Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Duyduğum (sabahları altıda, karanlıkta, hala yan uyur vaziyetteyken) bir fabrika sirenine dev bir balığın sonuna kadar açık ağzının bir görüntüsü eşlik ediyor. İşitsel bir izlenimin dolaysız kendiliğindenliğini görsel bir im­geyle takip etmek isterdim. Muhtemelen radar sorununu araştırmaktan da­ha verimli olurdu bu. İç duyularımızı bir anlığına da olsa görebilme imkanı sunardı. Kilise çanları yerine sadece fabrika sirenlerini işiten insanların ki­liselerde tapılan Tanrı'ya inandıkları zannediliyor. Demir sertliğinde bir Molok'a inanmaları daha muhtemel halbuki.
Sayfa 229Kitabı okudu
Güçlüler en çok ken­di başlarınayken güçlü oluyorlar.
Sayfa 211Kitabı okudu
Reklam
İnsanlar iyilik yapmaya zor­landıkları ölçüde iyilik, kötülük yapmalarını hiçbir güç engelleme­diği sürece kötülük yaparlar.
Sayfa 150Kitabı okudu
Gelecekte dünya muazzam boyutlu bir kavşak olacaktır. Yeryüzü doğa yasaları doğrultusunda çeşitli dönüşümlerden geçmiştir. Şimdi de kurucu, bilinçli, ama böyle olduğu için asliliğine halel gelmeyen bir yasa doğrultu­sunda yeni bir dönüşümden geçmektedir. Yok olup gitmekte olan eski formlar için yas tutmak, Nuh Nebi'den kalma birinin tarihöncesi koşulların ortadan kalkmasından acı duymasına benzetilebilir.
Sayfa 147Kitabı okudu
Aşın iyilik yüzünden kötü olmamalı: Hiç kızmayan birinin payına dü­şen şeydir bu. Bu duyarsız tipler insan (persona) denmeyi pek de hak et­mezler. İçinde bulundukları durum her zaman miskinlikten kaynaklanmaz, aksine beceriksizlikten kaynaklanır. Duyarlılık, uygun vesile olduğunda, bir kişilik eylemidir: Kuşlar korkulukla genellikle alay eder.
Sayfa 136Kitabı okudu
Acı ve üzüntü çeken ilkel denen insan yüksek sesle yakınır, elbiselerini yırtar ve kendi eliyle kendisini yaralar; bütün bunları günümüz insanının sessiz kalıp, koluna yas kurdelasını takarak işine gücüne koyulduğu du­rumlardan esasen farksız durumlarda yapar.
Sayfa 119Kitabı okudu
Reklam
Plessner kamunun geri kalanını karan­lık ezilme şemasına havale eder: Çoğunluk bilinçsiz kalır; hizmet etmelerinin nedeni de budur.
Gülünç duruma düşme korkusu "ilkel halklar" arasındaki en önemli istikrar sağlayıcı etkenlerden biridir; kurum­ların kalıcılığını garanti eden şeydir.
Nerede narsisizm hakkında bir sürü gürültü çıkarıyorsa, der Leon Wurmser, orada utanç her zaman sessizce yerini almıştır. Soru şudur: Bireylerin kamusal arenaya, bu ataerkil mekana gir­mek için neden uygun silahlarla donanmış olmaları gerekiyordur? Plessner bu soruyu imrendirici bir netlikle cevaplar: Ruh kendini ne zaman çıplak olarak ortaya koysa, der, gülünç görünme riskine girer. Riski seven bir insanın bile göze almaması gereken bir risktir bu işte. Çünkü işin ucunda haysiyet vardır ve haysiyet ancak zırh kuşanarak teminat altına alınabilir. Bu argüman şaibeli bir biçimde eril narsisizmin maske takmış halini andırır. Ama Plessner zaten maske takmayı kamusal alandaki hayatın özü olarak görüp benimsemektedir; narsisizm egonun başkalarının aynasındaki yan­sımasının farkında oluşunun zorunlu ve karşılıklı bir unsurudur. Plessner kendisi ile dışavurumcu gençlik hareketi arasına bir sınır çekerek kendi erilliğini pekiştirir. Ve bu zarif yan çizme hamleleriy­le, kaybedilmiş savaşın yarattığı bozgunla kendisi arasına da mesa­fe koymuş olur.
