Genellikle. kabul edilen bir görüşe göre refah devletle­ri bir devletin kanun hakimiyetini zedelemeden sosyal ve ekonomik hayata "pozitif' müdahalelerde bulunabileceğini ispatlamıştır. Bu doğru değildir. Orta Avrupa'dan Batı'ya doğru, Büyük Okyanus'un doğu yakasına kadar bütün refah devleti uygulamaları kanun haki­miyetini zayıflatmıştır. Kanun hakimiyetinin ilahi güçlerin koruması altında olduğu sanılmamalıdır. Bir kere kanun hak imiyetini ihlali yoluna girilince nerede durulacağının garantisi de yoktur. Noktanın totaliterizimle konulması ihtimali her zaman vardır, var olmuştur. Bu tehlikeyi ilk ve en iyi gören kişi Hayek'tir. The Road to Serfdom'ın tesirli çıkışından (1944) ölümüne kadar (1992) düşü­nür bu hayati meseleyi her yönüyle ortaya koymaya ve aydınları uyarmaya çalışmıştır.
Mill'e göre birey özgür olmalıdır ve bireye, eylemleri başka birini etkilemediği sürece, hiç kimse tarafından müdahale edilmemelidir. Lakin, Hayek'in de dediği gibi, başka birini etkilemeyen bir eylem neredeyse mümkün değildir. O bakım­ dan Hayek'e göre önemli olan herkesin aynı genel kurallara tabi olmasıdır. Soyut eşit, genel kuralların da teorik olarak Hayek'in müsamaha gösterdiği sınırları aşması ve özgürlükleri kısıtlayıcı olması mümkündür. Bu hususa ileride yeniden dönülecektir.
Reklam
Hayek' in "zorlama" ile kastettiği, bir kimsenin çevresinin, güç sahibi başka biri tarafından, o bireyi daha büyük bir kötülükten ka­ çındırmak için, kendi kendisinin bağdaşık (coherent) plannına göre davranmak yerine, gücü kullanan kimsenin amaçlarına hizmet et­meye zorlayacak biçimde kontrol edilmesidir. Böyle bir durumda kişi kendi bilgi ve zekasını kullanmaya veya kendi amaçlarını ve inançlarını izlemeye muktedir değildir. Zorlama kötü bir şeydir, zira bireyi düşünen ve değerlendiren bir varlık olmaktan çıkarır ve onu başka birinin am açlarının elde edilmesinde kullanılacak basit bir araç durumuna düşürür. Bir kimsenin kendi bilgisinin belirlediği­ gösterdiği araçlarla bizzat kendi amaçlarını izleyeceği özgür eylem başka biri tarafından keyfi biçimde şekillendirilemeyecek ayrıntılara dayanır. Özgür eylemin olabilmesi için, bireyin bilinen bir özel alanının olması ve bu alanın şartlarının başka biri tarafından bireye yalnızca o kişi tarafından öngörülen seçimi bırakacak biçimde şe­killendirilememesi gerekmektedir.
Gündelik dilde bir ülkenin bağımsız olması ile özgür olması her zaman birbirine karıştırılmakta ve ge­nellikle birincisi ikincisinin yerine kullanılmaktadır. Bağımsız ülkelerin otomatikman özgür de oldukları var sayılmaktadır. Oysa, bağımsızlıkla özgürlük arasında zorunlu bir ilişki yoktur. Bağımsız fakat özgür olmayan pekçok ülke vardır. Bu karışıklığın nedeni, özgürlük kavramının bireyler yerine kollektif bütünlere uygulanmak istenmesidir. Bu durum en belirgin biçimde bir halkım yabancı bo­yunduruğundan kurtulma ve kendi kaderini belirleme hakkından söz ettiğimiz vakit ortaya çıkar.Böylece "özgürlük" kelimesi bir bütün olarak bir halk üzerinde özellikle yabancıların zorlamasının olma­ması, var olan zorlamaların kalkması anlamına gelir. Bireysel öz­gürlüğe inanan kimselerin milletlerin bağmsızlık anlamındaki öz­gürlük mücadelesine sempati duymaması beklenemez. Fakat, bir­ birlerine benzetilmelerine rağmen, özgürlük ile bağımsıziık·aynı şey değildir ve bağımsızlık mücadelelerinin kaçınılmaz olarak özgürlü­ğü pekiştirmesi, desteklemesi de umut edilemez.
Kendi ülkemizdeki gözlemlerimizden de anladığımız üzere, ba­ğımsız çalışan, kendi işinin patronu olan kimseler sosyal adalet çağ­rısını ya hiç yapmayan, ya da çok az yapan insanlardır. Çünkü bun­lar kazançlarının kendi bilgilerine, becerilerine ve biraz da şansları­na dayandığını bilmektedirler. Özel hayatlarıyla iş hayatları içiçedir. Risk alırlar. Verilmeye değil kazanmaya alışıktırlar. Bu bakımdan bir ülkede çalışan insanların ne kadar fazlası kendi işinde çalışıyorsa özgürlüğün korunması da o kadar kolaydır. Herkesin ücretli memur veya işçiye dönüştüğü yerlerde özgürlüğü korumanın ya imkansız ya da çok güç olduğunu muhteşem deneyler kanıtlamış bulunmakta­dır.
Sayfa 190
Hayek'e göre özgür bir toplumda sosyal adalet kavramı boş ve anlamsızdır. Bu birçok kimseye çok şaşırtıcı, hatta dehşet verici gelebilir. Fakat insanların hayatlarındaki (kaderlerindeki) hiçbir insanın sorumluluğunda olmayan farklılıkları adaletsizlik olarak adlandırmak gülünçtür. Bir ailenin durumu gittikçe iyileşirken başka bir ailenin felaketlerle karşı karşıya gelmesi; aynı meziyetlere sahip ve aynı gayreti gösteren kimselerden bazıları başarısızlığa düşerken bazılarının büyük başarılara ulaşması; çocuklarını meslek sahibi, mükemmel bir bilim adamı olarak yetiştirmek isteyen ailelerin mu­vaffak olamaması hep insanı üzecek durumlardır, ama bunları adaletsizlik diye adlandırmak yanlıştır. Aynı şekilde özgür bir toplumda maddi şeylerin dağılımında da hoşumuza gitmeyen durumlar olabi­lir. Özellikle kendi açımızdan gelirimizden şikayetçi isek bize "a­daletsizlik" yapıldığını söylerken, genellikle birini değil toplumu şikayet etmekteyizdir. Bu yönüyle toplum beklentilerimizin yerine gelmemesinden sorumlu tutacağımız yeni bir kutsallık öznesi ol­muştur adeta.
Sayfa 181
Reklam
29 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.