Sekizinci gün Kinçak adında bir Müslüman şehrine vardık. Şehrin hakimi, rehberimizin önüne bira, taslar ve yiyeceklerle geldi. Moğollara bağlı olan ülkelerde Batu'nun ve Möngke Han'ın elçilerine yiyecek ve içecek sunmak adettir. Yılın bu vaktinde burada insanlar buzlar üzerinde yürürler; bundan bir süre önce Aziz Michael Bayramı'nda (29 Eylül) steplerde don vardı. Ben bu eyaletin adını araştırdım. Fakat, başka bir ülkede olduğumuzdan dolayı bunu bana söyleyemediler, sadece küçük şehrin adını bilmekteydiler. Dağdan büyük bir nehir gelmekteydi. Öyle sanatsal bir yatağı vardı ki bütün bölgeyi sulamaktaydı. Bir denize dökülmüyor, bölgede kayboluyor ve çok sayıda bataklık meydana getiriyordu. Burada ayrıca asma çubukları gördüm ve iki sefer şarap içtim
Dayanmak zorunda kaldığımız açlık, susuzluk, soğuk ve yorgunluk gibi işkencelerin tasviri mümkün değildir. Çünkü, yiyecek maddesi sadece akşamları vermekteydiler. Sabahları sadece biraz içecek veya darı lapası alıyorduk. Akşamları bir koyunun ön kısmından et suyu ve kaburga yiyorduk. Bu et suyundan içip de tam olarak doyduğumuzda, kendimizi çok kuvvetli hissediyorduk ve bu içecek bana çok pahalı lüks bir şeymiş gibi geliyordu. Cuma günleri akşama kadar midem boş bir şekilde duruyordum. Sonra üzgün ve zorunlu olarak etimizi yiyorduk. Ateş yakamadığımız bazı zamanlarda eti ya yarı pişmiş ya da çiğ olarak yemek zorunda kalıyorduk, çünkü boş bir alanda konakladığımızda veya karanlıkta atlardan indiğimizde, at veya inek tezeği toplayamıyorduk. Seyrek olarak da en iyi ihtimalle dikenlikleri yakma malzemesi olarak kullanıyorduk. Ara sıra yine seyrek olarak ormanların içinde ırmaklar bulunuyordu.
Reklam
Olur ya gün gelir kesişir yollarımız. Belki bir çay içecek zamanımız bile olur. İnsanlar sarılıyor yollarda ve sarılamayan yalnızlığıyla barışmış ya da barışmak için bayramları bekleyen bir dünya insan var hala… Belki o gün yine aynı yerden bakarız denize. Belki yine sana olan sevgimi martıların kanatlarına yüklerim. Belki ben gün gelir seni yeniden özlerim. Düşün işte bu en özlememiş halim. Bu en sensiz halim…
İnsanlar o günlerde cenaze yemeklerini uzun tutmazmış; kalpleri yiyecek ve içecek alamayacak denli dolu olurmuş.
Bir zaman gelecek insanlar büyük bir kıtlık çekecekler. Fakat bu kıtlık yiyecek içecek kıtlığı olmayacak. Bu kıtlık Tanrı'nın sözlerini işitme kıtlığı olacak.
Hep korkudan
İlkçağ başlangıcında ölülerden çok korkulurdu, hortlarlar diye. Hortlamamaları için mezarlarına içecek, yiyecek konurdu. Zenginse köleleri öteki dünyada hizmet etsin- ler diye ölüyle öldürülürler, gömülürlerdi. Karıları da öldürülürdü, atları da öldürülürdü, arabaları, kap kacakları da. O zaman ateş tanrılaştırılmıştı ve tapınılırdı ateşe. Ölüler evlere gömülür ve ocak ateşinin de ölüleri diri tuttuğuna inanılırdı. Onun için evliyalara, Meryem Ana'ya mum yakılır. Ölüler gömülürken, "ölü çok iyi insandır, şöyle değerli, böyle değerlidir" diye pehpehlenirdi ki; kızıp hortlamasınlar ve dirilere baş belası olmasınlar. Onlar öldükten şu kadar gün sonra onların gönüllerini hoş etmek için tatlılar pişirilirdi, lokmalar, helvalar, aşure gibi hububat (tahıl) ve kuruyemişler hediye edilirdi. Amaç, aman hortlamasınlardı bidayette.
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.