Merl

Turgut henüz düşünemiyordu; yalnız bir huzursuzluk, huzursuzluk bile değil, insanı bazı şeyleri yapmaya ve bazılarını yapmamaya, farkettirmeden iten ve davranışlarında, eski alışkanlıklarına yabancı gelen küçük değişiklikler. Eve dönerken acele etmek için bir ihtiyaç duymuyordu içinde, örnek olarak. Bu ihtiyaç eksikliğini de düşünmüyordu aslında; sadece, eve dönerken acele etmiyordu. Bazı eski alışkanlıkları, unuttuğu hareketler, yokluyordu onu. Kitapçı vitrinlerinin önünde biraz fazla kalıyordu, duraklara en kısa yoldan çıkmıyordu.
Reklam
Bir kaç satır okuduktan sonra göğsünden ağzına doğru bir sıkıntının yükseldiğini hissetti; gözlerini karısına doğru çevirmekte kısa süren bir gecikme oldu. Sonra, kendi derdine düştü ve içinin sıkıldığını karısına anlatmayı unuttu. Belki de Selim için üzüldüğünü, karısını bu düşüncelerle yormak istemediğini, zamanla bu yaranın kapanacağını, erkeklerin bazı yalnız sıkıntıları, evin düzenine dokunmadan zararsızca geçiştirdikleri belirsiz huzursuzlukları olduğunu açı kladı kendine. Belki de bir şey demedi. Belki, kendine bile, bir açıklama yapması gereksizdi.
Senin işin neydi onların arasında? Ne yapıyordun? Hiç bir işim yoktu. Bu nedenle sevmezlerdi seni işte. Bu nedenle aldırmadılar sana. Senin ne işin vardı orada? Herkesin işine karıştın, işin olmadığı halde. Ölmek bile, kendilerine böyle bir görev verilenlerin işidir. Kendine oyunlar buldun: başkalarının katılıp katılmadığına aldırmadığın oyunlar. Herkesi yargıladın bu oyunlarda. Bu arada beni de yargıladın, bana da haksızlık ettin. Ben de bir oyun yazsam, sonunda haklı çıkmak için kendini öldürdüğünü söylesem... Bu oyunu sevmedim Turgut. Ben, oyunlarda bana saldırılmasını sevmem. Ben oyun istemiyorum artık; ne oyun ne de gerçek, senin ölmen gibi bir gerçek, beni sarsmamalı Selim.

Reader Follow Recommendations

See All
-Ya sen, dedi. Şu güzel tabiatı seyreder görünürken acaba kafanda neler kuruyorsun? Kim bilir kaçıncı defadır ki ihtiyar dünyayı seyretmek için göğün en yüksek noktasına kurulan Aydede'nin en şairane manzaralarla beraber nice biftek gibi kanlı savaşları gördüğünü, nice süngülerin kendi ışığı sayesinde nice çelik yürekleri acımadan delişini seyrettiğini be buna rağmen hala o canlı gülümseyişini nasıl koruyabildiğinin hikmetini mi? -Ben bu en muhteşem gecede bile göğe bakarken ayın yalnız kendisini düşünürüm. Yoksa onun kocamış, buruşuk yüzündeki gülümseyişini değil. Hatta bir edebiyatçı muhayyilesiyle konuşayım, bu gülümseme günün birinde bir kahkahaya dönse bile beni yine ilgilendirmez.
Sayfa 8
Yüzbaşı bir an durdu: "Türk Tanrısı bizden yüz mü çevirdi?" Diye düşündü.
Sayfa 17
Reklam
Ve sonunda üzülerek de olsa anladılar ki hayaller kurulur, canlanır ve de o hayalleri kuranlara isyan ederler. Hayal kuranın kemikleri kurduğu hayaller tarafından kırılır. Buna hayal kırıklığı denir.
Sayfa 110Kitabı okudu
"Cehennemin kapısındaki anahtar deliğinden çıkan duman... Ve o dumanı içine çeken şeytanî burunlar... Hayallerimiz öldü! Gelin toplayın cesetlerini!"
Sayfa 108Kitabı okudu
Her hayalin içinde biraz intihar vardır. Her insanın içinde biraz tanrı olduğu gibi.
Sayfa 107Kitabı okudu
"Hiçbir şeyden haberleri yok! Zannediyorlar ki dünya bildiklerinden ibaret! Oysa cehennem ölü hayallerle dolu. Cennet ise hayalperestlerle."
Sayfa 105Kitabı okudu
"Maalesef kurtuluş diye bir şey yok. Çünkü hiçbir son mutlu değildir. Çünkü son dediğin, ölümdür. Ve hiçbir ölüm mutlu değildir."
Reklam
Hatırladıklarını unutmak, unuttuklarını hatırlamak ister insan. Kendi içinde döner durur. İşte buna kısırdöngü denir dostlarım. Ve bu yüzden insanın başı döner. İçtiği şarap yüzünden değil!
Her yere bakmışlar ama zavallı hiçbir yerde yokmuş. Bir ağacın gölgesinde oturup dinlenmek istemişler. Oldukları yerde uzanmışlar. İşte o zaman ağacın dallarından birinde zavallıyı otururken görmüşler. Ağaçta saklanıyormuş meğer. Ağaç da diğer ağaçların arasında saklanıyormuş. Hırsızlar zavallıyı ağaçtan indirmek istemiş ama bunu başaramamışlar. Zavallıyı ikna etmek için şöyle demişler: "Telefon kuşunun ölümünden sen sorumlu değilsin, suçlama kendini!" Zavallı bunu duymaktan o kadar mutlu olmus ki bir daha duymak istemiş. "Bir daha duymak istiyorsan, aşağı in!" demişler. Zavallı da inmiş. Aynı cümleyi bin defa duymak vicdan azabını dindirir sanmış. Oysa vicdan azabını dindiren içtiği şarapmış. Ne bilsin zavallı? Şarabın ancak bir gecelik huzur verdiğini nereden bilsin? Vicdan azabının ruhunda bir dövme olduğunu nereden bilsin? O dövmeyi sildirmek için ruhunun derisini yüzmesi gerektiğini nereden bilsin? Hiçbir şey bilmediği için de zavallı inanmış hırsızlara. Çünkü çaresizlik inandırır. Öyle bir inandırır ki inanmayanlara düşman olursun. Ve şöyle dersin: "Hepsi gebersin!" Bir telefon kuşunun ölümü yüzünden vicdan azabı çekerken milyonlarca inanmayanın ölümünü dilerken bulursun kendini. Körlük değil mi bu? Öyle...
"Afedersiniz... En yakın gerçeklik nerede acaba?" "Niye? Korktun mu hayallerden? Canın mı yandı? Gerçek dünyaya mı kaçacaksın?"
Sayfa 146Kitabı okudu
Bazıları yeni geleni gece gündüz takip etmeye başlamıştı. Ancak bu boşuna bir çabaydı. Kimse bir başkasının yerine onun kim olduğunu keşfedemezdi.
Sayfa 131Kitabı okudu
Önce her şeyi hatırlamak, sonra da her şeyi unutmak. Yüzleşmenin ilk şartıydı.
Sayfa 129Kitabı okudu
301 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.