DOLMANCE: Tanrı’ya inanmak için insanın aklını yitirmesi gerekir. Kimilerinin korkularının, kimilerinin zayıflığının meyvesi olan bu iğrenç hortlak, Eugenie, yeryüzünün sisteminde bir işe yaramaz: bu sisteme zarar verir, çünkü onun adil olması gereken istençleri doğa yasalarındaki temel adaletsizliklerle asla bir arada olamaz; onun sürekli olarak
Fakat öldükten sonra cadılaşacağına dair bir ipucu keşfetmek de zordu hortlak adayı bir kadın olması bakımından incelemeye uğraştığım halde bu resmin Dehşet uyandıracak bir tarafını bulamadım yalnız çehrede bakanları azarlayacakmış gibi bir sertlik ve neredeyse bir çatıklık vardı işte o kadar.
Aynanın karşısında dikildim. Karşımda sağlam, otuz beş yaşlarında, sağlıklı biri bana bakıyordu. Özelliği olmayan biri, hiç kuşkusuz beyaz... Fakat gözlerindeki anlamı beğenmiyordum.
Hortlak görmüş birinin gözleriydi.
En iyi tavsiye yine de her şeye katlanmak, insan kendini bir üfürmeyle uçurulmuş, sürükleniyor hissetse de, ağır kütle gibi davranmak, ayartıya kapılıp gereksiz bir adım bile atmamak, ötekine hayvan bakışıyla bakmak, pişmanlık hissetmemek, kısacası, hortlak olarak yaşanan hayattan geriye ne kalmışsa kendi eliyle bastırıp ezmek, yani o son, mezar sessizliğini daha da çoğaltmak ve ondan başka hiçbir şeyin varlığına izin vermemek.Böyle bir durum için tipik bir hareket, serçeparmakla kaşları sıvazlamaktır.
- "Biz millet hayatının temellerine ait neyi muhafaza etmek istedikse, hareketimize “irtica” damgasını vuran, benliğimizin her parçasını ondan koparıp atmaya azmetmiş, anarşist ve komünist bir hortlak zihniyet karşımıza çıktı..."
Kaya, uykusuz ve hortlak dergilerinde takip ettiğim bir karakterdi. Tam bir bencil karakteri çok güzel yansıtmış Kubilay Odabaş. Çok ince bir kitap zaten, bir oturuşta biter denen cinsten.
Güzellik hastalıktır. Sağlığın taşkınlığı her zaman bizatihi hastalıktır aynı zamanda. Sağlığın panzehiri ne olduğunun farkında olan bir hastalıktır, hayatın kendisinin kısıtlanmasıdır. Güzel, böylesi can veren bir hastalıktır. Hayatı ve dolayısıyla onun çöküşünü mahkum eder. Fakat hastalık hayat uğruna inkar edilirse, öteki anından kör bir şekilde ayrılmış hipostazlaşmış hayat; yıkıcılığa ve kötüye, arsızlığa ve palavra saçan [bir şeye] dönüşür. Yıkıcı olandan nefret eden kişinin hayattan da nefret etmesi gerekir, sadece ölü olan, tahrif edilmemiş bir hayatta olmanın benzetmesidir. Sağlıklı, pürüzsüz olanı mutlak şeyler olarak kabul eden günümüzün kalokrasisi güzeli saf dışı etmektedir. Ve yine günümüzde histerik bir şekilde hayatta kalmanın yerini alan salt, sağlıklı hayat, ölüye, hortlak olan bir şeye dönüşmüştür. Bundan dolayı artık bu çağda, yaşamak için fazla ölüyüz ve ölmek için de fazla diriyiz.
Güzel görünüş kırılgan ve tehdit altındadır. Kendisinin ötekisi tarafından, çirkin tarafından "sürekli rahatsız edilir": "Güzelliğin kendisinden, kendisinin üzerinden ortaya çıkararak ve tapınak alanıymış gibi dışarıda tutarak çirkinliğe dayattığı indirgeme, çirkinin karşısında bir tür acziyete sahiptir." Güzel ve çirkin arasındaki ilişki çelişkili ve ikirciklidir. Güzel çirkini basitçe reddetmez.Onun itibarını lekelemez. Daha ziyade, biçimlendiren tin [Geist] donuk bir ışığa dönüşmemek için biçimsize, yani düşmanına ihtiyaç duyar. Biçimlendirici rasyonalite, kendisini biçimsiz ve çirkin olana bağlayan mimesise dayanır. Tin, "yenilgiye uğramanın mimetik özlemine" sahiptir ve bu da çirkinden başka bir şey değil dir. Güzel, felaket ile bunalım, çirkin ile hortlak, ötekinin zorla içeri girmesi ile aynının donup kalması arasında mukimdir. Adorno'nun doğal güzel fikri, tam olarak biçimin eğilmez özdeşliğine karşı durmaktadır. Özdeş olmayana şahitlik etmektedir: "Doğal güzel, evrensel özdeşlik büyüsünün altındaki şeylerdeki özdeş olmayanın izidir. Büyü kaldığı sürece, özdeş olmayanın pozitif varoluşu olmaz. Bundan dolayı doğal güzel, insanın içkinliğini aşacağını vadettiği (şey) kadar dağıtılmış ve belirsiz kalır.
