Hayatımın en mutlu ânıymış, bilmiyordum. Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir, her şey de bambaşka gelişebilir miydi?
Evet, bunun hayatımın en mutlu ânı olduğunu anlayabilseydim, asla kaçırmazdım o mutluluğu..
Elini değdiğin her şey
Sesinin geçtiği her yer
Bir iyilik gibi huzur verecekti
Korku çıkıp gidecekti dünyamızdan
Kimse içindeki kötülüğe bakmayacaktı
İki mavi arasında, kıpkırmızı
Bir ateş topu olacaktı aşk
Düştüğü yere ömürler bağışlayan...
“İstersen onları toplayabilirsin, ama sakın sulama, şu küçük kaltakları, ölürler... Pek hassastırlar, bizlerin, Rambouillet’de asker çocuğu okullarında yetiştirdiğimiz ‘günebakanlara’ benzemezler! Onların üstüne işesen de olurdu!.. Her şeyi emip yutarlardı!.. Zaten, çiçek dediğin, insan gibidir... Ne kadar iriyse o kadar dangalaktır!” Bu elbette teğmen Grappa’ya bir göndermeydi, bedeni azman ve belalı, elleri kısacık, lal, korkunçtu. Asla hiçbir şey anlayamayacak olan eller. Zaten Grappa da bir şey anlamaya çalışmıyordu.
Evli kaldığım o hapislikte, sanki evde kürek mahkumuymuşum gibi geliyordu. Kendimi ortaokulda müdireden her an fırça yiyecekmiş gibi tetikte hissediyordum. Berbat bir şey ilişki. Herkes hak ettiğinden fazla şey istiyor. Ben de öyleyim ama kimseye yük olmuyorum. Bir şey istemiyorum kimseden.