Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

yesilkirpiklikiz

"...reaya, her türlü angaryanın yani ücretsiz iş yükünün kalkmasını, her yerde tam bir eşitliğin yerleşmesini, bireysel özgürlük ve dokunulmazlığın tam olarak sağlanmasını talep etmekte ve bu talebi bazen de millî ve bağımsız bir idare istemeye kadar varmaktadır. İşte Tanzimat'ın sırf Avrupa'yı oyalamak için başvurulmuş tedbirlerden ibaret olmadığı, daha çok eşitlik isteyen, isyan eden geniş reaya kitlelerini memnun etmek maksadıyla ortaya atıldığı buradan da anlaşılabilir. Böyle bir kalkınmanın Batı devletleri tarafından da istendiği ve bundan dolayı bu hareketin devletin dış nüfuzunu da arttırdığı şüphesizdir. Böylece imparatorluğun bütünlüğünü korumak, yeniden yapılandırmak isteyenlerin en çok güvendikleri esas, reayaya verilecek hukuk eşitliğiyle imparatorluğun ruhunu teşkil edecek bu birlikçi Osmanlılık zihniyetini yaratmaktır. Reaya meselesinin imparatorluğun ana meselesi olduğunu, hatta çoğunlukla Avrupa'nın sömürgeci ve yayılmacı siyasetinin bile onun arkasına gizlendiğini düşünürsek, Tanzimat'ta Osmanlılığın neden birinci plana geldiği daha kolay anlaşılır".
Sayfa 197Kitabı okudu
Reklam
Cinci Hoca Hüseyin: Bir Osmanlı Rasputin'i
"Sultan İbrahim'in üfürükçüsü Cinci Hoca'nın hikayesi, bu dönemde rüşvetçiliğin ne derece bir soygun haline geldiğini göstermesi bakımından ilginçtir. Sultan İbrahim, Kafes'te mahpus iken can korkusundan birtakım psikolojik vehimlere düşmüş olup sultan olunca kendini okutmak için üfürükçüleri kullanıyor ve rahat ediyordu. Safranbolulu bir şeyhin oğlu olan (Cinci) Hüseyin, medrese öğrencisi (danişmend) iken üfürükçülükle tanınıyordu. Kösem Sultan, oğlu Sultan İbrahim için Hüseyin'i saraya çağırmış, Hüseyin, padişahın ve Kösem'in yakını olmayı becermiş ve nüfuzunu kullanarak şöhret olmuştur. Önemli makamlar Cinci Hoca aracılığıyla elde edilir hale gelmişti".
Sayfa 251Kitabı okudu
"Savaş sonuçta topyekûn bir kurban töreninden başka bir şey değildir. İlk başlardan bu yana, bu kurban töreninin merkezi faili konumundaki kralın yerine getirmesi gereken bir görevi vardı. Güç birikimi sağlama, gücü elinde tutma, ölümcül yıkıcı eylemlerle gücünü kanıtlama; bütün bunlar krallığın değişmez saplantısı haline geldi. Gücünü sergilerken kralın yaptığı hatalı olamazdı. Bizatihi savaş sayesinde muzaffer kral, kraliyetin denetim gücünü gözler önüne serer ve toplu ölümlere yol açarken tanrısal desteğin devamını garanti altına alırdı. Yeşaya'nın bize hatırlattığı gibi, Mısır, Babil ve Sur'un omuzlarındaki yük buydu".

