"...reaya, her türlü angaryanın yani ücretsiz iş yükünün kalkmasını, her yerde tam bir eşitliğin yerleşmesini, bireysel özgürlük ve dokunulmazlığın tam olarak sağlanmasını talep etmekte ve bu talebi bazen de millî ve bağımsız bir idare istemeye kadar varmaktadır. İşte Tanzimat'ın sırf Avrupa'yı oyalamak için başvurulmuş tedbirlerden ibaret olmadığı, daha çok eşitlik isteyen, isyan eden geniş reaya kitlelerini memnun etmek maksadıyla ortaya atıldığı buradan da anlaşılabilir. Böyle bir kalkınmanın Batı devletleri tarafından da istendiği ve bundan dolayı bu hareketin devletin dış nüfuzunu da arttırdığı şüphesizdir. Böylece imparatorluğun bütünlüğünü korumak, yeniden yapılandırmak isteyenlerin en çok güvendikleri esas, reayaya verilecek hukuk eşitliğiyle imparatorluğun ruhunu teşkil edecek bu birlikçi Osmanlılık zihniyetini yaratmaktır. Reaya meselesinin imparatorluğun ana meselesi olduğunu, hatta çoğunlukla Avrupa'nın sömürgeci ve yayılmacı siyasetinin bile onun arkasına gizlendiğini düşünürsek, Tanzimat'ta Osmanlılığın neden birinci plana geldiği daha kolay anlaşılır".
"Sultan İbrahim'in üfürükçüsü Cinci Hoca'nın hikayesi, bu dönemde rüşvetçiliğin ne derece bir soygun haline geldiğini göstermesi bakımından ilginçtir. Sultan İbrahim, Kafes'te mahpus iken can korkusundan birtakım psikolojik vehimlere düşmüş olup sultan olunca kendini okutmak için üfürükçüleri kullanıyor ve rahat ediyordu. Safranbolulu bir şeyhin oğlu olan (Cinci) Hüseyin, medrese öğrencisi (danişmend) iken üfürükçülükle tanınıyordu. Kösem Sultan, oğlu Sultan İbrahim için Hüseyin'i saraya çağırmış, Hüseyin, padişahın ve Kösem'in yakını olmayı becermiş ve nüfuzunu kullanarak şöhret olmuştur. Önemli makamlar Cinci Hoca aracılığıyla elde edilir hale gelmişti".
"Savaş sonuçta topyekûn bir kurban töreninden başka bir şey değildir. İlk başlardan bu yana, bu kurban töreninin merkezi faili konumundaki kralın yerine getirmesi gereken bir görevi vardı. Güç birikimi sağlama, gücü elinde tutma, ölümcül yıkıcı eylemlerle gücünü kanıtlama; bütün bunlar krallığın değişmez saplantısı haline geldi. Gücünü sergilerken kralın yaptığı hatalı olamazdı. Bizatihi savaş sayesinde muzaffer kral, kraliyetin denetim gücünü gözler önüne serer ve toplu ölümlere yol açarken tanrısal desteğin devamını garanti altına alırdı. Yeşaya'nın bize hatırlattığı gibi, Mısır, Babil ve Sur'un omuzlarındaki yük buydu".
"Eğer uygar toplum, çocuk kurban etme ve yamyamlık gibi ilkel büyünün göze daha kötü görünen tezahürlerinden vazgeçmesine rağmen henüz savaştan vazgeçmemişse, bunun nedeni kısmen, yapısıyla ve kurumlarıyla bizatihi kentin savaşa kalıcı, somut bir biçim ve büyüsel varlık gerekçesi sağlamasıdır. Savaşın getirdiği bütün teknik ilerlemelerin altında, hâlâ kolektif bilinçdışında yerini koruyan irrasyonel bir inanç yatar: Topluluk sadece topyekûn bir insan kurbanı sayesinde kurtulabilir.