“Yürürken sanki bazı parçalarım dökülüyor. Ne kadar tutmaya çalışsam da engel olamıyorum. Her adımımda daha da hafifliyorum. Gelecek beni bekliyor. Ben de zaten son gücümle her yerde onu arıyorum. Karşılaştığımızda benden geriye ne kalmış olacak hiç bilmiyorum. Dik duruyorum ama içim eğik bükük, bunu kimseye çaktırmıyorum.”
Babamı ziyarete Paşakapısı cezaevine nasıl gittik hiç ama hiç anımsamıyorum. Cezaevi avlusunda üçümüzün birlikte göründüğü iki poz fotoğrafa ne zaman baksam içim feci burkulur. Babamın saçları bembeyaz olmuş, besbelli epey kilo vermiş ki o benim tombul babamın beyaz keten elbisesi üzerinden dökülüyor sanki. Sabiha Sertel ve Zekeriya Sertel'in anılarını okuyunca neden o günleri anımsamak istemediğimi daha iyi anlıyorum şimdi. Cezaevi müdürünün odasında karşılıyormuş bizi babam, sonra da beni kucağına alıp öpüyor, kokluyor ve ağlıyormuş.
"Bir kuş yüreğinin ucuna konmuştu.
Kovalamaya çalıştı.
Gönlün kanatları vardı zahir, uçup uçup duruyordu söz geçmiyordu.
Hangi yanımdan silkeleseler içim dışım gül kırığı, dökülüyor.."