Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Rüzgârlarda savrulan bu un ufak olmuş zavallı umut parçacıklarına neden ısrarla tutunuyordum ki? Bu sorunun cevabına inanın hiç bilmiyorum. Şu an bunu okuyan siz okurlar daha geçen sene, geçen ay, geçen hafta benimkinden çok da farklı sayılmayacak tutarsızlıklar sergilemediniz mi? siz biliyor musunuz sanki bunları neden yaptığınızı?
Ayağımla yüzünü ezdiğim genç neden hiç tepki vermemişti? George genç, yakışıklı bir çocuktu ve oturup kalkmasını gayet iyi bilirdi. Düşünsene, senin yüzünü böyle ayağımla eziyorum - sen de mi susardın yoksa?
Reklam
Mobbing Bank Diyor ki;
Türk Birliğini Kurdum Bak aydınlık yola çıkmış geliyor Sanata, tiyatroya, sinemaya, edebiyata, ozana o kadar malzeme yığdım Yıllardır bir kenara itilmiş işsizdi hepsi Şeytana harç bitti yapı paydos dedim Sen hiç uyumazmısın dediler Bu kadar uykuda insan varken nasıl uyuyayım dedim Bir uyanık yeter tarihin ulusunu uyandırmaya Uyandırsam
Hayvanlarla arkadaşlık yaptın mı hiç Onların merhametinden Tanrı birazcık da biz zavallılara verseydi
Ama beni olduğum gibi gördüğün için sevinçliyim. En önemlisi, benim bir şey kanıtlamak peşinde olduğumun düşünülmesini istemiyorum. Ben hiçbir şey kanıtlamak istemiyorum, sadece yaşamak istiyorum; kendimden başka hiç kimseye kötülük etmeden yaşamak. Buna hakkım var, değil mi?
“Yani çok hissetsen de ölüyorsun hiç hissetmesen de. İyisi mi sorgulamadan yaşayıp gitmek…”
Reklam
Ve kadınlar, Taşbaş suretinde gelen adamdan konuşuyorlardı. Şaşkınlık içindeydiler. Taşbaş suretinde, Taşbaşın evine konuk gelen adam o kadar da Taşbaşa benzemiyordu ya ... Azıcık da benziyor. Hiç de yüzünde ermiş ışığı yok. Kararmış, buruş buruş olmuş, sarkmış, kurumuş bir yüz. Tam yılgın, kederli, acılı bir köylü yüzü. Yüz bin yıl gün altında kalmış. Kadınlar bir de Taşbaşın karısının bu adamla yatıp yatmadığını merak ediyorlar, bunu biribirlerine söylemiyorlardı ama, hepsi de düşünüyordu. Aynı alaçıkta, çırılçıplak, hiç yatmazlar mı? Eğer yatmışlarsa, Kırklar dağındaki, kırk yeşil sakallı ermiş içindeki Taşbaş Efendimiz ne derdi buna? Belki de ermiş Taşbaşın ta kendisiydi bu adam. Yorulmuş, yılmış, hükümetten dayak yemiş, aç kalmış da bu hale gelmiş bir Taşbaştı. Yüreklerinin ta derininde, bu adamın öz bir Taşbaş Memet olduğu vardı. Herkes içinden böyle düşünüyor, ama tam tersine inanmak için kendisini zorluyordu. Gene de şaşkınlık içindeydiler, ikircikliydiler. Ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Belki de, belki de bu Taşbaşın hiç ermişliği falan yoktu.Taşbaşın evinin üstüne sağılan o ışık uydurmaydı. Kim görmüştü ışığı? Kendi bile demiyor muydu, bende iş yok, benim gibi bir günahkardan ermiş olur mu? Ermiş olan hiç buyar da donar mı? Ne düşünüyorlarsa, o an ona inanıyorlardı.
Allah Firavun'a mal verdi, dert vermedi. O hiç inleyip zikretmedi.
Sayfa 60 - Semerkand Basın Yayın DağıtımKitabı okudu
Bunu görünce yüreğim sızlıyor albay. Gördüklerimi söylemeden yapabilir miyim hiç? Yoksulum, validenizin yanında sığınıyorum. Belki başkaları size yaltaklandığım için susuyorum sanacaklar. Oysa hiçbir süt kuzusunun beni dalkavuğunuz yerine koymasına tahammül edemem. Belki demin, buraya girdiğim zaman, içtenliğimden ileri gelen açık sözlülüğümle biraz ileri gittim; hatta işi kabalığa kadar vardırmak zorunda kaldım. Ama beni bu duruma sokan siz oldunuz. Bana karşı pek fazla kibirlisiniz albay. Dışarıdan görenler beni köleniz, dalkavuğunuz sanacaklar. Tanımadığım şahıslara karşı beni küçültmekten zevk alıyorsunuz, halbuki sizin akrabanızım ben, duydunuz mu? Her bakımdan akrabanızım. Hatta belki sizde oturmakla lütfunuzdan faydalanmıyor, tersine ben size lütufta bulunuyorum. Beni küçültmeye çalışıyorlar; şu halde ben kendimi övmek zorundayım, bu gayet tabii hakkım... Buna karşı susamam, hem de derhal itiraz etmem gerekiyor. Bunun için kısaca ve açıkça söyleyeyim ki, siz müthiş kıskanç bir adamsınız. Mesela, bir kimse arkadaşça konuşmaya, kendi de farkında olmadan bilgisini, okumuşluğunu, ince zevkini ortaya koymaya başladı mı çekemiyor, dayanamıyorsunuz. "Dur, ben de bilgimle ince zevkimi göstereyim!..." diye hemen ortaya çıkıyorsunuz. Halbuki zevk namına neniz var? Kusuruma bakmayın albay, ama zarafete, sığırın etten anladığı kadar yabancısınız. Sözlerimin sert, kaba düştüğünü biliyorum. Bununla beraber hiç olmazsa, açık ve doğrudur. Böyle bir sözü dalkavuklarınızdan duyamazsınız albay. Bu bölüm bana Yeraltından Notlar kitabını anımsattı.
