1990'ların başında bir akşamüstü, henüz yirmili yaşlarımın ortalarındaydım, Kahire metrosunda kadın vagonuna oturdum. En sevdiğim eteklerimden birini giymiştim: Kahverengi fon üzerinde canlı kırmızı ve yeşil renklerde çiçekler vardı, üzerime de eteğimle uyumlu kahverengi bir bluz giymiş, kırmızı süslemeleri olan bej bir başörtüsü takmıştım. (…)
Peçeli bir kadın benimle konuşmaya başladı. "Neden peçe takmıyorsun?" diye sordu. Sorusu ürperticiydi; yüzü ve bireyi görünmez kıldığı için peçeyi hep dehşet verici bulmuştum.
"Giydiğim şey yeterli değil mi?" diye sordum kadına.
"Eğer bir şeker yemek istesen, ambalajlı olanı mı, açık olanı mı tercih ederdin?" diye sordu peçeli kadın.
"Ben bir kadınım, şeker değil," diye yanıtladım.