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
"Eğer uygar toplum, çocuk kurban etme ve yamyamlık gibi ilkel büyünün göze daha kötü görünen tezahürlerinden vazgeçmesine rağmen henüz savaştan vazgeçmemişse, bunun nedeni kısmen, yapısıyla ve kurumlarıyla bizatihi kentin savaşa kalıcı, somut bir biçim ve büyüsel varlık gerekçesi sağlamasıdır. Savaşın getirdiği bütün teknik ilerlemelerin altında, hâlâ kolektif bilinçdışında yerini koruyan irrasyonel bir inanç yatar: Topluluk sadece topyekûn bir insan kurbanı sayesinde kurtulabilir.
"O halde diyebiliriz ki, kentsel savaş kurumunun kökeninde ilkel toplumun büyüsü yatar".
Reklam
"Tüccar sözcüğüne Mezopotamya'da hiçbir yazılı kaynakta rastlanmamıştır, ta ki II. bin yılda, 'yurtdışında ticaret yapma imtiyazına sahip bir tapınağın görevlisi olarak tanımlanana kadar".
Değişen bir tek şey vardır, o da eski insanların yaşamak için yaptıklarını bu insanların zevk için yapmalarıdır.
Gezenlerin gezmeyenlerden daha çok yazması sizi yanıltmasın. Zaten genelde fikir ve teknolojileri bir yerden bir yere götüren de yerleşik insan değil, ya tüccarlar ya da Çin’i Avrupa’ya bağlayan geniş bozkırlarda bir ileri bir geri gidip gelen ve sürekli kafalarını sokabilecekleri bir yağma koridoru arayan göçebelerdi.
…aynı anda bu kadar çok kişiye aynı seviyede bir eğitimin sağlanamayacağı da ortada. Diplomalarıyla heveslendikleri statüye erişmek için kendini eğitme ihtiyacı hisseden beyaz yakalı kitlelerin bunda başarıya ulaşamamalarının bir önemli nedeni içinde bulundukları çalışma şartlarıysa bir diğeri de mensubu bulundukları sosyo-ekonomik sınıf; unutmayalım ki hiçbir fiyakalı kıyafet, pahalı şirket tatili Ya da kiralık lüks araba, üretim araçlarına sahip olamayanların proleter olduğu gerçeğini değiştiremez. Akciğerlerinizde is, işliklerinizde leke, alnınızda ter olmaması işçi olmadığınız anlamına gelmiyor ne yazık ki.
Teknolojinin tüm getirilerine rağmen çoğu zaman anneanne ve dedelerimizin tepkilerini veriyoruz. Ve bunu değişmediğimizin pek de farkında olmadan yaşıyoruz. Adeta ezbere yaşıyoruz.
Reklam
İmparatorluğun klasik dönemi denilen 15. Ve 16. Yüzyıllar boyunca, bu toplum yapısının mükemmel olduğu yolundaki fikirler, daha sonra idealize edilmiş, bir “mit” haline dönüştürülmüş; bu yaygın kanaat bugünün tarihçi kesimini de etkisi altına almıştır. İdealize edilmek istenen bu döneme duyulan hayranlık ve hasret, döneminin kaynaklarında değil, kendi zamanlarında sistemin zaaf içine düştüğü kanaatinde bulunan 17. Ve 18. Yüzyıl Osmanlı münevver kesiminin, 19. Yüzyıldan itibaren çareyi Avrupa’da arayacağı döneme kadar, etkileri zamanımıza ulaşan temel karakterini teşkil etmiştir. Bunlar askeri ve idari konularda yoğunlaşmışlarsa da genel sosyal düzenin buna paralel olarak bozulma sürecine girdiği, muasır ıslahat yazarlarının eserlerine istinaden hemen hemen hiç kritik edilmeksizin aktarılmakta, toplumun genel yapısının ve iç dinamiklerinin özelliklerinin aslında pek büyük bir değişikliğe uğramadığı gerçeği gözden kaçırılmaktadır.
Sayfa 391Kitabı okudu
Taşradaki askeri eğitim kurumları, gerek ders programının sayısı ve gerekse eğitim veren öğretim elemanlarının niteliği ve niceliği açısından aynı seviyedeki sivil okullarla kıyaslanamayacak derecede üstündü. Bir yanda sağlam ve güzel kargir binalar tahsis edilmiş askeri okullar ve diğer tarafta geçici, kiralık mekanlarda, loş ve izbe yerlerde tedrisat yapmak zorunda kalan sivil okullar ikiliğinin ortaya koyduğu görsel tezat sembolik olmanın çok ötesinde bir anlama sahipti.
Mahalle mekteplerinde modern anlamda sınıf düzeni mevcut olmayıp farklı yaş ve bilgi seviyesinde bütün öğrenciler genellikle aynı odada öğrenim görürdü. Eğer şanslıysalar öğrenciler alıştırma yapmak üzere özel bir mürekkep kullanarak silip tekrar yazdıkları yap-boz tahtası denilen araçları kullanırlardı.
Maria Todorova “Bulgar Tarih Yazıcılığında Osmanlı Dönemi”
Söz konusu tarihçilerin kurumsal dayanağı, kendisini en önemli dayanaklarından biri olarak gördüğü ve onu aynı şekilde algılayan bağımsız ulus-devletti. 18. Yüzyıla kadarki tarihçiliğin ağırlıklı olarak ahlaki-didaktik ve dini yönelimi, aynı şekilde tek düşüncesi olan devleti meşru kılmak ve böylelikle de önemli bir toplumsal işlevi yerine getirmek. Bu açıdan bakıldığında, Bulgar tarihçiliği diğer Balkan tarihçiliklerinden (Türk tarihçiliği dahil) farklı değildi. Öncelikle ulusal/milliyetçi tarihçilikler olarak gelişmeleri, görece dar fikirli olmalarını, bilgisizliklerini ve komşularının tarihlerini bilinçli olarak göz ardı etmelerini birbirlerinden yalıtılmış olarak gerçekleştirmeleri ve aralarındaki çoğu zaman problemli ilişkiler dolayısıyla, Balkan tarihçileri arasında dolaysız bir karşılıklı etkileşimin olmaması, Balkan ülkelerinde tarihe aynı rolün atfedilmesi nedeniyle Balkan tarihçiliklerinin birbirine çok bağlı olması ile bir paradoks teşkil etmektedir. Zira bu tarihçilikler, komşu ülkelerin tarihçiliklerinin tacizlerine karşı sürekli uyanık olmak durumundadırlar.
Köklere duyulan özlem, ya da çağdaş kimlik arayışı, resmî ulusal tarih ile evrensel tarih (veya her şeyi meşru kılan töre) arasındaki uyumsuzluklardan kaynaklanıyor.
50 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.