19. yüzyılın sonlarındaki halk inanışlarını anlatan bir Osmanlı kaynağı ise hayaletlerin hortlak ya da vampir olarak adlandırıldığını ve en çok Edirne'de ve Manastır'da ortaya çıktıklarını belirtir.
Sayfa 82 - Abdülaziz Bey isimli bir Osmanlı yazarından aktarılmış.Kitabı okudu
Kitap, yazarında önsözünde belirttiği üzere iki makalenin birleşmesiyle oluşturulmuş akademik bir eser. Hacmi oldukça küçük yaklaşık yetmiş sayfa kadar. Giriş ve sonuç bölümü hariç altı başlıkta konular özetlenmiş.
Osmanlı Devleti’nde, Avrupa benzeri bir cadı avı yaşanmadığı fakat kendine has bir korku hikayeleri kültürü bulunduğunu belirten yazar, bu kültürün köklerini ve kaynaklardaki izlerini sürüyor. Burada Evliya Çelebi ve Ebu Suud Efendi’yi referans gösteriyor. Hayaletler, hortlaklar, cadılar ve vampirlerle ilgili olan edebiyat eserlerinden de söz ediyor. Kitap birkaç hikâyeye kabaca değinse de pek hayalet hortlak hikayesi bulmak mümkün değil.
Meraklılarının bir çırpıda okuyacakları, akıcı bir eser.
Bu felaket kurbanı dünyada hayatın yeniden doğuşunu susturan ne kötü bir büyü ne de düşman saldırısıydı. İnsanlar bunu kendileri yapmışlardı.
... Gerçekte bu felaketlerin her biri ·bir yerlerde olmuştur ve birçok gerçek toplum halen bunların önemli bir bölümünün kurbanı durumundadır. Hemen hemen hiç farkında olmadığımız acımasız bir hortlak üzerimize çökmüştür ve bu hayali trajedi kolayca hepimizin bildiği katı bir gerçeğe dönüşebilir.
Bir hortlak sürüsü gibi hem hayatı herkesten daha iyi görüp hem de hayata herkesten daha yabancı olarak dolaşırlar; birilerine iyilik olsun diye değil, doğuştan sahip oldukları hastalıkları, eksiklikleri, acıları tedavi edebilmek için yaratırlar.
Zaman gezgininin kendisini ispatlanması ve bulduğu zaman makinesini denemesiyle çıktığı serüvenli yolculuğu okuyoruz .
Victoria dönemi Londra'sında yaşayan Ruhbilimci , Hekim , bilim adamlarından oluşan bir meclis toplantısında Zaman gezgini bulduğu zamanda yolculuk makinesini onlara tanıtmak ister . Hiçbiri zamanda yolculuk yapılacağına
HORTLAK
Bir sarmaşık saracak yine genç bir fidanı,
Ben ölürsem ruhumu boynunda kement tanı!
Bir batı rüzgârıyla kımıldadıkça perde
Bil ki omuzlarımdan sıyrılıyor kefenim;
Okşayan çiçek benim yüzünü bahçelerde,
Kırlarda topuğunu dişleyen yılan benim...
Akacak bir damardan bir damara varlığım,
Yaslandığın göğüste benim kalbim atacak;
Çıkacak her tarafta karşına mezarlığım,
Her sırıtan iskelet beni hatırlatacak!
Her gece taş kesilmiş bir yatak üstündesin,
Çıtırdayan kemikler çevirir dört yanını...
Korkudan haykırırken ağzına sığmaz sesin,
Nefesin taşmak için parçalar gerdanını.
Bir sarmaşık saracak yine genç bir fidanı,
Ben ölürsem ruhumu boynunda kement tanı!