Aylin Balboa’yı 2016 yılında, tabii ki yine can dostum, pîrim, kardeşim, üstadım Ömür’ün tavsiyesi üzerine okuduğum “Belki Bir Gün Uçarız” kitabı ile tanımıştım. Uzun zamandır suskundu, ama biz öyle sanmışız. Çünkü dönüşü muhteşem olmuş. Dün kitapçılara geldi ve koşarak alıp hemen okudum, elimden bırakamamacasına...
O samimi, dürüst, doğal, duygulu ve tabii ki muzip, racon kesen, arada argoya kaçan anlatımı yine enfesti. Tam burnumu sızlatıp gözümün yaşardığı anda yine bir anda sadece iki kelimelik bir cümlesiyle beni kahkahalara boğdu. Ya da tam tersi; tam koca bir kahkaha atıyorken öyle bir cümle kurmuş ki, kahkaham boğazımda düğüm oldu.
Ayşe ile Gamze’nin dostluğunu; “Muhterem” karganın avuttuğu terk edilenin öyküsünün hemen ardından, terk edeni/kovulanı/kaçanı anlatan öyküsünü; yeri doldurulamayan Perihan’ı; “Ben artık nafileyim” diyen babası için çırpınan bir evladı, yine o muhteşem anlatımıyla kaleme almış. Özellikle SEKA ile ilgili olan bölümler beni Balıkesir’deki gençlik yıllarıma götürdü; 19 yıl sürecek olan kapatılması birçok arkadaşımın ve tanıdığım kişilerin işsiz kaldığı günleri hatırlattı.
Hülâsa, her ne kadar adı Rocky olmasa da, soyadının hakkını vererek sağlı sollu, kroşeli aparkatlı daldı bana Aylin Balboa. Umarım yine bizi bu kadar bekletmeden sık sık yazar...
Aaa unutmadan; Taksim hakkındaki “memleketin validesine yapılanlar” konusunda da hemfikirim.
Sevgiyle...