"Ölmeden önce veda ederken, kendi yakınlarından en sevdiği şahıs olan Ananda' nın ağlamak için saklandığını öğrenmiş ve sevgi dolu bir sesle onu yanına çağırarak şunları söylemiştir: "Ey Ananda, böyle ağlayıp sızlama, umutsuzluğa kaptırma kendini. Sana daha öncede demedim mi? İnsanın sevdiği her şeyden, hayran olduğu her şeyden, bunların hepsinden ayrılması, yoksun kalması sıyrılması gerekir. Doğan, yaratılan elle yapılan, dolayısıyla geçici olan her şeyin yok olmaması mümkün müdür ey Ananda? Olur şey değildir bu."
İnsanı sadece biyolojik bir varlık olarak göremediğimiz, onun varoluşuna çeşitli yüce anlamlar yüklediğimiz için, gövdeden akan kanın, can denilen şeyi çekip almasını, dolayısıyla o kişinin "ölmüş” olmasını bir türlü kavrayamadığımızı düşünüyorum. Hayvanlar ölümü anlıyor ama insanlar anlayamıyor. Can denen şey, her türlü yaralanmaya, berelenmeye açık haldeki insan bedeninden bir saniyede çıkıp gidiveriyor ve insanlar bunun sonucunda aklını kaçıracak kadar sarsılıyorlar. "Tanrım, daha bir iki saat önce nasıl da canlıydı, nasıl da kahkahalar atıyordu, şimdi nasıl yok olabilir" diye tekrarlayıp duruyorlar. İnsanın algılama gücünü zorlayan bir durum bu. Hayatımıza, varoluşumuza yüklediğimiz hiçbir kavramla bağdaşmıyor. Sahiden her şey saçma mı, hayatın hiçbir anlamı yok mu? Bence öyle! Yok, hiçbir şey yok. İnsanın biyolojik fonksiyonlarına aşırı bir anlam yükleme çabası içindeyiz. Çünkü hiçlik zor geliyor.
Reklam
"... Değeri bilinmeyen her lütuf felakete dönüşüyor. Artık hayattan bir şey beklemiyorum. ... "
Sayfa 78 - TüccarKitabı okuyor
Hiçbir ölüm Son Peygamber'in ölümü kadar boşluk bırakmadı dünyada. Hiçbir ayrılık, yalnızlığı bu kadar büyütmedi. O'nu sevenler, O'ndan kalan her sözü ve hatırayı da sevdiler. Yalnızlıklarının derin mahfazalarına yerleştirdikleri bu emanetlerin üzerine titrediler hep. "Canından çok sevmek" onların hayatlarında bir söz değil, bir fiil olarak yer aldı. Bu yüzden hazinelerini aynen korumak istediler. Ona bir şey eklemenin ve ondan bir şey eksiltmenin, göğün rahmet kapılarını kapamasından korktular. Kabulü kabulleri, reddi redleriydi. Sağlığındayken huzuruna çıkardıkları meselelerini ölümünden sonra hadislerine götürdüler. Unuttukları bir şey hatırlatıldığı zaman geri adım atmada bir an bile tereddüt etmediler. Bütün zamanları kapsayan nurunda erittiler şüphelerini. Işığın kendi zamanlarına uzanan dallarına tutundular. Her şeyi söylemişti aslında. Biraz dikkat, biraz feraset, biraz basiret, tarihin altın çağına musallat olan bakırdan gölgeleri kovmaya yetecekti.
' Pek emin değilim ama tahminimce her şey var ve yokların içinde gizli. '
Sayfa 181 - İletişim YayınlarıKitabı okudu
Her şey gelip inceliklerde düğümleniyor.
Reklam
"Peki, hakaret ve tazminat davası?" "Bu ülkede en basit dava beş yıl sürüyor. Sonra bir de Yargıtay safhası var. Dosya birkaç yılda orada bekliyor. Eğer bozulursa her şey yeniden başlıyor. Beş on yıl sonra davayı kazansan ne olur kazanmazsan ne olur!" "Durum gerçekten bu kadar çaresiz mi?" "Evet!" dedi. "Ne yazık ki böyle. Hukuk sistemi tıkandı, işlemiyor. Bu yüzden, gel bu işlerden vazgeç. Yıpranırsın, üzülürsün..."
Sayfa 380 - Doğan KitabeviKitabı okudu
Her şey karman çorman olmuş. Yaşam ölümle, sadakatsizlik vefayla, kayıp kazançla, talihsizlik de mutlulukla iç içe geçmiş..
Madem güçlü her zaman haklıdır, öyleyse yapılacak şey, her zaman güçlü olmaya bakmaktır.
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.