Sayfa 119 - İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okuyor
Diğerlerine hiç mi hiç benzemiyor, yakışıklı, ilginç, çekici... Karanlık geceye bir ay gibi doğuveriyor... Kendini böyle bir insanın cazibesine bırakmak, her şeyi unutmak... Sanırım ben de kaptırdım kendimi biraz. Öyle tabii, o yokken canım sıkılıyor işte, şimdi onu aklıma getirdiğimde gülümsüyorum...
Sayfa 63 - Bilgi YayıneviKitabı okuyor
Reklam
Zafer!" dediler. Erkekler evlerine dönmeye başladı. Gönderdiğimizden az kişi döndü. Yarısından azı. Kardeşim Yuzik ilk dönen oldu. Gerçi sakatlanmıştı. Onun da benimkinin yaşlarında bir kızı vardı. Dört yaşında, beşine basmıştı ... Kızım onlara oynamaya giderdi, bir keresinde ağlayarak geldi: "Gitmem bir daha." "Neden ağlıyorsun?" diye sordum. "Oleçka'yı (kızlarının adı Oleçka'ydı) babası dizine oturtuyor, okşuyor. Benim babam yok. Benim sadece annem var." Kucaklaştık. .. İki-üç yıl böyle geçti. Dışarıdan koşa koşa gelir: "Evde oynayayım mı? Babam gelirse başka çocukların arasında tanımaz beni. Görmedi ki hiç," derdi. Dışarı, çocukların yanına yollayamazdım. Sabahtan akşama kadar evde otururdu. Babasını beklerdi. Dönmedi babamız ...
İnsan yanında biri olmasa delirir kim olduğunu hiç önemli değildir yeter ki yanında olsun.Sana bir şey diyeyim mi?İnsan çok uzun süre yalnız kaldı mı hastalanır,yalnızlıktan hastalanır. Bazen düşüncelerini birine söylemek ister. Doğru mu yanlış mı diye ama kimsesi yoktur işte.Bir şey görünce bile onu gördüğünde tam emin olamaz gösterecek kimsesi olmadığından.Yanındakine dönüp "gördün mü sen de?" diye soramaz ki bilemez de gördüğünü söyleyecek kimsesi yoktur.
Sayfa 80 - İletişim Yayınevi,CrooksKitabı okudu
Almanlar partizan müfrezesinin konaklayacağı yeri öğrenmiş. Ormanın çevresini ve tüm girişleri sarmışlar. Balta girmemiş bölgelerde saklanıyorduk, tenkil müfrezesinin uğramadığı bataklıklar koruyordu bizi . Bataklık, araçları da insanları da ölümüne içine çekiyordu. Günlerce, haftalarca boğazımıza kadar suyun içinde durduğumuz oluyordu. Aramızda bir kadın telsizci vardı, yakınlarda doğum yapmıştı. Çocuğu aç, meme ister ama annenin kendisi de aç, sütü gelmez, çocuk ağlar. Tenkikiler yakında ... Köpekleri de cabası. .. Köpekler duyacak olursa hepimiz mahvoluruz. Bütün grup - otuz kişi . .. Anlıyorsunuz, değil mi? Komutan karar verdi ... Kimse anneye emri iletmeye cesaret edemiyor ama kendisi de anlıyor zaten. Bebeğin kundağını suya bırakıp uzun süre tutuyor orada ... Çocuk bağırmıyor artık ... Hiç sesi çıkmıyor. .. Biz bakışlarımızı kaldıramıyoruz. Ne anneye, ne birbirimize bakabiliyoruz
birbirlerini bir daha hiç görmemek üzere ayrılacaklarını ikisi de biliyordu. İlk günler birbirlerine çılgınca bir özlem duysalar bile, zamanla birbirinin büyülü etkisinden kurtulacaklarını da biliyorlardı. İki kişi bir kez birbirinden ayrılıp ortaklaşa paylaştıkları evden, ortak çevrelerinden uzaklaştı mı, olaylar acımasızca gelişip tomurcuklanır; her birinin yerini dolduracak biri bulunur, eski tasarılar unutulur gider.
Sayfa 300 - Amaç Temel Yayınları, 1987. Çeviri:Suna Güler
Zenginler, yoksulların kötü talihlerinden yüksek sesle yakınmalarını hiç sevmezler. Bu onlara arsız, rahatsız edici bir hal gibi görünür. Yoksulluk elbette ki rahatsız edicidir. Yoksa fakir fukaranın aç karnına inlemeleri, onların uykularını mi kaçırıyor dersiniz?
Sayfa 107 - Kültür yayınlarıKitabı okuyor
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.