Oscar Wilde diyince herkes "Mutlu Prens" isimli çocuk kitabını bilir yani ben öyle biliyordum ama sansasyonel özelliklere sahip "Dorian Gray'in Portresi" isimli kitabı da çok meşhurmuş ve biz de kitap kulübümüzün bu ayı için bu kitabı okuduk.
Kitap eşcinsellik özelliklere sahip olduğu için sansürlü bir şekilde karşımıza çıkıyor Can Yayınları'nda. Sansürlü okuduğum için eşcinsel ögeler pek yok o kısımla ilgili yorum yapamayacağım.
Kitapta Basil isimli bir ressamın Dorian Gray isimli aşırı yakışıklı, kusursuz bir adamın portresini yapması ve yakın dostu Lord Henry'nin Dorian ile tanışması üzerine başlıyor. Bu üçlü insandaki id, ego, süperego üçlüsünü temsil ediyor gibi geldi. Basil süperego,Henry id, Dorian ikisi arasında sıkışıp kalmış biri... Henry'nin etkisiyle hazzı, güzelliği, gençliği kutsallaştıran Dorian kendi portresini kıskanır ve dileyecek başka bir şey yokmuş gibi " Ben hep genç kalsam benim yerime portrem yaşlansa, bunun uğruna şeytana ruhumu bile satarım." der ve dileği gerçekleşir. Bundan sonra Dorian genç kalmakla birlikte ruhu satılık olduğu için hep kötü şeyler yapar, bu kötülüğün izleri de portresine yansır her geçen gün.
Kitabı sevdim gibi de ama çok da yer etmedi bende. Anlamlandıramadığım duygular besliyorum bu kitaba.
Kitap ölmek isteyen Veronika'nın intihar etmesi fakat intiharının başarılı olamaması ve akıl hastanesine yatırılması ile başlar. Veronika intihara başarılı olamaz fakat kullandığı intihar hapları yüzünden bir kalp hastalığı olduğu ve sadece 1 hafta ömrünün kaldığı öğrenilir.
Kitapta Veronika ile birlikte başka hastalar da anlatılır: Mari,
Üzüldüm biraz ağladım ama başka düşüncelerim var onları eyleme geçirmek oldurmaya çalışmak yani yine bir savaş bir mücadele hayat bundan ibaret mi hep savaşmak zorunda mı
Bundan 100 sene sonra burada bulunan hiçbirimiz kalmayacak.
Bizden sonrakiler "Ahhhh ah! Buralar eskiden hep dutluk idi" diyecek :)
Belki de ruhumuz şöyle seslenir:
"Baki kalan şu kubbede, geride kalan hoş bir sâdâ imiş..."
Çocuk sorabilir: "Dünyanın hikâyesi ne ?" Yetişkin bir adam veya kadın merak edebilir: "Dünya nereye gidecek? Sonu nasıl bitecek, bu arada ,yeri gelmişken hikaye neydi?"
Ben dünyanın bir, tek hikayesi olduğuna inanıyorum; bu hikaye bizleri öyle korkutmuş ve esinlemistir ki, bir Pearl White dizisinin içindeymişçesine hep düşünüp merak ederek yaşarız. İnsanoğlu hayatında, düşüncesinde, açlığında ve hırsında ,cimriliğinde ve zalimliğinde bir iyilik-kötülük ağıyla kıskıvrak sarılmıştır. Bence tek hikayemiz budur ve aynı hikaye bütün duygu ve akıl düzeylerinde tekrarlanır. Erdem ve kötülük ilk bilincimizin atkısıyla çözgüsüydü, son bilincimizin de kumaşı olacak; üstelik kıra, ırmak ve dağlara, iktisat ve terbiyeye dayatabileceğimiz bütun değişikliklere rağmen. Bundan başka hikaye yoktur. Her adam, hayatın tozuyla toprağını üstünden silkeledikten sonra geriye sadece en zor ve açık seçik sorular kalacaktır: İyi miydi, kötü müydü? İyi mi yaptım kötü mü?
Bu seriyi bu kadar geç okuduğum için kendime çok kızgınım öncelikle. Hep kenarda bekliyordu ama hiç cesaret edemedim, kitapların kalınlığından ya da gireceğim dünyadan korktum belki, emin değilim.
Sonuç olarak bir yanım Velaris'te kaldı...
Seri olarak yorum yapacağım, Dikenler ve Güller maalesef diğer iki kitabın gölgesinde kalıyor, kitap
Şu ya da bu olduğu, sana şundan ya da bundan söz açtığı için değil, seni sevdiği ve hep sana döndüğü, ona ne kadar kötü davranırsan davran, bir köpek gibi sürekli geri döndüğü için birini sevmek ... "
Baştan başa insancıl bir Hristiyanlık anlatısıyla örülü, gizem ve korku öğelerinin öyküyü sürüklediği ve aynı zamanda belki de edebiyat tarihindeki en sağlam ve hayranlık uyandırıcı karakterlerden birini, Jane Eyre'i bize tanıtmış olan harika bir roman.
Evet, evet tesadüf öğeleri günümüz anlayışımıza göre dalga geçilecek kadar yapay. Zaten
Ben kendimi hakikatin yükü altina koymusum, bundan sonra benim icin neyin önemi var ki? Ben ates olmusum zaten beni ne yakarki? Yok olmusum, varliklar ne anlam ifade eder bana? Ne yasadigimi, nerede oldugumu bile bilmiyorum. Oyle salinip duruyorum iste bir saatin sarkaci nasıl sallanip duruyorsa oyle. Iddia ediyor beni anlicakmis. Beni anlaman icin olmen gerek. Gel hadi olelim. Olebilir misin. Olmusum zaten, benim sifatim yokki. Sen benim icimi bilebilir misin. Acilarimi bırakıyorum. Yildizlara dek. Evrenin her yanina. Her yeri kapliyor. Ve ofke. Gozlerim parliyor. Patliyor her sey. Paramparca dagiliyor. Insanlarin bir icerigi yokmus. Anlam yukleyip duran Ben kendimi de insan sanmisim. İnsan kuru bir dal gibi dusup gidiyor. Bir anlami yokmus. benim bir anlamim yokmus.. hep bosa bunca dusunxe bunca fikir ve bilgi. Bunca iyilik ve erdem istenci hepsi boşa. Guc istenci boşa. Lanet olsun.