İlk kitapta ağladığım kadar ağladım mı? Evet. Uzun zamandan beri bir kitap beni bu kadar duygulandırmamıştı.
Serinin ilk kitabı olan “Şeker Portakalı”nı okuyalı 4 yıl oluyor. Ama Zeze’yi o kadar özlemişim ki. Sanki ilk kitabı okuyalı birkaç gün oluyor gibi hissettirdi.
İlk kitabı okuduğumda çocuktum, şimdiyse bir yetişkinim. İlk kitabı okurken aldığım hazzın çok daha fazlasını aldım bu kitaptan; çünkü Zeze gibi hayalleri olan, altın yürekli bir çocuk değilim artık. O yüzden bir çocuğun, hele de hayalperest bir çocuğun gözünden dünyayı okumak ilaç gibi geldi bana.
Geçmiş kitabın travmaları devam ediyordu bu kitapta da, hele de Zeze’nin, daha 11 yaşındaki bir çocuğun ağzından çıkan sözler mahvetti beni. Geçmişi yüzünden kendini sevilmeye layık görmeyen, korkak, hep terk edilecek bir çocuk Zeze. Ama öyle bir çocuk ki, maceradan maceraya atlarken okuru bile nefes nefese bırakan, heyecanla sayfaları çevirmeme yol açan bir çocuk. Altın kalpli çocuk. Göğsünde güneş taşıyan çocuk.
Zeze ile birlikte büyürken, özlediğim çocukluğumu yaşarken, bir anda büyüdük. Hayallerin yerini gerçeklerin almasını okudum. Hep böyle olmaz mı?
Çocukluk travmaları, maceraları, hayalleri ile dolu bir kitaptı, en az ilki kadar. Yine de sonu açıkçası beni çok ağlattı; çok duygulandırdı.
Çok vakit kaybetmeden üçüncü kitabı da okumaya başlamış olurum.
Hepimizin kalplerinde yaşayan yaşlı cururu kurbağalarına selam olsun.
Keyifli okumalar dilerim.