14 Haziran’da Türklerin en önemli camilerinden biri olan Sultan Selim camiini gezdik. Ortada bir çeşme ve minarelerinde üst üste üç kat şerefesi var. Caminin ortasındaki kubbenin içinde on sıra halinde 1.000 kandil asılı. Biz dört minareden birinin tepesine çıktık. Her minarenin 259 basamağı ve üç şerefesi var. Buradan tüm şehir görülebiliyor. Cami olağanüstü güzellikte muhteşem bir yapı, içi çeşitli renkte mermerle ve serpentin taşı ile kaplı. Binanın yapımında İtalyan köleler çalıştırılmış ve tüm harcamalarını Sultan Selim karşılamış.
Galland 1672’de Meriç Nehri yakınlarında bulunan Bosnaköy’de gördüğü kuş türlerini şu şekilde aktarır: “Burada karabatak, saksağan kuşu, kuzgun, kumrular ve özellikle leylekler görülür. Bu kuşlar o derece hür ve rahattır ki yuvalarını köyün yolları üzerindeki ağaçlara yaparlar, üzerlerinde iki veya üç kuş yuvası olan ağaçlar vardır. Padişahın bir bahçesinde tamamen karabatak yuvalarıyla dolu bir ağaç vardı. Bu kuşların bu derece hür olmalarının nedeni çocuklar dahil hiç kimse tarafından onlara fenalık edilmemesinden ileri gelir” .
Busbecq, 1555’te Edirne’den İstanbul’a giderken yoldaki çiçeklerden bahseder. “Biz bu bölgeden geçerken her yerde çiçekler gördük. Bunlar Türklerin dedikleri gibi nergis, sümbül ve lalelerdi. Uygun bir mevsim olmayan kış ortasında onları açmış görmek bizleri şaşırttı. Rumeli’de nergis ve sümbül boldur ve onların çoğunun öyle olağanüstü kokusu vardır ki bu çeşit güzel kokuya alışık olmayanlarda bir baş ağrısına neden olurlar. Lale, küçük ve kokusuzdur, fakat güzelliği ve çeşitli renklerinden dolayı hayran olunur. Türkler çiçekleri çok severler. Hiç savurgan olmadıkları halde güzel bir buket için birkaç ‘aspres’ (akça) ödemekten çekinmezler. Hediye olarak aldığım çiçekler bana pahalıya mal oldu. Çünkü onlara karşılık her defasında birkaç ‘aspres’ ödedim” .
“Sir John Finch’in Edirne’den dönüşünde Trakya ve Edirne’de veba salgınının korkunç derecede yaygın olduğunu söylemesi üzerine Atina’ya dönmekten vazgeçtiler...”