Çünkü içimde bir düşmanla, sisle, geceyle, yolumu yitirme duygusuyla yaşıyorum.
Çünkü ıstırabı görüyorum ve hiçbir şey yapamıyorum. Çünkü eksikliği, boşluğu, başarısızlığı
görüyorum ve anlam veremiyorum.
Kimdir bizi böyle tersine çeviren
Her ne yapsak yolumuza çıkan birini andırırız?
Görünce son tepeden bir daha vadisini
Nasıl döner, duraklar, oyalanırsa –
Öyle yaşıyoruz işte
vedalaşıyoruz daima.
Hayatım boyunca olağanüstü
biçimde fiziksel tedirginlik çekmiştim; sürekli kaynayan zihnim yüzünden entelektüelin
durağanlığını asla olumlu bir nitelik olarak göremedim.
O “Asla!” sivri çakıllardan, çelikten, kırık camlardan, dikenli tellerden oluşuyordu. O
“Asla!” bir engeldi, bir silahtı, hayatını ebediyen koruma adına yerleştirilmiş bir barikattı.
Beden oluşmuştu ama kanatlar henüz kozanın nemiyle ağırlaşmış durumdaydı. O geçici
devinimsizliğin tutsağı olarak antenlerimin gücüne sahiptim.
Onlar, hayatımın en büyük armağanlarıydı; görülmeyeni görmeme, algılanması mümkün
olmayanı duymama onlar yardım ediyordu.
Sahip olmak anlamında hayat.
Yürüyüş anlamında hayat.
Eninde sonunda seçmek durumunda kaldığımız iki koşul budur. Bir erim belirlemek,
varmak ve orada kalmak ya da ilerlemek, aslında hiçbir yerin tam olarak doğru olmadığını
hissetmek; üzerimize oturan bir giysi bulmak ve ona bürünmek. Ama zamanla gelişiriz ve
giysi hep aynı kalır; bedenimizin değişim koşullarına uyum sağlar; böylece yavaş yavaş ve
amansızca bir zırha dönüşür.