Hayat herkesin hayatıydı ama birileri sürekli diğerlerini eleştirmekle görevli sanıyordu kendini. Hiç bir zaman kendini eleştirememiş insanlar nedense başkalarını eleştirmekte hiç zorlanmıyorlardı. Burada bir dipnot açmak gerekir. Eleştiri kötü bir şey değildir fakat sadece olumlu, samimi ve yapıcı olduğu zaman. Eleştiri yalnızca insanların kötü yönlerini açığa vurmak amaçlı yapıldığında onları mutsuz etmek ve yaralamaktan başka bir amaç taşımamaktadır. Peki insanları yalnızca kötü yönleriyle eleştirenler kötülük yaptığının farkında olup hiç kendini sorgulamıyor muydu? Sanmıyorum. Sanmıyorum çünkü bu eleştirilerin ucu bucağı yoktu. Eleştirdiği insanın kalbini bilmeden, içindeki çocuğu bilmeden eleştirenler kendi içlerindeki çocuğu çoktan kaybetmemiş midir? Kaybetmeselerdi çocuklar gibi gerçekçi ve saf duygularla bakmazlar mıydı? Çocuklar gibi küçük şeylere sevinmezler miydi? Çocuklar gibi herkese sevgiyle, hoşgörüyle yaklaşmazlar mıydı? Bunların hiçbirini kendilerinde göremediğimiz insanların eleştirmek olarak gördüğü görevleri aslında dünyaya kötülük saçmaktı. En acısı da neydi biliyor musunuz? Bu gerçekleri onların hiç bir zaman göremeyecekleriydi. Diyeceklerim bu kadar değil ama ne desek lafugüzaf. Bir iç döküş parçasıydı. İyi akşamlar.
İç döküş 2.
Zamanında sosyal medyada takip ettiğim bi avukat vardı. Köyde yaşıyordu ve sadece üstlendiği davalar için şehir merkezine gidiyordu. Üstlendiği davaların sayısı ise geçimini sağlayabilmesi için yeterli olacak kadar. Düşünüyorum. "Ev alayım, araba alayım" vs gibi hedeflerim yok. İstediğimde istediğim kitabı okuyayım, istediğim dili öğrenebileyim, kendi kendimi geçindirebileyim ve olabildiğince az ama öz insanlarla, sakin bir hayat süreyim, yeterli." diyorum. Geri kalan her şey o kadar geçici ve manasız geliyor ki... Ve şimdiki duruma bakıp "ben neyin içinde debelenip duruyorum" döngüsüne giriyorum. O zamanlar bana ilginç geldiği için takip ediyordum ama şu an o kadar mantıklı geliyo ki... Etrafta "emekli olucam, emekli olucam" diye dolaşırken, sanırım gerçekten emeklilik hayatı yaşamanın bi yolunu bulacağım galiba bu gidişle :))
Reklam
Herkese merhaba. Bir haftayı aşkın süredir aranızda değildim. Mesaj kısmı beni merak eden dostlarla dolmuş. Bende burdan genel bir açıklama yapmaya karar verdim. Bildiğiniz üzere ülkemizin başına bir deprem felaketi geldi. Ben de Gaziantep'te ikamet ettiğimden depreme yakalananlardan oldum. O anı paylaşmak istiyorum sizlerle. (Bu yazı daha
10 Kasıma özel bir iç döküş
"Unutma..." der
René Descartes
René Descartes
... "Sana ışık tutanlara sırtını dönersen, göreceğin tek şey kendi karanlığındır." Ulu Başbuğ, Halaskârgazi Atatürk'ün Uçmağa göçtüğü gün 10 Kasım. Türklerin kurtarıcı babası. Bu bağlamda Oğuz Kağan'dan sonraki "destanlaşacak" lider diyebiliriz. İlk tanıdığım insanlardan biridir
Bir iç döküş!..
Bugün canımın canını toprağın altına koyduk. Pamuk gibiydi o her zaman ama ölünce daha bir güzel olmuştu sanki. Ahh ölüm... Yatırmışlar buz gibi bir yerin üzerine çok üşümüş buz gibi olmuş incecik bir beyaz örtü örtmüşler, apaçık belli üşümesin diye değil çıplak diye. Üryan gelip üryan gitmek bu olsa gerek. Yıkayacağız sen kızısın gel yanında
Hayvana Şiddet Nedir?
Saat gecenin dördü… Sokakta nefes alıp veren, cinsiyetinin ne olduğu ilk bakışta belli bile olmayan bir çocuk var. Henüz kaçma içgüdüsü gelişmemiş. İyiyi ve kötüyü birbirinden ayırt edemeyen ve ne olursa olsun ona uzanan bir çift ele, koşulsuz güvenen bir çocuk. Çok tatlı gözleri ve insana neşe veren bir kahkahası var bu çocuğun. Ama gecenin
Reklam
17 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.