1924 'teki antropolojisinin ilkeleri şöyle özetlenebilir: İnsan do­ğası gereği yapaydır. Dünyaya ayrıksı, egzantrik bir konumda gelir ve yaşayabilmesi için etrafındaki kültürel bağlamda bulabileceği ikinci bir doğanın yapaylığına muhtaçtır. Tarih, insanların sürekli olarak nesnel yapılar geliştirmekle meşgul oldukları ve bu yapıları kendi varoluşlarının mecrası ve ölçüsü olarak ibraz ettikleri bir sü­reç haline gelir. İnsan varoluşunun yapay koşul ve biçimlerinin bu şekilde tanınmasının antropolojinin gelişimi konusunda çok geniş kapsamlı etkileri olacaktır; Amold Gehlen sonraları kendi kurumlar kuramını insanların doğası gereği kültürel varlıklar oldukları ilkesi üzerine kuracaktır.
Reklam
Şiddet dolu bir dünyada temel hak, -mış gibi yapma hakkıdır. "Açıkyüreklilik", dışavurumculukla geçen onyılın sonunda nihayet öğrenildiği gibi, şaşmaz bir kendi kendini teslim etme emaresidir.
Zaman kökeninden uzaklaşmıştır. İnsanın yaşamak istediği gibi değil de yaşayabileceği gibi yaşamasından başka yapacak bir şey kalmamıştır. Kaderin bize bahşettiklerini bizden esirgediklerinden üstün görmek zorun­ludur.
Amold Bron­nen'in 1930'da dediği gibi, Savaşçı tabiatları bunun hırs, meydan okumaya düşkünlük, tamahkar tacirlik ve ölümü küçümseme gibi bütün mutasyonlarını kucaklayan Al­manlar trafikte, öncelikle, savaşa benzer bir durum görür. Ve şöyle devam eder: Almanlar metroya ve tramvaylara sanki bunlar cepheye giden nakliye trenleriymiş gibi binerler. Anında misillemede bulunabilmek için yoldan geçen herkeste şüpheli düşmanlık emareleri ararlar.
"Buz gibi soğuk" memur, geleneksel işçi sınıfı kültürünün "sıcaklı­ğı"nın karşıtı olarak öne çıkar; sıcaklığa muhtaç mahluk medeniye­tin "buzul" tiplerinin karşısında var olur. Karmaşık bir adam bir ka­dınlar galerisi içindeki kaçışı üzerinden betimlenir. Kıpır kıpır so­kak şairinin etrafı yerleşik sürülerle çevrilidir. Kutuplaştırma baskı­sı karakterleri, soğuk sistemin seyyar sakinleri ile hala dünyada ya­şayanlar arasında, ayırma sanatının uygulayıcıları ile kendi varlık­larına gömülmüş diğerleri arasında, arayış halindeki "centilmenler" ile [hayatlarına] sıkı sıkıya tutunan masumlar arasında böler. Yeni nesnellik sanatçılarının bir araya getirdiği insan imgeleri cephanesi karşıtlıkla yaşar: Bir yanda cam - diğer yanda kan. Bir yanda yorgunluk - diğer yanda kayakçının tepeden tepeye atlaması. Bir yanda arkaik olan - diğer yanda şapkası Bond Street'ten, inci kravat iğnesi rue de la Paix 'den, çağdaş olan.
Tarihsel sürecin diyalektiğine güvenen insanlar, olayların seyri bozulup işlevsel "sistem" ile rasgele anarşiden oluşan manasız bir bulamaca dönüştüğü zaman dehşete kapıldıklarını görürler.
22 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.