İran'ın en kudretli Şahı Hüsrev Perviz'le evlenmişti. Tüm ülke yeni kraliçenin bir kafir olduğunu öğrenince isyan etti. Ama şah onu herkesi karşısına alacak kadar çok seviyordu. Ayrıca Hüsrev Perviz güçlü bir hükümdar olduğu kadar zeki bir adamdı da. Dünyevi güzelliğin ne derece geçici bir şey olduğunun bilincindeydi. Bu yüzden de sevdiği kadının güzel yüzü ve eşsiz vücudunun mermerden bir heykelini yapması için zamanın en tanınmış heykeltıraşı Ferhat'ı görevlendirdi. Genç sanatçı her gün kraliçenin cennete yaraşır güzelliğine bakarak çalışırken sonunda karşı konulmaz bir aşk ateşiyle yanmaya başladı. Nereye gitse, ne yapsa, gece gündüz demeden her yerde bu meleğimsi yüzü görür olmuştu. Sonunda tutkusuna daha fazla direnemedi. Heykel her geçen gün kraliçeye daha bir benziyor, heykeltıraşın ses tonu yüreğindeki fırtınayı ele veriyordu. Ve günün birinde şah da durumu fark etti. Büyük bir kıskançlıkla kılıcına davrandı ama Şirin kendisini heykeltıraşın önüne siper ederek adamı korudu. Yarattığı eserin yüzü suyu hürmetine de Hüsrev Perviz heykeltıraşın hayatını bağışladı ama onu onu ömrünün sonuna dek Bisütün Dağları'nda sürgüne gönderdi.
Bu toprakları işgal edenler, nasıl birtakım dinî gerekçe ve vaatlerle bize karşı savaşıyorlarsa, bize düşen misliyle onlara karşılık vermemizdir. Onlar Tevrat'a dayanarak bizimle savaşmaları halinde biz de Kur'an'a dayanıp onlarla savaşmalıyız. Onların referansı Talmut ise bizim de referansımız Buharî ve Müslim olacaktır. Onlar, "Bizim kutsal günümüz Cumartesi'dir" diyecek olurlarsa onlara, "Bizim de kutsal günümüz Cuma'dır" diyeceğiz. Onlar için önemli olan "Heykel" ise bizim için önemli olan "Aksa"dır. Şayet onlar, Yahudilik bayrağı altında birleşip bize karşı savaşırlarsa bizim de İslâm sancağı altında birleşip onlara karşı savaşacağımız muhakkaktır. Onlar, ordularına Musa ismini verecek olurlarsa biz de o vakit ordularımıza Musa, İsa ve Muhammed -Allah'ın salât ve selâmı üzerilerine olsun- isimlerini vereceğiz. Zīra bizler Hz. Musa'ya (a.s) onlardan daha lâyık ve onda daha hak sahibiyiz.
Reklam
Yaratılış
Bir varmış, bir yokmuş, Tanrı'dan gayrı hiç kimse yokmuş, Ve Tanrı yalnızmış, Yer varmış, gök varmış, dağ, deniz, çöl, sahra, güneş, ay, yıldız, bulut, çiçek, bitki, hayvan... devler, periler... Ama Tanrı'yı tanıyacak, Tanrı'yı sevecek, Tanrı'yla konuşacak hiç kimse yokmuş... Tanrı'nın söyleyecek çok fazla sözü varmış,
Sayfa 65-68Kitabı okudu
Ruhum bir heykel gibi düşüp parçalanırdı Bu sesleri duyanlar gülüyorum sanırdı
250 syf.
