğine itmekteydi. Grup dardı, üyeleri biribirlerini bilen ve biribirlerine güvenmek zorunda olan kimselerdi. "İlkel" sıfatıyla va sınıflandırabileceğimiz bu grubun üyeleri somut, çevrelerinden kaynaklanan bir ortak amaçlar hiyerarşisi ve yine aynı özelliklere sahip bir tehlikeler ve fırsatlar algılaması tarafından yönlendirilmekteydi. Tabii ki, başlıca gayretleri yiyecek ve sığınak temin etmekti. Dayanışma ve altruizm duygularına dayanan grup hayatı esastı ve bu duygular her grubun kendisi için geçerli olup diğer grupları kapsamazdı. Bu grupların üyeleri ancak ve ancak grup içinde varolabilirlerdi, tecrit edildikleri vakit hayatlarını sürdüremezlerdi. Bundan dolayı, Hayek'e göre, Hobbes'un tasvir ettiği ilkel bireycilik bir hayaldir, barbar (vahşi) adam hiçbir zaman münferit olmamıştır. Onun içgüdüleri kollektivisttir ve hiçbir zaman "herkesin herkesle savaştığı" bir durum yaşanmamıştır.