Dönüşüm
En sonunda kendimi seçmem gerektiğini öğrendim. Üzüldüğümde, kırıldığımda, öfkelendiğimde ve canım yandığında bunu geç olmadan fark etmeyi öğrendim. Ağlayan birisine sarılmak ister gibi kendime sarılmak istemeyi, şefkat göstermeyi öğrendim. Kendimi seçmek etrafıma duvarlar örmek demek değil. Kendimi seçmek bir başkası için çabalamamak demek değil.
Sayfa 24 - Aysu Altaş
Spoiler!
"'Biliyor musun, tıpkı sana benzeyen bir kız daha vardı. O da dans etmekten hiç anlamazdı, aslında nefret ettiği için hiç öğrenmeyi denememişti.' 'Öyle mi?' Başını salladı. 'Pek ona göre şeyler değildi bunlar. Biraz farklıydı.' O kızı anlatırken ses tonu birden değişmiş, alçak ve olsa olsa özlem denilebilecek
Kent Kitap
Reklam
A.T: Hiç yabancı gelmedi bu tavırlar. Mesela Sovyetler Birliği'nde de aynı şey yapılmış. Sovyetler döneminde Beyaz Liste diye bir liste var, oraya girmezsen kitabını kimse basmıyor. Sonuçta faşizm, sosyalizm, komünizm gibi toplumsal düzen iddiasında bulunan her yapı, sanatı da bu düzen içerisinde zapturapt altına almak, araçsallaştırmak ister. Ama bütün tarih araçsallaştıramayacağını göstermiştir. Araçsallaştığı an sanat olmaktan çıkar. Hitler bir sürü kitabı yaktırdı, bir sürü kitabı yazdırdı. Yazdırdığı kitapların hiçbiri yok ama yaktırdığı kitaplar bütün dünyanın kütüphanelerinde var.
Sayfa 39 - Can YayınlarıKitabı okudu
Feth Ali Şah, sarayının Avrupa siyasetinin çarpışma noktası ola­cağının farkındaydı. Eşsiz konumunun tadını çıkaran Şah, hu­zuruna çıkan heyetlerle oynamaktan büyük keyif alıyordu. İn­gilizler, ilk olarak -daha sonra Sir unvanı verilen- Yüzbaşı John Malcolm'u, kendi ifadesiyle "hem Hindistan'ı işgal etmekle teh­dit eden Afganları
Feth Ali Şah, sarayının Avrupa siyasetinin çarpışma noktası ola­cağının farkındaydı. Eşsiz konumunun tadını çıkaran Şah, hu­zuruna çıkan heyetlerle oynamaktan büyük keyif alıyordu. İn­gilizler, ilk olarak -daha sonra Sir unvanı verilen- Yüzbaşı John Malcolm'u, kendi ifadesiyle "hem Hindistan'ı işgal etmekle teh­dit eden Afganları
Belki de senin gözlerine benziyordu gözleri... Yoksa adı mı seninkini andırıyordu? Belki sesi hiç yabancı gelmedi. Ya da rakı kadehini dudaklarına götürüşünü benzettim sana. Oturup saatlerce ne konuştuk peki? Seni mi anlattım ona? İçimde kapanmasından ümidi kestiğim yaranın, yokluğunda nasıl büyüdüğünü mü yoksa? Aldattım, hatırlayabildiğim tek şey bu. Hayır, sarhoş değilim. İçki bir süredir etki etmiyor bana. Saatlerce içsem bile devrilen sadece kadehler oluyor, ben yine ayaktayım. Oysa istiyorum kendimden geçene kadar, boğulana kadar içmeyi. Olmuyor işte. Bu yüzden farkındaydım her şeyin.
Reklam
–Ne tuhaf. diye söylendi Ali. –Sanki şu polisiye yazan adamı daha önceden tanıyor gibiyim. Asıl tuhaf olan, öyle herkese kolay kolay kanı ısınmayan bizim yabaninin daha ilk karşılaşmalarında bu yazarı sevmeye başlamasıydı. –Televizyonda görmüşsündür. Kitapları çıktığı zaman kanal kanal dolaşıp röportajlar veriyor. Gözlerini kısarak başını salladı. –Yok Başkomiserim, öyle değil, sanki çok eskiden tanır gibiyim. Yurtlarda filan öğretmenlik yaptı mı acaba? Oralarda bir yerlerde mi karşılaştık. Hiç yabancı gelmedi bana. –Size bir şey söyleyeyim mi. dedi Zeynep, duyulmasından çekiniyormuş gibi sesini kısarak. –Ben de öyle hissediyorum. Yani daha önce televizyonda filan dinlemiştim tabii, gazetedeki röportajlarını okumuştum, ama böyle yüz yüze gelince bana da tanıdık geldi adam. Sanki bir akrabaymış gibi... İyice saçmalamaya başlamışlardı.
Hiç yabancı gelmedi
Kendini bilim aşkıyla değil, ama tutkusu nedeniyle yetiştiren Pigasov, aslında çok az şey biliyordu. Denemeleri de korkunç biçimde iflas etmişti. Oysa onunla aynı odada oturan ve her zaman alay ettiği orta derecede yetenekli ama sıradan ve sağlam eğitim almış bir üniversite öğrencisi, tümüyle başarılı olmuştu. Bu başarısızlık Pigasov'u çileden çıkardı. Bütün kitaplarını, defterlerini yaktı ve memur oldu.
_Kanatsız uçmaya kalkışma! _Ham, pişkinin halinden anlamaz; öyle ise söz kısa kesilmelidir vesselâm. _O, kırmızı güldür, sen ona kan deme. O, akıl sarhoşudur, sen ona deli adı takma! _Hakiki olan vaadleri gönül kabul eder; içten gelmeyen vaadler ise insanı ıstıraba sokar. Kerem ehlinin vaadleri görünen hazinedir; ehil olmayanların vaadleri ise
Cephede vaziyet iyi değildi. Düşman ilerliyordu. Faysal kuvvetlerinin Mafrak İstasyonu’ndaki üç cephane vagonunu ateşleyeceklerini haber aldım. Haberi, derhal Dera’da bulunan Mersinli Cemal Paşa’ya bir raporla arz ettim. Bizimkiler de cephaneye yetiştiler. Son süratle raporu yetiştiren eski bölüğün eratından beş eri, ceplerindeki altınları vermek
107 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.