Kitap temelde, Andrey Yefimıç ve İvan Dmitriç'in kişilikleri üzerinden, Salt akıl ile duygular (acı) arasındaki çatışmayı, bu çatışmada galip gelenin hangisi olacağını anlatmakta. Nitekim hikayenin sonunda galip gelenin kim olduğunu görüyoruz. Ancak bu iki karakterin kişiliklerinin geldiği noktaya, içinde yaşadıkları şartların sebep olduğunu da görüyoruz. Yaşadığı şartların ve olayların insanları derinden etkilediği ve belki de bambaşka kişiliklere büründürdüğü reddedilemez. Ancak bir noktada hepimiz aynı değil miyiz? Hepimiz işte burada, dünyadayız. Dünyada olmak başlı başına acı değil midir? Bu cümleleri duysa İvan Dmitriç'in küçümseyerek beni felsefe yapmakla suçlayacağını ve hiç acı çekmemiş biri olduğumu söyleyeceğini biliyorum. Yine de kendimi bu iki adamdan biriyle özdeşleştiremiyorum. Çünkü acıyı ve acının getirdiği çaresizliği, öfkeyi, tahammülsüzlüğü biliyorum ancak yine de acının bizi yönetmesinin kaçınılmaz olduğunu düşünmüyorum.
Kitaptaki akıl ve duygular arasındaki çatışma, Sokrates düşüncesindeki ruh ve beden çatışmasını anımsatmakta. Zira Sokrates'e göre acı ya da haz duyan tarafımız bedenimiz iken ruh, salt düşünen yanımız. Değerli olan ise beden değil ruh, dolayısıyla duygular değil akıl. Bu kadar keskin bir ayrım yapılabilir mi tartışılır ancak bu meselede ben aslolanın zihin/düşünme olduğundan yanayım.