Sovyetler dünyasından bende kalan izlenim, Sovyet uygarlığının toplumun yararına bir uygarlık olduğudur. Kaç yüz milyon kişi yaşıyorsa hepsinin belirli bir çizginin, bir yaşama düzeninin üstünde olmasıdır. Sovyet uygarlık ülküsü, Türkmen’den, Ukrayna’lıya, Çukot’tan Başkırt’a dek... Açlığı, yoksulluğu yenmektir baş amaç. Bizim anladığımız özgürlükler ondan sonra gelir. Önce herkes doyacak, giyecek, okuyacak, «insan» olacak. Batı dünyasının özgürlükleri daha sonra gelecek. Ya da gelmeyecek! İlk göze çarpan bir başka özelliği de belirtmek isterim. Savaştan tiksinti, barışa özlem. Sovyet halkında, aydınlarında elle tutulurcasına görülen bir nitelik bu. Barış için yaşamak, ama ülküleri için gerekirse savaşmak...
Moskova otelinde Zekeriya Sertel’in odası. Sertel’lerden biri kaldı şimdi. Sabiha Sertel bu dünyadan göçtü. Geriye yaşı seksene yaklaşmış bir eş bırakarak... Zekeriya Sertel’i daha önce hiç görmemiştim. Oysa yazılarını okurdum, beğenirdim de. 1944 - 45 yıllarında demokrasi eyleminin ön safında yer almışlardı «Tan» gazetesiyle. Sonra bir 4 Aralık günü basımevleri yıkıldı, sokaklarda «Kahrolsun Sertel’ler» bağrışmaları çınladı. «Kalkın ey ehli vatan» diye yazmıştı Yalçın, ehli vatan da ayağa kalkmıştı. 4 Aralık 1945’i hatırladım birden. Sertel’lerin o günlerdeki yazıları iktidar partisini çok kızdırıyordu. Bugün gazetelerde çıkan yazılar, yayınlanan kitaplar yanında o günkü yazılar pek çocukça kalır elbet. Ne var ki yirmi üç yıldan bu yana köprülerin altından öyle çok su aktı ki... Sertel’ler Türkiye’de yaşayamaz oldu. Paris’e sonra da Bakû’ya gittiler. Gidiş o gidiş. Alın yazısına inananlar için iş kolay, «yazgısı böyleymiş» derler geçerler. Ama!...
80 Yaşında Bir Yazar
Zekeriya Sertel ufalmış, elbette ki yaşlanmış, ama zekâsı, bilgisi, kültürü ile gerçek bir aydın. Aylarca önce Türkiye’ye dönmek için pasaport istemiş elçiliğimizden. Aylar geçmiş yanıt çıkmamış. Bıkmış gurbetlerde dolaşmaktan, yurduna, evine dönmek istiyor. Bir suçu varsa verir hesabını. Türk olarak yurduna dönmek en doğal hakkı.
Sadako Sasaki... Hiroşimalı binlerce küçük kızdan biri. 1945’de iki yaşındaymış. Yaralanmamış, hastalanmamış. Okuluna gidiyormuş güzel güzel. Yıllar geçmiş. Sadako, kentinin her gün biraz daha düzeldiğini, yeni yapılar yapıldığını görmüş. On iki yaşındayken birden hastalanmış. Radyasyonun vücudda yarattığı onulmaz bir hastalıkmış bu. Doktorlar, uzmanlar incelemişler, kurtuluş olmadığını, anlamışlar. On ikisindeki Sadako ölecek!.. Kendi de biliyor bunu! Ama bir Japon geleneğine göre kâğıttan bir turna kuşu yapan kişinin dileği muhakkak gerçekleşir! Sadako’ya oyalanması için bu inancı veriyor çevresi. Mektuplar alıyor bu konuda. Sadako, hasta yatağında başlıyor kâğıttan turnalar yapmaya. Çok uğraştım ben yapamadım o kuşları. Bir iki üç katlıyorsun, kıvırıyorsun, derken bir turna çıkıyor ortaya. Sadako günlerce uğraşmış, yüz, iki yüz, beş yüz, altı yüz, tam altı yüz kırkaltı kâğıt turna yapmış, Onlar birbirine de bağlanıyor ince ipliklerle, metrelerce uzayan bir kuş dizisi çıkıyor ortaya. Sadako Sasaki bin turnayı tamamlayamamış. Bin turnayı yapabilseydi, kurtulacak mıydı ölümden? Kimbilir?