Kelebeğin ömrü
Gülseren Hanım, Dr. Nüvit Hanım bir hasta gönderdi, "mümkünse hemen alıverin," diye rica etti. Şimdi onu gönderiyorum. Tamam Tuna, bekliyorum. Kapı vuruluyor ve içeri üç hanım giriyor. İkisinin ağlamaktan gözleri kızarmış. Biri ise şaşkın şaşkın etrafına bakınıyor. En yaşlı olan, elime bir kâğıt uzatıyor. Nüvit Hanım'ın bana
"İnsanlık çok tuhaf. Gülmüyorsak ya ağlıyoruz ya da canımızı kurtarmak için canavarlardan kaçıyoruz. Hem gerçek canavar olmalarına bile gerek yok. Kafamızda uydurduklarımız bile olabiliyor. Sence de tuhaf değil mi?" "Sanırım. Ama diğer türlü olmaktansa böyle olmayı tercih ederim." "Hangi türlü?" "Hiçbir şey hissetmeyen."
Sayfa 160Kitabı okudu
Reklam
Embriyo rahme yerleştikten sonra plasenta rahim duvarına trofoblast adı verilen hücreler gönderir. Bu trofoblastlar annenin rahmindeki damarlara saldırarak büyüyen fetüs için daha fazla besin almaya çalışır. Annenin bagişıklık sistemi de doğal olarak bu trofoblastları öldürmeye çalışır ve çoğunlukla da başarılı olur. Fakat insan plasentası, annenin savunmasını alt etmenin bazı sinsice yollarını bulacak şekilde evrimleşmiştir. 2011 yılında Hayfa, İsrail'deki bir grup araştrmacı, on dördüncü haftadan önce sonlandırilmış normal gebeliklerdeki plasentaları inceledi. Bunlar genç, aktif plasentalardı. Bilim insanları ilk olarak plasentalarda farklı yoğunluklarda PP13 olup olmadığına bakmak istiyordu. Ama tuhaf bir şey fark ettiler. Annenin rahim duvarındaki toplardamarlarının etrafında -atardamar degil, toplardamar- nekrotik dokular buldular: Yani ölü ve ölmekte olan hücreler. Hem de hiç az değillerdi. Çok fazlaydılar. Toplardamarlar vücuttaki atıkları taşır. Plasenta ise kendisine daha fazla besin gelmesini ister ve bu işi de atardamarlar yapar. Peki, öyleyse neden atardamarların değil de toplardamarların etrafında bir savaş yaşanıyordu? Tek bir cevabı var: Dikkat dağıtmak Diyelim ki bir banka soyacağız ama bankayı soymadan önce birkaç sokak ötedeki bakkalı soyuyoruz ki polisin dikkati dağılsın.
İlk kez tam öğle vakti buraya geldiğimde kendimi çok tuhaf hissettiğimi hâlâ anımsıyorum; buranın hem mutluluk, hem de hüzün veren bir yer olacağını çok hafif de olsa sezmiştim.
SALİH - Namı diğer Parmaksız Salih. ALİ - Niçin Parmaksız Salih? SALİH-(Şehadet parmağı kesik olan sağ elini gösterir.) Bir zamanlar zar tutmayı öğrenmiştik. Binlerce, onbinlerce lira kazandık. Bir gün bir dolama çıktı parmağımızda... Geçti amma, parmağımıza da tuhaf bir şeyler oldu. Artık bir daha zar tutamadık. Bütün paramızı kaybettik. Biz de vurduk satırı üstüne. Yara kangrene çevirdi, kestiler! YUSUF-İlk defa öğreniyorum! Müthiş! SALİH- (Gözleri, parmaksız elinde) Bakın siz, Yaradanın işine! Sen misin zar tutan, zara güvenen; bir sivilceyle parmağından o hüneri alayım da gör! Yarın, öldüğü zaman, Haddehaneli Salih'in cenazesini kumarbazlar kaldıracak... İâneyle... ALİ İyi, amma, siz hem kumarhane işletiyor, hem de kumar hakkında iyi propaganda yapmıyorsunuz! SALİH - Aman efendim, bunları bilmeyene kumarbaz mı denir? Kumarbaz, vücudunu çeken bataklığı herkesten iyi bilir, amma yine batar. Mahkûmdur. Bile bile lâdes! YUSUF - Çok doğru söylüyor. Salih Bey mert adamdır. Onun tabiriyle söyliyeyim, harbi konuşur.
Nurullah Ataç, yolda yürürken beyitler okurdu kendi kendine; sevdiği, seçtiği Divan beyitlerini yazmıştı bir deftere, "O koca koca divanlarda güzel beyit azdır, ama aramaya değer" derdi. Sonra ben de öyle bir defter tutmaya kalktım, ama sürdüremedim, bıraktım gitti. O şiir, Divan şiiri, gittikçe unutuluyor, genç ozanlarımız onun tadını
Reklam
1,000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.