8/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 24 hours
Kitap, ismi üzere 3 tane hikayeden oluşuyor. * İsa Flandre'da Bu hikaye zor hava koşullarında tekne ile yapılan bir deniz yolculuğunu konu ediyor. O kadar gerçekçi bir anlatım var ki o fırtına içinde ki yolculuğu, deniz de oluşan dev dalgaları sizde hissediyordunuz. Bu teknenin yolcuları tıpkı hayatın içinde olduğu gibi zengin, fakir, yaşlı, genç, çocuk, kadın, anne, erkek, doktor, "yabancı", sivil, asker gibi insanlığın farklı temsilcilerinden oluşuyor. Yolculukları sırasında çıkan fırtınada bu yolcular iç hesaplaşmalarını yapmaya başlıyorlar. Bu sırada bakın zengin yolcu ne yapıyor: "Burjuva, altın torbalarının üstüne diz çökmüş yalvarıyordu: Anvers'de bulunan kurtarıcı Meryem ana, beni bu badireden kurtarırsanız, size bin liralık mum ve bir altın heykel adıyorum." Sayfa 13 * Dinsizin Ayini Bir cerrah olan ve inançsız bilinen Desplein'in hikayesini anlatıyor. Hikayenin yıldızı ise bir yan karakter olan Bourgeat. Desplein'in onun hakkında ki sözü: "Bourgeat'daki imanın gelip şu kafacığıma yerleşebilmesi için bütün servetimi verirdim." Sayfa 69 * El Verdugo (Cellat) Diğer iki hikaye kadar ilgimi çekmedi. Bir Fransız subayı ve asilzade bir İspanyol ailesinin trajik hikayesi. İlk iki hikaye nedeniyle eseri tavsiye ederim. Herkese faydalı okumalar dilerim.
Üç Hikaye
Üç HikayeHonore de Balzac · M.E.B Yayınları · 194615 okunma
Ruhum bir heykel gibi düşüp parçalanırdı. Bu sesleri duyanlar gülüyorum sanırdı.
Reklam
Ruhum bir heykel gibi düşüp parçalandı. Bu sesleri duyanlar gülüyorum sandı.
Yzur, bilincini yitirmeksizin, acıyla kıvranmaya başladı. Sadece iç paralayıcı bir sonsuzluk ifadesiyle bana doğru döndüğünde hafifleyen mutlak bir yalnızlık, zayıf bir soluma, belli belirsiz bir nabız, kapalı gözlerine inen tatlı bir acı ve o bildik melez hüznüyle dolu yüzü.
Ancak hayvanlar başarabilir bunu...
Büyük yalnızlığımın içinde bir insanın boşluğunu dolduruvermişti.
Yavaş yavaş da olsa, kişiliğinde büyük bir değişim gerçekleşmişti. Yüz hatları daha az hareket ediyor, daha derinden bakıyor ve düşünceli tavırlar takınıyordu. Örneğin, yıldızları seyretme alışkanlığı edinmişti. Duyarlılığı da gittikçe artıyor, sık sık gözünden yaş geldiği görülüyordu.
Reklam
Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur. Bir millet ki resim yapmaz, heykel yapmaz, bir millet ki fennin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur
Mustafa Kemal Atatürk
Mustafa Kemal Atatürk
sabahattin ali’
Ruhum bir heykel gibi düşüp parçalanırdı. Bu sesleri duyanlar gülüyorum sanırdı.
Aslında bütün ilah tasvirleri -resim ya da heykel olsun-, varoluşa ve insana dair en derin hakikatlerin sembol ve alegorilerle anlatılışıdır. Dıştan bakanlar sıradan birer put, "içten" bakmayı öğrenenlerse onların bu ezoterik doğasını görecektir. Örneğin Kali'yi ele alalım. Bu kadim vedik tanrıçanın sembolik müphemliği daha
DÜŞENİN DOSTU VARDIR
İnsan dediğimiz varlık vücut denen "heykel"den ibaret değildir. Onu insan yapan ruhtur, yenik düşmemiş, yüksekteki yerini koruyabilen ruh. Ruh düşmüşse, insan da düşmüştür. İşte burada düşenin dostu vardır: ALLAH. Yeter ki O'nu bulsun insan.
(Denizde Fırtına Sırasında Teknede Bulunanlardan) Burjuva, altın torbalarının üstüne diz çökmüş yalvarıyordu: Anvers'de bulunan kurtarıcı Meryem ana, beni bu badireden kurtarırsanız, size bin liralık mum ve bir altın heykel adıyorum.
Sayfa 13 - Milli Eğitim Yayınları 1949 BaskısıKitabı okudu
1,500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.